"Sade bir semtini görmek bile bir ömre bedel" miş
Elimde bavulum
Seni görmeye geldim İstanbulll
19 Şubat 2011 Cumartesi
16 Şubat 2011 Çarşamba
YAĞMUR VARDI ANKARA'DA
Dün yağmur vardı Ankara'da.
Çisil çisil, bir yağıp bir duranından, aptal ıslatanından.
Vurduk kendimizi yollara, aldırmadık ıslandık.
Biz ıslandık, düşüncelerimiz karıştı yağmura
Aptal olduk, rahatladık ...
Yemek yedik bir ara GS lılar Kulübünde. Çay kahve içtik.
Sohbet ettik ordan burdan, çocuklardan eşlerden. Dokunmadık suya sabuna
Sonra; AÜ kütüphanesinde bulduk kendimizi
İki minik kitap kurdu olduk, kaybolduk sayfalar arasında.
Mutluyduk
Yine düştük yollara.
Yağmurdan kaçmamıştık, doluya tutulduk ...
Dün yağmur vardı Ankara'da
ıslandık ...
Görse de gözümüz, madem ermiyor elimiz,
O halde boşver dedik.
Karışsın şehrin mazgallarına düşüncelerimiz ...
Çisil çisil, bir yağıp bir duranından, aptal ıslatanından.
Vurduk kendimizi yollara, aldırmadık ıslandık.
Biz ıslandık, düşüncelerimiz karıştı yağmura
Aptal olduk, rahatladık ...
Yemek yedik bir ara GS lılar Kulübünde. Çay kahve içtik.
Sohbet ettik ordan burdan, çocuklardan eşlerden. Dokunmadık suya sabuna
Sonra; AÜ kütüphanesinde bulduk kendimizi
İki minik kitap kurdu olduk, kaybolduk sayfalar arasında.
Mutluyduk
Yine düştük yollara.
Yağmurdan kaçmamıştık, doluya tutulduk ...
Dün yağmur vardı Ankara'da
ıslandık ...
Görse de gözümüz, madem ermiyor elimiz,
O halde boşver dedik.
Karışsın şehrin mazgallarına düşüncelerimiz ...
14 Şubat 2011 Pazartesi
SEVGİLİLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
"Sevgi - aşk tek kişilik bir duygudur "
Yalnız yaşarşınız bu duygunuzu.
Yani; siz birini seviyorsunuz, hatta deli gibi aşıksınız, mecnun olup dağlara düşmüşsünüz diye O'nun da sizi sevmesi gerekmemektedir.
Amaa
eğer ki; sevdiğiniz tarafından seviliyorsanız aynı aşkla, bu çok büyük bir şanstır ve bu şansı elinizden kaçırmamak için gerekeni yapmalısınız.
Ki, bu çoğu zaman hiç te kolay değildir...
Sevgi- aşk, fedakarlık
sevmek, yürek ister...
SEVGİLİLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
13 Şubat 2011 Pazar
KARANLIK
Karanlıkta bir çığlıktı sesi,
sessizliği ...
Her bir kuytudan bir gölge çıktı dans ederek,
korktu
Kör kuyularda yarasalar yol gösterdi,
İnandı...
Bulabilirdi yolunu oysa.
Dinlese yüreğini,
görecekti gücünü ...
Ve... geceden sonraki aydınlığı
Güneşi ...
8 Şubat 2011 Salı
RAHATLAMAK ADINA ...
Öyle, iki dakika önce tanıdığım insanlarla koyu sohbetlere giremem ayaküstü. Benimle sohbete teşebbüs edenler de birkaç cümleden sonra, ilgisizliğimi farkedip, vazgeçerler hayat hikayelerini anlatmaktan, hafif sinirli bir edayla kıpırdanırlar yerlerinde ve dönerler başka tarafa, yeni bir dinleyici bulmak için kendilerine. Büyük ihtimalle de içlerinden, "kendini beğenmiş ne olacak" gibilerden birşeyler söylenerek.
Daha önceki bir yazımda da bahsetmiştim; bence, bu sohbetler terapi oluyor insanlar için. En özellerini de olmak üzere, içlerine dert olan, onları üzen herşeylerini, hastanede dolmuşta hatta durakta otobüs beklerken bile hiç tanımadıkları kişilere, bir "merhaba" dan sonra bir solukta anlatıp, büyük bir stresten kurtularak, rahatlamış olarak yollarına devam ediyorlar.
Dolmuşta yanıma oturan teyze, daha tam olarak p... sunu yerleştirmeden başladı sohbete.
"Selamüneleyküm" dedi. Selamına karşılık vermek, için ağzımı açmıştım ki başladı teyzem. Bu kez dinledim. Dinlemek istedi canım. Yüzümde sevgi dolu, ilgili bir ifadeyle "aaa, yaa" gibi, anlattıklarıyla yakınen ilgilenerek dinledim hem de. Belki teyzenin Anadolu şivesiyle, samimi candan ve benim sıkılıp sıkılmayacağım hiç te umurunda değilmiş gibi duran, ben dinlemesem de, içinde birikenleri bana anlatmakta kararlı olduğunu gösteren tavrı ilgimi çekti.
Yakın bir köyde yaşıyorlarmış kocasıyla birlikte. Oğullarına gelmişler Ankara'ya. Bir de, buğdaylarını mı ne satmışlar burada. öyle birşey... Herbir evlatlarına 1 kile ( ?) 8 kg edermiş buğday vermişler ( anlamadım 8 kg buğday ne kadar işine yarar ki bir ailenin. Başka birşeydi sanırım anlatmak istediği... ) Kocasından köyünden, şimdiki geçim zorluğundan bahsetti. "Sokum bulsan, içinde yiyecek dam yok" gibi bir sözle destekleyerek. Sonra; İlk anlatacağı kişi kimdi..? Tabii ki Gelini... O gelin var ya o gelin, her zaman olduğu gibi bu kez de nankörlük etmiş. O kadar iyiliklerine karşın. Üç ay oğullarında kalmışlar bir gün yüzü gülmemiş gelinin. Bir deri bir kemik dönüyormuş zavallı kadıncağız evine. "Hay yavrum. kaynana kayınata derdi çekmedi. Benim gibi olsaydı ne yapacaktı. Üç kayın, kayınata, kayınana iki göz bir ev. Neler çektim neler... Ahh ah şindikiler de karı mı? Ancak gezsin tozsun. Şimdi de oğlanı bırakıp çekip gitti gözüne dizine durasıca) diye anlattı uzun uzun teyzem.
Teyze, konuşması bittikten sonra şöyle derin bir nefes aldı ve rahatlamış bir şekilde, psikolog koltuğundan kalkar gibi diklendi yerinde. Eliyle kolumu dürterek, "De bakam kızım haksız mıyım ben şindi..?" dedi.
"Buna karar vermem için gelinini de dinlemem gerekiyor teyzeciğim" dedim, şaşkın şaşkın yüzüme bakan teyzeye.
Ve gülümsedim yalnızca... Teyzenin canı sıkıldı belli ki. Hoşuna gitmedi böyle konuşmam sanırım. O istiyordu ki, gelininin ne kötü bir insan olduğunu söyleyip teyzeye hak vereyim. Yüzünü öbür tarafa döndü ve bir daha hiç konuşmadı.
A benim güzel teyzem; yaptığın dedikoduyu dinleyip, nasıl gelinin hakkında hüküm verebilirim.
Ya gelinin senin anlattığın gibi biri değilse.
Aslında dünyanın en sabırlı en iyi insanı ama canına tak ettiği için 'yeter' deyip isyan etmişse...
Ayrıca bana hiçbir kötülüğü olmamış, hiç tanımadığım, tanıma ihtimalim olmayan bir insan için sırf sen rahatla diye nasıl kötü birşey söyleyebilirim.
Hem; bizim dinimiz demez mi ki; "duyduklarının hiçbirine, gördüklerinin yarısına inanma" diye.
İnsanlık ta bunu gerektirmez mi? Bir insan hakkında, başkalarının söylediklerine bakarak hüküm vermek yakışık alır mı?
Ya; bilmediğimiz bir nedenle ve ardniyetle bir insan bize kötü tanıtılmak isteniyorsa... olamaz mı?
Karşı tarafı da dinlemeden hüküm vermek yanlış hatta acımasızca olmaz mı..?
Daha önceki bir yazımda da bahsetmiştim; bence, bu sohbetler terapi oluyor insanlar için. En özellerini de olmak üzere, içlerine dert olan, onları üzen herşeylerini, hastanede dolmuşta hatta durakta otobüs beklerken bile hiç tanımadıkları kişilere, bir "merhaba" dan sonra bir solukta anlatıp, büyük bir stresten kurtularak, rahatlamış olarak yollarına devam ediyorlar.
Dolmuşta yanıma oturan teyze, daha tam olarak p... sunu yerleştirmeden başladı sohbete.
"Selamüneleyküm" dedi. Selamına karşılık vermek, için ağzımı açmıştım ki başladı teyzem. Bu kez dinledim. Dinlemek istedi canım. Yüzümde sevgi dolu, ilgili bir ifadeyle "aaa, yaa" gibi, anlattıklarıyla yakınen ilgilenerek dinledim hem de. Belki teyzenin Anadolu şivesiyle, samimi candan ve benim sıkılıp sıkılmayacağım hiç te umurunda değilmiş gibi duran, ben dinlemesem de, içinde birikenleri bana anlatmakta kararlı olduğunu gösteren tavrı ilgimi çekti.
Yakın bir köyde yaşıyorlarmış kocasıyla birlikte. Oğullarına gelmişler Ankara'ya. Bir de, buğdaylarını mı ne satmışlar burada. öyle birşey... Herbir evlatlarına 1 kile ( ?) 8 kg edermiş buğday vermişler ( anlamadım 8 kg buğday ne kadar işine yarar ki bir ailenin. Başka birşeydi sanırım anlatmak istediği... ) Kocasından köyünden, şimdiki geçim zorluğundan bahsetti. "Sokum bulsan, içinde yiyecek dam yok" gibi bir sözle destekleyerek. Sonra; İlk anlatacağı kişi kimdi..? Tabii ki Gelini... O gelin var ya o gelin, her zaman olduğu gibi bu kez de nankörlük etmiş. O kadar iyiliklerine karşın. Üç ay oğullarında kalmışlar bir gün yüzü gülmemiş gelinin. Bir deri bir kemik dönüyormuş zavallı kadıncağız evine. "Hay yavrum. kaynana kayınata derdi çekmedi. Benim gibi olsaydı ne yapacaktı. Üç kayın, kayınata, kayınana iki göz bir ev. Neler çektim neler... Ahh ah şindikiler de karı mı? Ancak gezsin tozsun. Şimdi de oğlanı bırakıp çekip gitti gözüne dizine durasıca) diye anlattı uzun uzun teyzem.
Teyze, konuşması bittikten sonra şöyle derin bir nefes aldı ve rahatlamış bir şekilde, psikolog koltuğundan kalkar gibi diklendi yerinde. Eliyle kolumu dürterek, "De bakam kızım haksız mıyım ben şindi..?" dedi.
"Buna karar vermem için gelinini de dinlemem gerekiyor teyzeciğim" dedim, şaşkın şaşkın yüzüme bakan teyzeye.
Ve gülümsedim yalnızca... Teyzenin canı sıkıldı belli ki. Hoşuna gitmedi böyle konuşmam sanırım. O istiyordu ki, gelininin ne kötü bir insan olduğunu söyleyip teyzeye hak vereyim. Yüzünü öbür tarafa döndü ve bir daha hiç konuşmadı.
A benim güzel teyzem; yaptığın dedikoduyu dinleyip, nasıl gelinin hakkında hüküm verebilirim.
Ya gelinin senin anlattığın gibi biri değilse.
Aslında dünyanın en sabırlı en iyi insanı ama canına tak ettiği için 'yeter' deyip isyan etmişse...
Ayrıca bana hiçbir kötülüğü olmamış, hiç tanımadığım, tanıma ihtimalim olmayan bir insan için sırf sen rahatla diye nasıl kötü birşey söyleyebilirim.
Hem; bizim dinimiz demez mi ki; "duyduklarının hiçbirine, gördüklerinin yarısına inanma" diye.
İnsanlık ta bunu gerektirmez mi? Bir insan hakkında, başkalarının söylediklerine bakarak hüküm vermek yakışık alır mı?
Ya; bilmediğimiz bir nedenle ve ardniyetle bir insan bize kötü tanıtılmak isteniyorsa... olamaz mı?
Karşı tarafı da dinlemeden hüküm vermek yanlış hatta acımasızca olmaz mı..?
GEÇMİŞE YOLCULUK
Çıkrıkçılar Yokuşu'nda, Ankara'nın turistik antikacılar çarşısı Pirinç Han'daydık bugün.
Biz iki 'eskici' ben ve fotoğraftaki arkadaşım, "eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı" sözüne hiç rağbet etmeyiz.
Ben O'nun eski merakı yanında nur alem nur kalırım gerçi. E böyle olunca da kaybetti eskilerin (antikaların) arasında kendini. Alttaki davulları da alırdı ya, neyse ki kolundan tutup uzaklaştırdım ordan:)
Gerçi ben de vitrindeki bez bebekleri görünce bebekleşip vitrine yapıştım:)
Restore edilmiş eski Ankara evlerinin, ( ki, şimdi her birisi turistik eşya satan bir dükkan ) arasındaki tarih kokan bu sevimli çay bahçesinde soluklandık.
Atatürk aşığı bir antikacı. Her bir köşe Atatürk fotoğraflarıyla süslüydü.
Dükkanlarda, akla hayale gelmeyecek kadar çok çeşit vardı. Herbirisi birbirinden ilginç.
Bu gramofon ve saat, kullanıldığı tarihten beri hiçbir işlemden geçmemiş. Dolasıyla fiyatı dudak uçuklatıyor. Dükkan sahibi, antikalarını anlatırken çocuğundan bahsediyormuş gibiydi. Öyle sevecen öyle sıcak...
Sıkış tıkış antika eşya dolu olan bu koridor bile geçmişin zarafetini yansıtıyor.
Karagöz - Hacivat ve diğer gölge oyunlarında kullanılan kuklaların yapılıp satıldığı bir dükkan. En çok ilgimi çeken dükkanlardan biriydi. Ama kapalıydı, ancak camdan fotoğraflayabildim.
Atatürk'ün, basın özgürlüğünün önemini anlatan bir yazısının olduğu, köşe.
Biz bugün geçmişe bir yolculuk yaptık.
Yorulduk ama bir o kadar da dinlendik, mutlu olduk...
5 Şubat 2011 Cumartesi
GEL ÇOCUK
Sen sen ol büyüme çocuk.
Ellerin kirlensin, çamurlansın papuçların,
kirlenmesin yüreğin.
Tepine tepine ağla, topacını aldı diye Ali.
Almasınlar elinden hayallerini...
Masallarla, ninnilerle uyu...
Ama büyüme.
Uyutmasınlar yalanlarla.
Bir bulut çiz defterine.
Yağmur yağdır çisil çisil.
Aniden,
güneş açsın ardından.
Sen boya yedi renge gök kuşağını.
Topun yok diye üzülme...
Hadi! Bir taş at ay dedeye,
düşsün kucağına... Oyna
Büyüme çocuk.
Ya da,
hayallerinle büyü.
Atla tahta atına,
avucunda misketlerin,
dizinde kabuk bağlamış yaralarınla
gel...
Değiştir dünyayı...
Biz yapamadık.
Uyuduk, büyüdük ve kirlendik.
Öldürdük hayallerimizi...
Gel kurtar çocuk...
nurten y tartaç
güneş açsın ardından.
Sen boya yedi renge gök kuşağını.
Topun yok diye üzülme...
Hadi! Bir taş at ay dedeye,
düşsün kucağına... Oyna
Büyüme çocuk.
Ya da,
hayallerinle büyü.
Atla tahta atına,
avucunda misketlerin,
dizinde kabuk bağlamış yaralarınla
gel...
Değiştir dünyayı...
Biz yapamadık.
Uyuduk, büyüdük ve kirlendik.
Öldürdük hayallerimizi...
Gel kurtar çocuk...
nurten y tartaç
3 Şubat 2011 Perşembe
HAYAT BU !!!
Hayat bu kadar kısa ve zaman bu kadar acımasızca akıp giderken ve hergün maddi manevi bin türlü sıkıntıyla boğuşulurken.
İnsanoğlu nasıl da; daha da zehir etmek için hayatı kendine, kinle öfkeyle hırslarla örmekte beyninin ve bedeninin her bir hücresini.
Sanki, hiç sonu yokmuşcasına,
sanki, nasıl ki bir nefesle başlamışsa, yine bir nefesle son bulmayacakmış gibi yaşam ...
Derler ya "Düşman düşmana yapmazmış insanın kendine yaptığını."
Oysa;
Bilemeyiz bir dakika sonra yaşam bize neler sunacak.
Kimbilir ne vakit, bir varmış bir yok olacağız
.....
Çılgın uçarı yerinde duramayan bir gencecik kadın tanıdık ekranlardan.
İlk gördüğüm yıllarda sevdim ben bu uçuk kadını.
Şimdiye kadar ekranlarımızı süsleyen, bir kalıptan çıkmış görüntüsü veren kağıt bebeklerden çok farklıydı. Aykırı, deli dolu, kıpır kıpır hali, çok samimi geldi hep bana.
Yaşam doluydu Defne Joy Foster, ben siz hepimiz gibi
Dün; hayalleri umutları beklentileri ve bir de, minicik bir yavrusu vardı.
Bugün; O, yok. Hayalleri, umutları da...
Bir; bebeciği kaldı ardında
Bir de; şaibeler dedikodular...
Geride kalanlar O'nunla ilgili ne derse desin.
Bir tek, O'nu ilgilendirmiyor artık söylenenler.
MEKANI CENNET OLSUN
İnsanoğlu nasıl da; daha da zehir etmek için hayatı kendine, kinle öfkeyle hırslarla örmekte beyninin ve bedeninin her bir hücresini.
Sanki, hiç sonu yokmuşcasına,
sanki, nasıl ki bir nefesle başlamışsa, yine bir nefesle son bulmayacakmış gibi yaşam ...
Derler ya "Düşman düşmana yapmazmış insanın kendine yaptığını."
Oysa;
Bilemeyiz bir dakika sonra yaşam bize neler sunacak.
Kimbilir ne vakit, bir varmış bir yok olacağız
.....
Çılgın uçarı yerinde duramayan bir gencecik kadın tanıdık ekranlardan.
İlk gördüğüm yıllarda sevdim ben bu uçuk kadını.
Şimdiye kadar ekranlarımızı süsleyen, bir kalıptan çıkmış görüntüsü veren kağıt bebeklerden çok farklıydı. Aykırı, deli dolu, kıpır kıpır hali, çok samimi geldi hep bana.
Yaşam doluydu Defne Joy Foster, ben siz hepimiz gibi
Dün; hayalleri umutları beklentileri ve bir de, minicik bir yavrusu vardı.
Bugün; O, yok. Hayalleri, umutları da...
Bir; bebeciği kaldı ardında
Bir de; şaibeler dedikodular...
Geride kalanlar O'nunla ilgili ne derse desin.
Bir tek, O'nu ilgilendirmiyor artık söylenenler.
MEKANI CENNET OLSUN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)