12 Eylül 2017 Salı

12 Eylül 1980




Tam da işe gitmek üzere hazırlanmaya başlamıştım ki, arkadaşım aradı " Darbe oldu. Sokağa çıkma yasağı var. Bugün daireye gitmeyeceğiz." dedi. Gün boyu radyo ve TV den Milli Güvenlik Konseyi'nin bildirileri okunmaya, marşlar çalınmaya başlandı. Tüm yurtta sıkı yönetim ilan edildi. Parlamento ve siyasi partiler feshedildi.

İyi bir şey oldu sanmıştım ilk günlerde.

Sadece kadınların çalıştığı şehirlerarasında; şeflerimizin makamında mesela binbaşılar, amirlerimizin makamında albaylar, müdürlerimizin makamında da paşaların oturuyor olmaları ve idarenin onların elinde olması dışında görünürde bize yansıyan olumsuz bir durum yok gibiydi.

Her gün onlarca genç ölüyordu sağ-sol çatışmalarında. Yolda, sokakta, çarşıda - pazarda artık nerede olduğunun bir önemi yoktu. Gençler ölüyor ve kim vurduya gidiyordu. Semtler - mahalleler, sokak sokak sağcı - solcu diye ayrılmıştı. Evimize giderken öteki tarafın kontrolü altındaki bölgeden geçmek zorundaydık ve her an, en hafifinden taşlanarak taciz edilebilirdik. Ya da daha kötüsü kurşunlanabilirdik. O halde iyi ki ordu yönetime el koymuştu. Hangi düşüncede olursa olsun artık gençler ölmeyecekti. Okullarına özgürce gidecek, derslerine korkusunca girebilecekler, yan yana oturacak ama düşman olmayacaklardı. Öyle sandık...

Sonradan anladık...


***

12 EYLÜL'ÜN BİLANÇOSU

*650 bin kişi gözaltına alındı, ağır işkencelerden geçirildi.*1 milyon 683 bin kişi fişlendi.*Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.*7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.*171 kişi işkenceden öldü. 144 kişi cezaevlerinde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü.*16 kişi "kaçarken" vuruldu. 95 kişi çatışmada öldü. 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi.*43 kişinin intihar ettiği bildirildi.*71 bin kişi TCK"nin 141, 141 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi "örgüt üyesi olmak" suçundan yargılandı.*338 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.*14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına çıktı.*937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.*3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.*400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü.*Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi.*Derneklerin, partilerin, Türk-İş dışındaki sendikaların faaliyeti durduruldu. Varlıklarına el konuldu.*Üniversite hocalarından 5000 kadarı görevden alındı, güvenlik soruşturmasına tabi tutuldu.*Belediye başkanları görevden alındı, yerine sıkıyönetim atama yaptı. *Sendikalaşma kaldırıldı, çalışanların kıdem tazminatı gibi kazanımları daraltıldı, ücretler ve sosyal haklar budandı, grev hakkı yasaklandı.*Zorunlu din dersi getirildi; Türk İslam sentezi bir kültürün milli kültür olarak kabul edilmesi kararlaştırıldı; Diyanet İşleri'nde 260 din görevlisinin maaşının Rabıta-ül islam örgütünce ödenmesi onaylandı.


İnternetten. ensonhaber.com )

1 Eylül 2017 Cuma

ESKİ BİR BAYRAM GÜNÜ




Sokak sessiz. Babalar henüz bayram namazından dönmediler. Ama kapıları hep açık duran ve birbirine çok yakın mütevazi evlerden gelen seslere bakılırsa bayram telaşı başlamış bile.

Ben çoktan bayramlık elbisemi, bayramlık ayakkabılarımı giymiş salınıp duruyorum, bir içeri bir dışarı girip çıkarak. Sokağın başında, bizden iki ev ilerideki evin şu yaramaz oğlu merdiven basamağına oturmuş, kaşlarının altından gözlerini devire devire etrafı gözlüyor sinsice. Şimdiye kadar çoktan sokağa çıkmış yoldan geçen ve gücünün yeteceğinden emin olduğu çocukları taciz etmeye başlamış olması lazımdı ama annesinden sıkı azar işitmiş olmalı, yerinden kımıldamaması konusunda. Burnu akıyor yine ağzına doğru. Elinin tersiyle burnunu silip, sonra da jilet gibi ütülü, askılı kısa pantolonuna sürüyor elini. Yeni ayakkabılarını tükürüğüyle siliyor. Ve elini yine pantolonuna sürüyor. " Piiss! İnşallah annen kızar bayramlık kıyafetini kirlettiğin için..." diyorum kendi kendime, hırsla. Az sataşmıyor çünkü bana evlerinin önünden geçip Anneanneme giderken. Ya yolumu kesiyor ya saçımı çekiyor ya da arkamdan taş atıyor. Çok korkuyorum bu arsız oğlandan.

Karşı evden Ayşe çıkıyor dışarı şimdi de. " Baak! " Diyorum, kendi etrafımda dönerek, dönerken de elbisemi şemsiye gibi açarak. "Annem dikti elbisemi. " O da aynısını yaparak elbisesini gösteriyor. Onunkini de annesi dikmiş. Zaten herkesin elbisesini ya anneleri ya da mahalle terzileri diker. Hazır kıyafet alışkanlığımız yok henüz.

Annemin " Yardım et sofrayı hazırlayalım..." sesiyle içeri giriyorum. " Hiç rahat vermiyor, daha ayakkabılarımı gösterecektim."

Sonra camiden babalar geliyor, sokakta sıra sıra dizilmiş sohbet ederek.

Kahvaltıdan sonra Babamızın, Annemizin elini öpüp şu nereye saklandığını bir türlü bulamadığımız bayram şekerinin ortaya çıkmasını bekliyoruz heyecanla. Birer tane almamıza izin veriyor Annem, " Her gittiğiniz yerde bir tane alacaksınız anlaşıldı mı?" diye de tembih ediyor sıkı sıkı.

Bizim yaşıtımız çocukları olan komşulara ve akrabalarımıza birlikte gidiyoruz. Ve tabii ilk önce Sandıklılılara(!) gitmemiz gerekiyor. Onlar bizim ev sahiplerimiz. Saygıda kusur etmememiz gerek. Üst katımızda oturuyorlar. Onlara gittiğimizde yine gözlerim etrafta sandık arıyor. Daha önce de bakınmıştım ama Annemin sandığına benzer, kanaviçe işli ve dantelli beyaz örtüyle örtülü bir sandıktan başka sandık görememiştim. E o bizde de var. Neden onlara sandıklılılar deniyor o halde? Anlamıyorum. Bir de şu tam karşımda oturan evin babaannesinden korkuyorum. "Gürültü yaparsan saçlarını yolarım haa!" bakışlarını üzerime dikti. Nefes bile alamıyorum bir şey diyecek diye. Oysa gözlerindeki bir tek benim gördüğüm o korkunç ifade dışında yaşamıyormuş gibi hareketsiz oturuyor her zamanki köşesinde. Bir ara fırsatını bulup Gülhan'ın kulağına fısıldıyorum, " Dışarıya oyun oynamaya çıkalım mı..?"

" Birazdan misafirler gelir, Anneme yardım etmem lazım. Hem çok dersim var. Çalışacağım, çıkamam." diyor gıcık!

Sanki o kadar yüksek sesle konuşmasan olmaz di mi? Olmaz, olur mu hiç? Annem duysun ki, yine O'na methiyeler düzsün; ne kadar çalışkan, ne kadar uslu, annesine ne kadar yardımcı bir kız olduğu üstüne. Hah! İşte başladı Annem imrene imrene Gülhan'ı övmeye. Ay! Anladık her şeyin en iyisini Gülhan yapar. Bahçeyi bile en güzel o süpürür çalı süpürgesiyle. Peh! Gıcık işte gı - cıkk!

Off! neyse o kasvetli, çok bilmişlik kokan evden sokağa attık kendimizi. Anne - Babalarımız bizi bırakıp kendileri devam edecekler bayram ziyaretlerine.


Biz çocuklar mı..? Üçer beşer toplanıp mahallede tanıdığımız ne kadar komşu varsa kapılarını çalıyoruz, ellerini öpüp, bayram şekeri ve bayram harçlığı toplamak için. Bazılarımız iyice abarttı. Yoldan geçenleri durdurup. "Amca bayramın kutlu olsun." diye ellerine yapışıyorlar öpmek için. Ben o kadarını yapamıyorum. Kim en uyanıksa en çok o topluyor parayı ve şekeri. Tam zamanında geçiyor dondurmacı da. " Doondu gaymaakk..." diye, çın çın çınlayan çıngıraklarıyla mahalleyi neşeye boğan seyyar dondurma arabasını iteleyerek.

Akşam; yapış yapış ellerimizin yeni elbisemizdeki izleri, ter ve tozdan çamura bulanmış yüzlerimiz ve sabah ilk kez giydiğimizde yere basmaya kıyamadığımız ayakkabılarımız tanınmaz halde eve geldiğimizde azarımızı işitiyoruz tabii. Anne - Babamızı daha fazla kızdırmamak için sessiz ve hızlıca yemeğimizi yedikten sonra başlarımız önde uslu çocuklar olarak yatağımıza gidiyoruz.

Şimdi mi..?

Bayram gelmiş bana ne. Hani Annem, hani Babam, aile büyüklerim ..? Onlar olmadan ne anlamı, ne tadı var ki bayramın..?


Bayramınız kutlu olsun.


Tadı tuzu bol nice bayramlara...

nurten y tartaç