Bazen üstümüze üstümüze gelir duvarlar. Bir el boğazımıza yapışmış sıkıyor gibidir, nefes alamayız. Sanki sorunlar koca bir dağ olmuş, biz altında kalmış eziliyor gibi hissederiz.
İçinden çıkamayacağımız, ruhumuzda çalkantılar yaratan ve profesyonel desteğe gerek duyacağımız, ciddi rahatsızlıklar nedeniyle böyle hissediyor olabiliriz. Hele de böylesi bir dünyada, böyle bir coğrafyada, bu ülkede yaşıyorsak kimse için uzak olasılık değildir ruhsal sorunlar yaşamak.
Ama değişkendir insanın ruh hali. Hamuru böyle yoğurulmuştur. Biraz önce dünyanın tüm sorunlarını biz çözelim diye önümüze bırakmışlar gibi hissederken, biraz sonra sanki ruhumuzu serin, ışıltılı bir çağlayanda yıkamış, kuş tüyü yatağına uzatmış gibi huzurlu hissedebiliriz.
Eğer ortada ciddi, elle tutulur bir neden yoksa düşünür ama bulamayız bazen neden kendimizi bu kadar kötü hissettiğimizi. Belki az önceki telefonla aldığımız haber canımızı sıkmıştır. Belki oğlanın/kızın her zamanki memnuniyetsiz halleri bizi de etkisi altına alıp sürüklemiştir bu depresif ruh haline. Ya da ne bileyim işte, tv yi açmış, şu yıllardır devam eden uyutma, uyuşturma, etkisizleştirme ve tepkisizleştirme programlarından birine rastlamış, "ay bu kadın geçen sene de burada değil miydi, daha evlenememiş mi? Yalanın bu kadarına da pes!" diye hırsla kumandanın düğmesine basarken kumanda elimizden fırlamış parçaları saçılmıştır etrafa da ona sinirlenmişizdir. Sonrasında da kendimizi derin, karanlık bir girdapta dönüp dururken bulmuş olabiliriz. Fındık kabuğunu doldurmayacak bir nedenle yer bitiririz bazen kendimizi.
Sonra...
Sonra bir de bakarız ki; mutfak tezgahının başında dilimize dolanmış arabesk şarkıyla gözlerimizden şıpır şıpır yaşlar dökerek soğan doğruyoruzdur mesela. Doğradığımız sanki soğan değildir de; manav reyonunda en sevdiğimiz turfanda meyveyi o mevsim ilk defa görmüş ve hemen alıp eve gelmiş, hiç beklemeden hevesle ağzımızın suyunu akıtarak dilimliyormuş gibiyizdir. İçimizde bir sevinç bir sevinç... Deminki yoğun duygusal çöküntüyü unutmuşuzdur çoktan. Ya da içimizdeki bu sevgi kıpırtısına neden olan şey; şu kapı eşiğinde elinde sıcacık aşure kasesiyle ve yüzüne yayılmış kocaman gülümsemeyle dikilen komşudur belki. Neden bu sevimli komşuya yıllardır gıcık olduğumuzu düşünmüş bulamamışızdır, o dost, sırıtık yüze bakarken.
Biraz önce üstümüze yığdığımız sorun tepeciğinin altında debelenirken, dışarıdan gelen çocuk zırıltısı ne zaman şen cıvıltılara, kahkahalara dönüşmüştür anlayamayız. Pencereden eğilip usulca, yüreğimizden kanatlanan titrek sevgi kelebeğini, bu cici çocuğun ipeksi saçlarına bırakıveririz.
Bir bakarsınız öyle, bir bakarsınız böyleyizdir. Pek güvenilir yaratıklar değiliz sanki bu açıdan bakınca.
Belki ruhumuzun dengesinin sırrı dengesizliğindedir kim bilir... Belki yaşamı dayanılır kılan ruhumuzda yaşadığımız gel - gitlerdir.
Yoksa nasıl dayanabilirdi ki insan, acıları hep aynı yoğunlukta yaşasaydı..?
Ya da hep coşkuyla, hep heyecanla atsaydı dayanır mıydı şu zavallı kalbimiz..?
n y tartaç
2 yorum:
Artısıyla eksisiyle yaşamı özetlemişsiniz canım :) mutlu ,huzurlu, herkesin sıkıntısızca yaşayacağı günleri yazabilecek zaman dilimi görebilecek miyiz merak ediyorum:) neyse umudumuz bu olsun sağlıkla ilerleyelim yaşayıp neler göreceğiz bakalım.
sevgiyle güzellikler için de ol canım.
ÖRGÜÇANTAM-Hatice yazıcı, dileklerine katılıyorum, umarım ruh sağlığımızın bozulmasına neden olmayacak kadar mutlu güzel günler görebiliriz. :)
Sevgiler
Yorum Gönder