17 Nisan 2013 Çarşamba
BİZ ESKİDEN ...
Çok zaman olmuş o naftalin kokulu sandığı açıp içindekileri didiklemeyeli. Anılarda hoş bir yolculuğa çıkmayalı. Okumakta olduğum romandaki bir cümle yine geçmişe sürükledi beni...
Bizim oyun alanımız cadde ve sokaklardı. Öyle içinde türlü oyuncağın olduğu çocuk parkları yoktu o zamanlar. Ya da vardı belki de bizim haberimiz yoktu. Belki de vardı da uzaktaydı, bilmem. Yakında olsaydı orada oynar mıydık, onu da bilmem. Sanırım oynamazdık. Biz özgür çocuklardık çünkü. Öyle küçük alanlara sığmazdı yüreklerimiz. Alabildiğince koşturcağımız büyük alanlar isterdik. Caddeler şimdiki gibi kalabalık değildi eskiden. Nadiren bir araba geçer, sıkça da fayton ve at arabası geçerdi bizim oyun alanı olarak kullandığımız caddeden. Bir araba sesi duyduğumuzda kenara çekilir bekler sonra kaldığımız yerden oyunumuza devam ederdik. Hele fayton ya da at arabalarının sesini taa uzaktan bile duymamak mümkün değildi. Şimdi bile atların arnavut kaldırımı taş sokaklarda yankılanan yeknesak sesi kulaklarımdadır. Ne çok severdim o sesi...
Kızlar ayrı bir yerde kümelenmiş et topumuzla oynuyorduk. (Tenis topu gibi, biraz daha yumuşak) Arkadaşım(kuzen) yandı ve sıra bana geldi. Gücümün yettiğince havaya fırlattım topumu. Ve top yere düşmeden kendi etrafımda dönerek saymaya başladım. Niyetim belirlenen sayıda dönüp sonra topu yere düşmeden yakalamaktı. Kural gereği. Ama daha bir kez dönmüştüm ki; annemin yeni diktiği ve ilk kez giydiğim, olabildiğince çok büzgülü, kısa eteğime takıldı gözlerim. Ben döndükçe eteğim bir şemsiye gibi açılarak dönüyodu. Gözüm hayran hayran yeni eteğime bakmakta olduğundan, topu unuttum tabii havada :) Ancak pat diye kocaman bir kütleye çarptığımda, kendime gelip başımı yukarı kaldırdım. Bir de ne göreyim dev gibi bir amca. Değişik bir amca. Ne babama ne akraba erkeklerine ne de, her akşam üstü fabrikadan evlerine dönerken gördüğüm; bakışları yerde, yılgın, yorgun, yüzlerindeki çizgileri yaşlarından önce koşan, omuzları düşük, suratları asık ve sanki hiçbirinin mendili yokmuş gibi yerlere tükürüp duran, bir an önce evlerine kapağı atıp, bir lokma yavan yemeklerini yeyip, yatağa kendilerini zor atacak olan yorgun fabrika işçilerine hiç benzemiyordu. Dedim ya dev gibi, saçları kaşları hatta kirpikleri sapsarı bir amca bakıyordu tepemden boncuk mavisi gözlerle. Boynum ağrımıştı saçlarımı okşayan, gülümseyen bu garip amcanın yüzüne bakacağım diye kafamı yukarı kaldırmaktan. Hiç anlamadığım birşeyler söyledi. Sonra gülümseyerek yanındaki uzun saçlı diğer amcaya baktı. Yine anlamadığım birşeyler konuştular aralarında. Uzun saçlı olanı sırtından kirli kocaman çantasını indirip yere koydu. İçinden şimdiye kadar görmediğimiz (O zamanlar herşey bol ve çeşitli değildi. Birkaç çeşit şeker birkaç çeşit sakız olurdu mahalle bakkallarında.AVM lerin hayali bile kurulmamıştı daha.) şekerler ve sakızlar çıkarıp sokaktaki çocuklara dağıttılar ve kasabanın merkezine doğru yollarına devam ettiler. Uzaydan gelmiş olmalıydı bu çevremizdeki hiçbir erkeğe benzemeyen yabancılar.
"Turist bunlar akıllım" dedi yüzündeki toz terle karışıp çamurlu yollar oluşturan bilmiş bir oğlan.
Turistti onlar...
Sekiz yaşında falandım sanırım. Turistik bir yer değildi o kasaba. Doğa güzelliği olmayan kıraç bir Ortaanadolu kasabasıydı. Deniz kıyısı değildi.Tarihi kalıntılar falan da yoktu ilgi çekecek. Nerden yolları düşmüştü bu sönük kasabaya bilmem...
***
Yok yok valla bu kez hiçbir siyasi ya da başka bir mesaj içermiyor yazım. Sadece okuduğum romandaki bir cümle bana bu anımı hatırlattı ve paylaşmak istedim.
Ammaa !!! İlle de bir mesaj isterseniz, şunu demek isterim kii ... (Uysa da uymasa da :)) Keşke yabancılar hiç gelmeseydi de, bizi şekerlerine, sakızlarına alıştırmasalardı. Biz öyle daha mutluyduk. Azıcık aşımız, ağrısız başımızdı :) :)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
12 yorum:
Ne yaptınız siz Nurten hanım. Çok gerilere nostaljik güzel bir yolculuğa çıktım. Kaleminize, yüreğinize sağlık...Ben de son günlerde,sık sık eski günleri,çocukluğumu,gençliğimi düşünür oldum.Komşularımızı,aile dostlarımızı,mahalle bakkalımız Kâmil efendiyi,Şengül berberi,ayakkabı tamircisi Hüseyin efendinin boya kokan küçük dükkânını,ay başında parasını almak için havagazı sayacında tebeşirlerle çetele tutan-Kavacık suyu dağıtan-yaşlı sucu Mümin efendiyi,yerin yedi kat dibinden gece gündüz kömür taşıyan kapıcımız Halit efendiyi,önünde kuyruk olduğumuz macuncuyu, bıçak bileyicisini,yorgan dövücü hallatçıyı,Arap kızı resimli Mabel sakızı, yaldız kâğıtlı gofretin tadını,hayal dünyamızı zenginleştiren çizgi romanları,Doğan Kardeş Dergisini,teksası,tommiksi,tenteni,cumartesi çocuk radyo saatini,il radyo kanalını,Kemal Tuğcu hikâyelerini,Hayat,Ses,Hey,Erkekçe,dergilerini düşünür oldum.
Yaşamlarımız kolaydı.Paranın alım gücü vardı.Belki her mahallede bir milyoner yoktu , ama insanlar saygılıydı,mutluydu.Kapılar açık yatılır, komşu bebeleri aynı mamaları yiyerek büyürdü.Peki,ya sonra ne oldu da toplumca çağ atladık. Küçük Amerika olduk.Vitrinler ithal mallarıyla doldu. Hiper-Süper marketler açıldı. İflaslar başladı. Gerçekten ne oldu da çocuklarımız ''yerli malı kampanyalarını'' unutup, marka ithal mallarla birbirleriyle kıyasıya rekabet içine girip de boyları büyüdü? Neden işçiler aç kalıp,sokaklara döküldü ve açlık grevleri başladı? Emekçi kesim neden ay sonunu getiremez oldu? Ve nedenyolsuzluk,hırsızlık,fuhuş,gasp olayları arttı? Niçin memurlar,emekliler ikinci işlerde çalışmak zorunda kaldı? Neden gazino ve Türk sanat müziği kültürü ortadan kalkarak,arabeskle el değiştirdi?
Ya hayallerimiz, gerçekten onlara ne oldu? Peki ya yarış atına çevirdiğimiz soluk benizli mutsuz çocuklarımız... Evet,biz çağ atladık bir şeyleri yitirmenin karşılığı. Evet,biz otomatiğe bağlı robotlara dönüştük hayallerimizi yitirmenin bedeli karşılığı. Evet,biz birer vahşi kapitalist tüketiciye dönüştük insanlığımızı yitirmenin bedeli olarak. "Keşke yitirmeseydik.''...''Keşke eski günler ve hayallerimiz olsaydı.''..''Keşke biz,biz olarak kalabilseydik.''
Sevgiler
Bizlerin kafa kağıdı eskimeye mi başladı ne? Şaka şaka Bazen eskiye, o kaygısız, tek derdimizin cebimizdeki misketlerin sayısını artırmak ya da yeni bir oyuncak edinmek için anne babalarımızın başının etini yemekten ibaret olduğu günlere dönmek tazeliyor olmalı ruhumuzu. Ben de sık sık hatırlar oldum çocukluğumu. Mahalle bakkalındaki taze ekmeğin tüm mahalleye yayılan mis gibi kokusunu. Ki, artık hiçbir ekmek öyle kokmuyor. Seyyar dondurmacının "donduu kaymakk" diye bağıran sesini. Oyunu bırakıp eve koşuşturup, kaptığımız onluk-onbeşliklerle dondurma kuyruğuna girişlerimizi. O dondurmaların tadı da şimdiki hiçbir dondurmada yok Mabel sakızını, kenger sakızını ve ender şekerlerini de hatırladıkça aynı tadı hissediyorum sanki dilimde. Aynı çizgi romanları aynı dergileri okuyarak büyümüşüz. Kahramanları bile hala aklımda. Evet kapılar kilitlenmezdi. Şimdi düşününce olanaksızmış gibi geliyor insana. Bu nasıl bir güvenmiş, konu komşuya hatta yabancılara karşı bile. Önceden randevu almadan en yakın dostumuzun bile kapısını çalamadığımız şimdiki zamanı düşününce, kapıyı çalmadan tokmağını çevirip içeri dalıveren "Ne yapıyorsun komşu sesin çıkmadı bugün" deyip teklifsiz başköşeye oturup sohbete başlayan komşuluklar olduğunu düşünmek te şaka gibi.
Sonra mı ne oldu..? İlk Marshall yardımıyla hapı yuttuk sanırım. Hani şu ilkolkullarda dağıtılan süt tozu ve tereyağlarla eritmeye başladılar benliğimizi/beynimizi,- özümüzü.- Öyle unutmaya başladık yerli mallarını. Sonra çağ atladık dediğiniz gibi... Herşeylerimiz oldu. Yok yoktu artık ülkemizde. İşte saydığınız bütün o nedenlerin tek bir nedeni vardı. Daha önce görmediğimiz onca ışıltılı ithal mallara çıldırmışçasına saldırırken biz, birileri beynimizi söküp çıkardı kafamızın içinden. Farketmedik... Bazen anlar gibi olduk dönen dolabı ama artık iş işten geçmiş, toplum olarak lükse çoktan alışmıştık... Geri dönüşümüz olanaksızdı. Rahata alışmak kolaydır çünkü. Yeni zenginler türedi -her mahallede- yeni yoksulluklar yaratmak pahasına. Yine de memnunduk halimizden. Öyle ya; elimizi sıcak sudan soğuk suya sokmaz olmuştuk. Zengin yoksul farketmiyordu hem de, evleri yeni teknolojik eşyalarla donatmak için. Cebimizde çeşit çeşit kredi kartlarımız vardı nasılsa. Ve çok hayırsever bankalarımız... "Harca, harca, daha da harca" diyen. Uyduk bu çağrıya. Günü geldiğinde başkası ödeyecekti sanki. Harcadık ta harcadık.
Harcamalarımız artarken, gelirimiz düşüyordu -alım gücümüz- yoksullaştık. Lüks yaşayan yoksullarla doldu ülke. Sizin de söylediğiniz gibi eskiden memur olmak bir ayrıcalıktı. İyi maaş alırdı memurlar. İşçiler yine ağır şartlarda çalışır ama geçinebilecek düzeyde maaş alırlardı. Ben hatırlıyorum "Siz memursunuz size göre ne var" dendiğini eskiden. Güven vardı devlete. Gerçi esnaf da iyi para kazanıyordu. Şimdi ne memur, ne esnaf, ne işçi hatta tahsil yapmış akademik eğitimini bile tamamlamış kişilerin bile gelecek kaygıları hat safhada. Kimse geleceğe umutla bakamıyor artık. Ve evet gazinolar bitti tsm arabeskle el değiştirdi. Çünkü toplum yozlaştı. (Umarım yoşlaşmak kelimesi amacını aşmamıştır)
Evet Mehmet Bey; bizim hayallerimiz vardı. Şimdiki gençlik neyin hayalini kurar bilemem. Biliyorum tabii iki genç delikanlı annesi olarak ama pek benzemiyor bizim hayallerimize. Bizimkiler idealist hayallerdi. Doğuya gitsek derdik mesela. Ordaki insanlarımıza çocuklarımıza neler katabilirizin hayallerini kurardık. Bilmiyorduk elbette; günü gelecek düşman kardeşlere döneceğiz. Bizi koparacaklar birbirimizden. Yetmeyecek ülkemin topraklarını da koparacaklar (bunun hayalini kuracaklar) bizden. Tüm bu kabus gelişmelerin tek suçlusu biziz. Ne ABD ne işbirlikçileri. Çağ atlama hayalleriyle kapitalist düzenin köleleri olmaya boyun eğdik. HALA YAPILABİLECEK BİRŞEYLER OLDUĞU UMUDUMU KAYBETMEDİM. IŞIK ÇOK CILIZLAŞSA DA. Bir dokundunuz bin ahh işittiniz di mi Güzel uzun ve samimi yorumunuza tekrar gönülden teşekkürler. Sevgiler
Geçmiş güzeldi ,anılarda yaşayacak Sevgili Çınar.Geriye dönüş olanaksız o günler geriye gelemez.Ne olur bu düzen yıkılır yerine yepyeni bir dünya kurulur ama biz göremeyiz kimbilir...
Ooooofff...offf...
Demek istediklerimin hepsini dökmüşsünüz satırlara ya...
Ne zaman o günleri düşünsem bugünler neşesiz, yapmacık, suni geliyor bana...
Güzeldi çocukluğumuz, güzeldi gençliğimiz, saftı, temizdi, yapmacıksızdı...
Herşey yozlaştı, ama herşey... yaşantımızda yer tutan herşey...
Özellikle insanlar...
Onun için mutluyum şimdi ben dağın başında, doğayla başbaşa...
Yüreğine sağlık Çınarcım :)
Sevgiyle kal...
Arzu Sarıyer ; evet geriye dönüş olanaksız. Ne yazık ki yeryüzünde açlar yoksullar bu kadar çokken, onları kullanıp, üstlerine çıkarak daha da zenginleşip ve cebi dolarken ruhu daha da doyumsuzlaşacak insanlar, kurumlar zümreler de hep olmaya devam edecektir. Dolayısıyla bu düzenin değişmesi mümkün görünmüyor ne yazık ki...
Sevgiler
Banuca ;hep aynı özlem, hep aynı umutsuzluk içinde olduğumuzu biliyorum. Aynı kuşağın çocuklarıyız çünkü.
Ama ben seni çook kıskanıyorum, dağın başında doğayla iç içe yaşadığın içinn :)))
Sevgiler
Biz büyüdük kirlendi dünya.
Yorum Gönder