Zaman tünelinden geçtik bir kumsala düştük. Hem de 1970 lerde bir kumsala
Yetmişli yılların başında henüz süslü dev canavarları andıran beton binalar dikilmemişti kumsallar boyunca. Oteller, babalarının malı gibi sahilleri çevirip kendi müşterileri dışındakilere kapatmamışlardı daha. Alabildiğine bakir kumsallar herkese açıktı. Kolunun altına güneş şemsiyesini havlusunu alan, istediği yere uzanır, güneşin ve denizin keyfini istediği gibi çıkarırdı. Pansiyonlar vardı o zamanlar, aile pansiyonları. Evinin bir katını, birkaç odasını kiralayan, müşteriyi konuk sayan, yeri geldiğinde yemeklerini paylaşan pansiyon sahipleri vardı.
Alanya'ya ilk kez gidişimizi hatırlıyorum. Muz bahçeleri uzanıyordu yol boyunca. Bir tarafta uçsuz bucaksız deniz, diğer tarafta muz bahçeleri... Bir keresinde; bir muz bahçesine dalmıştık güle oynaya arkadaşlarla. Yalnızca bir tane alacaktık, dalından koparmanın hazzını yaşamaktı maksadımız sadece. Arkamızda duyduğumuz sesle irkilmiş, utanıp kıpkırmızı kesilmiştik. Oysa yaşlı amca, koca bir muz demeti uzatıyordu bize gülümseyerek. Öylesine toktu yerli halkın gözü.
Geceleri kumsalda ateş yakardık bir de, tanışıp kaynaştığımız diğer pansiyoner gençlerle birlikte. Ateşin etrafında bağdaş kurup otururduk. Mutlaka gitar çalıp şarkı söyleyen biri olurdu aramızda, grubun gözdesi ilahı aynı zamanda. Gitarın romantik ezgileri gecenin karanlığında yankılanırken her gönüle bir kıvılcım düşerdi gizliden gizliye. Karanlık kumsalda nice sevdalara şahitlik etmişti kimbilir dalga sesleri, milyonlarca parlak yıldızla birlikte. Ve ilk kızıllık düştüğünde ufka, sözler verilmişti belki sonsuza dek sürecek ama şehrin ilk gürültüsünde unutuluverecek.
***
Çanakkale'deydik. Yine telaş vardı, çok yorulduk yine. Bir o kadar da gezdik dinlendik, henüz görmediğimiz yeni yerler keşfettik. O gün de akşama kadar Alp'in evini temizleyip yerleştirmekten harap ve bitap düşmüş, gene de uzanıp dinlenmek yerine sokaklara atmıştık kendimizi. "Sizi değişik bir yere götüreceğim ama beğenir misiniz bilmiyorum. Biraz farklı bir yer." dedi oğlum. Yeni bir yer göreceğiz ya atladık hemen " Hadi götür beğenmezsek döneriz noolcek :) " dedik.
Kumsalda, hemen denizin dibinde tahta sandalye ve masaların olduğu sıra sıra, gösterişten uzak sade çay bahçeleri, kumların üstüne yayılmış oturanlar, başka bir köşede arkadaşlarının gitarla çaldığı müziğe eşlik eden neşeli bir grup genç, çoluklu çocuklu aileler, etrafta koşuşturan minikler, fonda Raw raw Rasputin olmasa da bana onu anımsatan bir müzik, Masaların arasında dolaşan kuruyemiş- çekirdek satıcıları, denizde boyaları dökülmüş nazlı nazlı sallanan iki taka...
Sanki zaman tünelinden geçmiş ve 1970 lerde bir kumsala düşmüştük. Modernleşme adına beton yığınlarının arasında boğulmadan, insan ve doğanın özgürce kucaklaştığı bir kumsaldı. Ve biz bunu çok sevdik...
12 yorum:
Kimbilir ne güzeldir ablacım :)
Büyüdükçe kirlenişine şahit oluyoruz dünyanın-hayatın.
Her şey doğal kalabilse, insanoğlu bu kadar aç gözlü olmasa keşke...
Sittirella; güzeldi Sittirella'm o zaman farkında değildik ama güzeldi.Ne yazık ki doğanın şimdiki halini bile özleyecek gibiyiz. Öyle hızlı kirletilip yok ediliyor ki :((
Öptüm
Sevgili Çınar hanım
sayenizde az çok hatırladığım ama hatırladıklarımı hiç unutmadığım anılara gittim:) Ne güzeldi o zamanlar. Şimdi çocukluk resimlerime bakıyorum annemle babamla gittiğim yerlere daha sonra eşimle gittiğimde hayretler içinde kalıyorum oluşan değişime:( Ne yazık ki insanloğlu hoyrat, bencil . Haklısınız bu günleri bile özleyeceğiz , arayacağız ama iş işten çoktan geçmiş olacak.
Kısa da olsa yazınızda o güzellikleri tekrar gözümüzde canlandırıp biraz olsun keyfine vardık. Gönlünüze sağlık. sevgilerimle
Sevgili Çınar,
Zaman tüneli beni de götürdü aynı benzer ortamlara...şimdilerin yüksek teknoloji beton yığınları içinde, salt gösteriş olsun amaçlı tatil ekipmanları havası içinde olunulmadan!daha mütevazi daha sıradan belki ama çok daha doğal olan o deniz, kum ve mehtap fasıllarımız çok daha keyifliydi!..
Sizinle öyle sanıyorum ki,yakın kuşak olmalıyız!.hissettikleriniz benim için de geçerli hasretlikler.. anılarım canlandı bir anda..:)
Çanakkale de keşfettiğiniz o bakirliğe yakın yerlerin benzeri bandırma-kapıdağ yarımadasında ve tatlısu mevkiinde de var..önceki postlarımın birisinde yer vermiştim..belki ilgini çekebilir...bakmak isterseniz eğer;
(http://izlerveyansimalar.blogspot.com/2010/09/hazan-mevsiminde-tatlsu-koyu-ve.html
beni anılara doğru götürdüğünüz bu güzel yazı için teşekkürler sevgili Çınar...güzel bir hafta dilerim..
Sevgilerimle,
esen kalın...
NzlGl; insanoğlunun ihtirası, bitmek bilmeyen hırsı nedeniyle üzerinde yaşadığımız dünya hızla yok oluyor. Bindiğimiz dalı kesmekte olduğumuzu iş işten geçmeden fark ederiz umarım, yerküreyi paylaşanlar olarak...
Teşekkürler canım
E S M İ R'im; mütevazi ama kesinlikle çok daha samimi doğal ve keyifliydi eskiden tatillerimiz.
Seni de zaman tüneli benzer ortamlara taşımışsa yazıyı okuyunca, bence de aynı-yakın- kuşaktan olmalıyız seninle :)
Hemen bakıyorum verdiğin adresteki postuna.
Ben teşekkür ederim. İyi haftalar
1970'lerin kumsalına düşmekten dem vurup, yine nostaljinin tadını bize hatırlatıp, yaşatınca siz; o yılların kampları aklıma düştü Çınar hanım.
Kamu sektörüne ait ve kura ile gidilen o mütevazi 1/2 haftalık kamplar...Sahilde yakılan ateşler, gitar çalarak dans etmeler,
masum ama romantik ilişkiler, bitmesini hiç istemediğimiz günler...Zamanımızdaki 5-7 yıldızlı otellerden çok daha samimi, doğal ortamları şimdiki gençlğin bilmemesini büyük bir kayıp olarak görüyorum. Biz o günleri çok sevmiştik. Bu güzel yazıyla o günleri hatırlattığınız için teşekkürler.
Sevgilerimle...
Sen artik iyice Canakkaleli oldun ciktin:)
Nolcek he?:))
Yillar önce bizde Fethiye´de bir pansiyonda kalmistik. Tipki senin anlattigin gibi.Dört aileydik, hepimiz genc. Pansiyon sahibi kadin biz cikarken "nereye gidiyonuz? aksam kacta gelceniz? diye soran bir teyzeydi:))
Birde biz ne istersek onu pisiriyordu da yemezsek vay halimize durumu hakimdi. Annemden beterdi bu konuda yani:))
Ama simdi düsünüyorumda galiba konakladigimiz en güzel yerdi orasi....
Öpüyorum seni arkadasim
Aklimda Ra ra rasputin melodisiyle...
JİVAGO; ahh! evet Sevgili Jivago, bir de kamplar vardı değil mi? O iki hatanın sonunda neredeyse akraba olurduk diğer kamp sakinleriyle:)
Şimdiki yıldızı bol otellerde tatil yapmak demek, o kadar para ödedim bari hepsinden yiyeyim mantığıyla, binbir çeşitin olduğu açık büfeden kapasitenin üstünde tıkınmak ve çevredekilere gösteriş yapacağım diye süslenip püslenip kırım kırım kırıtmak olarak algılanıyor :)
Ben teşekkür ederim
Sevgiler
sünter'im senden çok Çanakkale'li oldum valla. Sen hiç esnafla ev sahibiyle didiştin mi çanakkale'de hıı? söyle bakalım :)))) Şaka bir tarafa çok çektirdi bize ama yine de çok seviyoruz biz Çanakkale'yi.
Evet aynen öyleydi hemen sahiplenirdi pansiyon sahipleri konuklarını. Şimdi aynı otelde tatil yapanlar birbirlerine selam bile vermiyor çoğu kez.
Kulaklarımda, anılardan süzülüp gelen aynı melodiyle ben de seni öpüyorum canım :)
Eskiden öyle masa sandalye bile götürmeyi akıl etmezdik sahillere. Kumların üzerine oturur iğrenmezdik bastığımız yerlerden. kum savaşı yapar denizin mavi sularında yıkanırdık.Ya şimdi piknik yerlerine bile nazik popolarımız için minderler ve sandalyeler götürmeyi düşünüyoruz ya da gittiğimiz heryerde bizi doğanın koynundan uzaklaştıran bir yığın faktörü anında şipşak buluveriyoruz."Geçmişleriyle patatesler övünür" diye bir söz vardır ben de patates mi oldum ne?
Çınarcım geçmişi hatırlatan sensin.Teşvik eden de sensin ,herikimiz de patates olduk sayende böylece, kucak dolusu sevgilerimle.
sufi'm; canım Sufi'm seni buralarda görmek ne güzel :)
:)))) demek geçmişiyle patatesler övünürmüş, olsun patates olmanın nesi kötü? Yeter ki hıyar olmayalım :)))
Benden de sana kucak dolusu sevgiler sevgili patatesim.
Öpüyorum
Yorum Gönder