25 Temmuz 2010 Pazar
K A R M A N Z A R A L A R I !!!
Uzun süre kar yağmamıştı bu kış Ankara'ya ve nihayet ilk kar yağdığında sabah erkenden sokağa atmıştım kendimi
İlk karın üstünde ilk ayak izlerini bırakmanın coşkusuyla çocuklar gibi şendim o sabah:)
Sevgili Zeugma ( kar manzaraları yazımdaki fotoğraflar silinmiş. ) Yazın sıcakta bakıp serinleriz demişti :)
Bu cehennem sıcağında birazcık serinlemek için birkaç kar manzarası görmek hiç fena olmayacak sanırım:)
Umarım bir parça işe yaramıştır:)))
23 Temmuz 2010 Cuma
G E C E N İ N S E S İ
Sıcaktan olmalı uyku tutmadı. Bir sağa dön bir sola dön ı ıh uyuyamıyorum. Yastık diken oldu batıyor.
Kalktım balkona çıktım
Sokak lambalarının sarı soluk ışıkları, uykuya dalmış hayalet gibi görünen yüksek binalarda tek tük ışıklı, kimbilir hangi nedenle uykusuz pencereler, nedendir bilmem pek farklı göründü gözüme bu gece.
Ay, kocaman ve parlak ama kafasını yana eğmiş asık suratlı bir adam gibi kızgın kızgın bakıyor bu gece tepeden
Hafif bir esinti başlamış, gün boyu sıcaktan mayışmış cansız yapraklar nazlı nazlı kıpırdanıyor dallarında
Çimleri sulayan fıskiyelerin ve onlar döndükçe etrafa saçılan suyun sesi bozuyor gecenin sessizliğini, bir de, gece bekçisinin aralıklarla çaldığı düdük. ( benim gibi yaşı birazcıkk ilerlemiş olanlar bilirler:) çocukluğumuzda gece bekçileri vardı, gece sokak sokak gezerlerdi düdük çalarak, hırsızı caydırma amaçlı. İşte o bekçilerden bizim sitemizde hala var. Ve hırsızlık olayı da var çokça)
Gözlerimi yumdum, kendimi sessiz sakin huzurlu geceye bıraktım bir süre (!) uzak yakın her yönden gelen uğultuları, araba seslerini dinlerken, sessiz olmadığını farkederek en sessiz anın bile…
Bir uçak sesi yardı geceyi. Benim için şu anda çelik kanatlı koca bir kuştan ibaret olan, yalnızca sesi bir süre kulaklarımı tırmalayıp geçen o uçak, içindekiler, onları yolcu eden ya da karşılayacak olanlar için kimbilir ne anlamlar ifade ediyor; İki sevgili kavuşacaktır mesela, anne evladına, belki birisi için son çare bu yolculuktur ya da biri hayallerine doğru uçmakta şu anda.
Bir bebek ağlaması sesi geldi yan apartmandan feryat figan. Belli ki bir rahatsızlığı var. Sonra uykusu bölünen anne ve babanın yüksek sesli homurtuları, ciyak ciyak miyavlayarak birbirine giren iki kedinin sesine karıştı.
Birçoğumuz rahat yataklarımızda uyurken birileri için iyi ya da kötü hayat gece de devam ediyor…
20 Temmuz 2010 Salı
D U Y U R U L U R !!!
Süleyman MeRT ve serap rumuzlu, birbirinden bağımsız gibi görünen ama
aynı
amaca hizmet ettikleri açık üç kişiden ( belki aynı kişi) önce CHP ye sonra
TSK ya
verip veriştiren sayfalar dolusu (12 adet) yorum aldım.
Bu yorumlardan açıkça gördüğüm; internet üzerinden CHP ve TSK yı
karalama
kampanyası başlatıldığıdır…
Yorumları burada yayınlamak ya da konu üzerinde yorum yapmak gereğini
bile
duymuyorum…
Herhangi bir kurum ya da partinin ne savunucusu ne de üyesiyim
Kendi aydınlık sağlam fikirlerim ve buna bağlı bir duruşum var.
Provakasyona gelmem
Bu üç arkadaştan gelecek herhangi bir başka yazıyı okumadan sileceğimi de
duyururum…
18 Temmuz 2010 Pazar
DİL YARASI
Ahh! Yumruk kadar yüreğim ah!
Neler çektin elimden neler…
Acılar yaşadın kimi zaman,
düğüm düğüm.
Gün oldu fırtınalı bir deniz gibi coştun,
Kapılmışken gençliğin rüzgarına,
yandın kor oldun,
sığamadın kabına
Kimi zaman medet umdun şarkılardan...
Bir gonca gül,
bir katre alev oldun yar dudağında.
Diken battı elime,
yol buldun damarımdan, kıpkırmızı kan oldun.
Titredin durdun gün oldu...
Bazen çarpmaya korktun,
sindin...
Sezdirmedin, sustun.
Öfkeyle kalktın 'tansiyonla' oturdun.
Her derde katlandın katlandın da,
bir dost gülü mü incitti seni..?
Düşmanın kılıcı yarsa baştan başa acıtmazdı da,
ağır mı geldi dil yarası..?
( 18 Temmuz 2010 )
10 Temmuz 2010 Cumartesi
MAZİYE BİR BAKIVER…
Yaşam boyunca, çok önemli olduğunu düşündüğümüz anlarımız anılarımız olmuştur ama gelmiş geçmiştir. Ancak konusu geçtiğinde, kimi zaman gülerek kimi zaman buruk bir hüzünle hatırlarız ayrıntılarını, bize yaşattığı acı tatlı duyguları...
Oysa bazı şeyler vardır ki anılarımızda, bütün hayatımızda özel bir yer edinmişlerdir hiç unutulmazlar. Küçücük ayrıntılardır çoğu zaman bize geçmişi hatırlatan. Bir koku bir renk bazen hafiften esen rüzgarın uğultusu, bir ses bazen. Neden bu kadar önemli olmuştur bizim için bu minicik ayrıntılar..?
Bir renktir bu bazen, maziden süzülüp gelen ansızın, sizi de peşinden maziye sürükleyen… Bir araba geçer yanınızdan mesela, kırmızı kıpkırmızı ama farklı diğerlerinden tonu. Tam rugan pabuçlarınızın renginde … O rengi gördüğünüzde, yine aynı ana dönersiniz geçmişinizde, çocukluğunuza. Hani sanki, biri alıp götürüverecekmiş gibi yastığınızın üstüne koyup uyuduğunuz, kırmızı rugan pabuclarınız vardı. Bayram sabahı daha gözlerinizi açmadan ayaklarınıza geçirdiğiniz yürürken gözlerinizi ondan alamadığınız, gırç gırç eden sesini duymak için evin içinde dört döndüğünüz ‘o’ rugan pabuçlarınız...
Bazen bir koku, öyle bir özelliği falan da yoktur üstelik, belki de ucuz bir parfüm kokusudur ama farklıdır sizin için çok farklı. Zaman zaman o koku gelir burnunuza maziyi aralayıp. Vee 6-7 yaşlarında saçları iki yanda kurdeleyle bağlanmış annesinin yüksek kalem topuklu ayakkabılarını ayağına giymiş yürümeye çalışan, elinde el yapımı süslü bez bebeği ile oynayan küçük kız oluverirsiniz birden. Sizden daha büyük bir kız kapıp kaçmıştır bebeğinizi. İşte tüm hayatınız boyunca her ‘o’ kokuyu duyduğunuzda ya da öyle hissettiğinizde, üstüne parfüm boca edilmiş bebeğiniz gelir gözlerinizin önüne ve her hatırladığınızda hala kızarsınız sizden onu çaldılar diye…
Daha neler neler; ne zaman şarkıları rüzgarın uğultusuna karışmış bir kavaklıkta olsam, bir fırtına sonrası kırılıp yan yatmış kavak ağacına ata biner gibi bineceğim diye tüm ikazlara rağmen içeri girmeyip yağmurda sırıl sıklam olduğum için annemi çileden çıkardığım günü hatırladığım gibi.
Her sönmüş piknik ateşi gördüğümde; çok sevdiğim oynamaya kıyamadığım bembeyaz taş bebeğimi, kuzenim ise bulayıp kapkara yaptığı için onunla küstüğümü hatırladığım gibi.
Geçmişin sisli anıları arasında kaybolup gitmeyen, her, aynı koku aynı renk ya da benzer manzarayla karşılaştığımızda hemen yanıbaşımızda bitiveren hep tazecik kalan eskimeyen anılarımızdır onlar ve biz varoldukça capcanlı kalacaklardır…
7 Temmuz 2010 Çarşamba
ORDAYDIM…
Korkuların üstüne gitmek gerekir bazen, korkuları yenmek onunla başedebilmek için.
Acıları üzüntüleri hafifletmenin de yolu mudur üstüne üstüne gitmek bilmem ama o hastane bahçesine gittim dün ben.
“Gitme” dedi içimden bir ses
Ayaklarım geri geri gitti. Dönmek istedim.
Ama “hayır” dedim kendi kendime gideceğim .
Otuz saniyelik bir işlem için bir saat beklemem gerekiyordu, yıllardır önünden geçerken bile başımı çevirdiğim Annemin aylarca yattığı o hastanede.
Asırlık atkestanesi çınar ve salkım söğütlerin olduğu ‘o’ kliniğin hemen önündeki hastane parkı. Annemin yattığı odanın penceresinin karşısındaki park.
Mert ve Alper’in ellerinde kuruyemiş ve meyve suyu poşetiyle gelip, Annemi “Hadi bakalım çok yattın piknik zamanı, atla mersedese” diyerek, hava alması ve biraz rahatlaması için henüz daha iyi olduğu zamanlarda tekerlekli sandalyesine oturtup getirdiğimiz ve güya piknik yaptığımız park.
Her akşam üstü serçelerin kalabalık gruplar halinde ve bir düzen içinde çeşitli yönlerden ama aynı saatte gelerek o ulu ağaçlara tüneyip kulakları sağır edercesine, binlercesinin hep bir ağızdan şakımalarını, ki nasıl ve neye göre grup oluşturduklarını ve başka başka taraflardan gelmelerine rağmen, nasıl hemen hemen aynı zamanda orda olduklarını hayret ve hayranlıkla odanın penceresinden izlediğim, o park.
Sonbaharın gelişiyle de, doyumsuz güzellikte renklere bürünen, olanca üzüntü ve acının arasında beni bir nebze rahatlatan o hastane parkı.
Dün ‘o’ parkta oturdum bir saat. Beni ne kadar rahatlattı (?) bilemiyorum ama bu kez kaçmadım. Bu da birşeydir…