Yol yapımı çalışması olduğu için uzun uzun olduğumuz yerde çakılı beklediğimiz günlerden birinde, sıkıntıdan arabanın içinde oflayıp puflarken yanımızdaki kamyonetten gelen kahkahalar dikkatimi çekmişti. Üstü brandayla kaplı kamyonet kasasında, neredeyse birbirinin üstünde oturan insanlar neşe içinde konuşup gülüşüyorlardı. Kolunu tamamen dışarı sarkıtmış bir genç kız ağzındaki sakızı abartıyla, sanki sakız çiğnemiyor da, taş öğütüyormuşçasına bir gayretle çiğneyip kocaman balon yapıyor, patlayan balon ağzına burnuna yapıştıkça gülmekten kırılıyor onun kahkahası kasadaki diğerlerini de kahkahaya boğuyordu. Bir an genç kızla göz göze geldik. Ve gülmeye basladım. O yanındakilere işaret etti, hepsi birden eğilip bana baktılar, gülümsedik birbirimize... Anladım... Sahiden de gülmek bulaşıcı bir eylemdi. O kadarla da kalmıyordu; gülmek mutluluk saçan bir eylemdi aynı zamanda. Deminki sıkıntılı ruh halimden eser kalmamıştı çünkü. Nihayet trafik ilerlemeye başlayınca kamyonetin içindekiler bana, ben de onlara el sallayarak ayrıldık yollarımıza.
Dedim ya bahçelerde meyve hasadı başladı diye... Ağaçların dalları kırılacak neredeyse dut, kayısı, şeftali yükünden. Erikler henüz olmamıştı ama onlar da dayanılmaz bir cazibeyle süslüyorlardı dallarını. E biz zavallılar manavda, pazar tezgahında görüyoruz meyveyi. Ağaçta meyve bulmuşuz durur muyuz? Sahipsiz dutlardan erik ve kayısılardan nasiplendik de şeftaliler hep bahçelerde... Bakıp bakıp geçiyoruz yanlarından ağzımız sulana sulana. Bir de koku ki hıım! dayanılır gibi değil.
Sonunda dayanamadım ben de tabii. "Durdur arabayı Merih bir tane alacağım." dedim.
"Ayıp be!" dedi önce ama durdu naapsın :)
Derler ki; üç kez seslenecek mişsin, sahibi varsa duysun diye...
" Bu bahçenin sahibi var mıı?" diye seslendim ben de üç kez. Kimse ses vermedi. Gerçi Merih bile duymamış sesimi yanıbaşımdaki arabanın içinde, cam açıkken. Ama naapabilirim, seslendim işte.
İşte ben o şeftalinin tadına doyamadım. O ne lezzet, ne koku öyle... Bizim Ankara'da yediklerimiz şeftali falan değilmiş demek...
Neyse efendim... Ertesi gün yine şeftali bahçesinin yanından geçerken, bahçede çalışan mevsimlik işçileri gördüm. " Ben birkaç kilo şeftali isteyeceğim. Ücretiyle değil mi, belki verirler..." dedim, daldım miss kokulu bahçeye. Irgat başı derlermiş, şefleri geldi yanıma. "Olur mu ücret abla, ikramımız olsun..." dedi.
Tam teşekkür edip çıkıyordum ki; geçen gün kamyonette gördüğüm sakız çiğneyen kız tanıdı beni. Biraz sohbet ettik. Sanki uzun süredir birbirimizi tanıyormuşuz gibi samimi ve içtendiler...
Üç kuruş para için sabahtan akşama kadar durmaksızın, üstelik oruç oruç çalıştıklarından dert yandılar.
Siz burada üç kuruşa, - neredeyse boğaz tokluğuna - çalışırsınız, üreticinin cebine de sizinki kadar ancak girer, belki masrafını bile karşılayamaz, biz tüketiciler altın alıyormuş gibi sayıyla alırız, kazanan komisyoncular olur... Diyemedim. Haklısınız dedim sadece, boynumu büküp...
nurten y tartaç
(Fotoğraf çekmeme izin verdiler.)
Bu genç kız on beş günlük evliymiş. Evlenir evlenmez çalışmak için Kuşadası'na gelmiş eşiyle birlikte.
Bu yakışıklının bir sevdiği varmış. Başlık parası biriktirmek için çalışıyormuş.