Biz olmuşuz artık... Tamamdır.
Hani; Akla mantığa sığmayan gerçeklere körü körüne inanışlara, gerçek gibi yalanlara ve buna da körü körüne inanışlara, tacize, tecavüze, baskıya, talana, çalma, çırpmaya ve bunları görmezden gelişlere, yalan dizileri kendi hayatımızdaki trajedilerden önde algılayıp ağıtlar yakmalara, savaşlara ve bu savaşlarda ölenlere bir filmmiş gibi, birazdan düştüğü yerden kalkacak, üstünü başını silkeleyip oyuna devam edecekmişcesine duyarsızlaşmalara ve daha nice nicelerine rağmen günlük hayatımıza nasıl devam ediyoruz, sanki her şey yolundaymış, dünya güllük gülistanlıkmış gibi..? Diye şaşkınlık içindeydik ya.
Hah! İşte artık meyvesini vermeye başlamış tüm bu absürdlükler. Kısacası dostlar, kafayı yemeye başlamışız. Artık bizden kimseye zarar gelmez. Yok oymuş, yok buymuş, yasasıymış, tasasıymış, rejimmiş, düzenmiş ... Amaan sen de..!
Ver fona, 'Bas bas paraları leylaya... '
Olmadı, ' Ankara'nın bağları...'
Çıkarız yakında sokaklara, meydanlara, ohh! Yandan yandan... Gör sen, şıkıdım şıkıdım nasıl da oynanırmış.
***
Şu hikayeyi bilirsiniz.
Bilmeyenler için kısaca anlatayım.
Ülkelerden birinde astığı astık, kestiği kestik bir kral varmış. Bu kral yaptıkları yetmezmiş gibi zamlarla vergilerle de halkın belini iyice büker olmuş. İllallah dedirtmiş...
Sık sık vezirini halkın arasına yollarmış. "Bak bakalım ne derler, ne düşünürler..?" diye
Vezir her seferinde kralın huzuruna çıkar, "Aman! Haşmetmeapları, halk bıkmış, usanmış, isyan ediyor. Her şeye katlandık da şu zamlar, vergiler yüzünden eve ekmek götüremiyoruz. Çoluk çocuk açız. Biraz insaf! diyorlar." Dermiş.
Kral, "Bre zındık! Benim buyruğuma karşı çıkmak kimin haddine..? İki katına çıkarıyorum hem vergileri, hem zamları." dermiş her seferinde.
Sonunda bir gün vezir yine kralın huzuruna çıkmış, "Haşmetmeapları, halk sokaklara dökülmüş, oynayıp duruyorlar. Delirmiş gibiler."
"Hah!" Demiş kral. "Tamamdır. Artık hiçbirinden zarar gelmez. Bundan sonra ne istersem yapabilirim. Tiz kaldırılsın hem vergiler, hem zamlar."
***
Bugün market alışverişimizi bitirip kasaya yanaştığımızda, önümüzdeki orta yaşlardaki adamın sürekli bir şeyler konuşuyor olması dikkatimizi çekti. Belli ki ruh sağlığı yerinde değil diye düşünüp, ilgilenmemeye çalıştık. Ama bizi ve sıradaki herkesi, kasiyeri, market sorumlusunu muhatap alarak hiç ara vermeden sıraladığı bir çoklarını anlamadığımız konuşmasını dinlememiz için ısrar ediyordu el kol hareketleriyle. Önce kırmamak adına ilgili görünürken birden Alper'le birbirimize bakakaldık. Evet, adamcağız normal değildi ve konuşmasının pek çoğu da anlaşılmıyordu ama anladığımız kadarı ile hiç de öyle anlamsız, saçma sapan şeyler değildi anlattıları/anlatmak istedikleri. "Ekonomi..." diyordu mesela. " Uyusunlar mecliste..." " Zam zam zam..." "Şehit oooo!" "Nasıl geçiniyorlar demiyorlar..." " Metro... Marmaray... Gökçek... Ölelim en iyisi... " "Toma geliyo..." Daha neler neler... Valla, "Anayasa... Başkan..." bile dedi.
Çok hızlı ve sürekli konuşuyordu. Öyle ki kasiyere para uzatırken bile bir saniye susmadı. Kasiyer elinden döküp saçtığı paraları toplayıp içinden kendisi aldı alışverişinin ödemesini. Marketten çıkıp karşı kaldırıma geçtiğinde de hala konuşuyordu.
Cümleler tam anlaşılmasa da anlatmak istediği konu gayet açıktı. Ülke siyasetinden bahsediyordu. Belli ki, çok yakından takip etmişti gündemi. Ve oldukça zeki biriydi muhakkak bu duruma gelmeden önce. Bu nedenle olmalı; yaşananlar aklını, mantığını, vicdan sınırlarını çok zorlamış, sonunda kafatasından firar edip diline dolanmıştı kelimeler olarak zavallı adamcağızın.
nurten y tartaç