27 Eylül 2015 Pazar
KÜÇÜK AYRINTILAR ...
Siz bakmayın ayrıntılarda boğulmayın diyenlere... Hayatımıza yön veren, bizi biz yapan, büyük fotoğrafı oluşturan küçük ayrıntılardır
Kül tablasında bırakılan ve sabah balkona savrulmuş küllerini gördüğünüzde sizi çileden çıkaran izmaritler; "O küllük neden çöpe dökülmüyor da öylece bırakılıyor?" diye bıdı bıdı yaptığınız pis, kokuşmuş küçük bir ayrıntıdır mesela. Oysa hayatınızın merkezindeki kişi, "O" yanı başınızda olduğu için vardır kül tablasındaki pis izmaritler belki. Ve bir gün kül tablanız tertemiz kaldığında, hayatınızda kocaman, yeri doldurulamaz bir boşluk açılmış olabilir.
Yemek, bulaşık, ütü, çamaşır ve çalışma hayatındaki koşuşturmaca derken kendinize ayıracak zamanınız kalmıyorsa, çoluk çocuk evde demektir. Hiç işinizin olmadığı bir gün gelecektir. Ama o gün yapayalnızsınızdır.
Güzel küçük ayrıntılar süsler bazen hayatımızı. İyi hissetmemizi sağlayan ayrıntılar... Kapınız çalınır. Hiç beklemediğiniz, tamamen ümidinizi kestiğiniz anda, o en sevdiğiniz karşınızdadır. Küçücük bir adım atmıştır... Hayatınız değişiverir.
Bugün bu hayatı yaşıyor olmanızın nedeni; o gün, o saatte ve o anda "orada" olduğunuz içindir.
Bir anlık bakışın peşi sıra bir ömür verenimiz yok mudur aramızda..?
Ayrıntılar önemlidir. Yarın nerede, ne durumda olacağımız bugün, her ayrıntıyı iyi değerlendirmemize bağlıdır. Geleceğimiz için sadece özel yaşantımızda değil, her konudaki, her ayrıntıya kafa yormalıyız.
Çünkü derler ya; şeytan ayrıntıda gizlidir...
n y tartaç
24 Eylül 2015 Perşembe
BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN
Bak şimdi ben de açacağım bayramlık ağzımı... Tamam o kınalı kuzunun melül melül bakan dünya güzeli gözlerine bakıp, öpüp, okşayıp, elinizle besledikten sonra dayayın bıçağı boğazına kesin... Kurban kesmek dinimizin icabı elbette. Ama seksen parçaya ayırıp, buzluğa tıkıp, altı ay yemek için kurban kesilmemeli. Bir kısmını ayırdıktan sonra gerisini dağıtmak gerekir dinimize göre. Konu komşunuzda yoksul olmayabilir. Çıkın dışarı, şöyle bir bakın etrafınıza. Her köşe başı bir yoksul mekanı. Hele Suriyeli sığınmacılar da geldikten sonra caddelerde, sokaklarda, avm önlerinde, duraklarda her adım başı yoksullar mendil açmış oturuyorlar çoluk çocuk. Küçük paketler hazırlayıp onları da sevindirseniz olmaz mı, hı..? Onlar da yılda bir kez bile olsa et yeseler... Bayram gibi olmaz mı bayramınız..? Veren el olmak mutluluğunuza mutluluk katmaz mı bir kat daha..? (Dilenciye sadaka - para - vermek prensibim değildir ama bu başka bir şey.)
Teröre kurban verdiğimiz gencecik şehitlerimizin ve gazilerimizin, analarının - babalarının, kardeş, eş ve sevgililerinin, yakınlarının büyük acılarını yüreğimizde böylesine derinden hissederken, her gün yeni şehit haberleriyle sarsılırken, ülke bile isteye bir kardeş kavgasına sürüklenirken, bu bayram ne kadar bayram olabilecekse artık...
Kutlu olsun
n y tartaç
21 Eylül 2015 Pazartesi
RUHSAL DENGE
Bazen üstümüze üstümüze gelir duvarlar. Bir el boğazımıza yapışmış sıkıyor gibidir, nefes alamayız. Sanki sorunlar koca bir dağ olmuş, biz altında kalmış eziliyor gibi hissederiz.
İçinden çıkamayacağımız, ruhumuzda çalkantılar yaratan ve profesyonel desteğe gerek duyacağımız, ciddi rahatsızlıklar nedeniyle böyle hissediyor olabiliriz. Hele de böylesi bir dünyada, böyle bir coğrafyada, bu ülkede yaşıyorsak kimse için uzak olasılık değildir ruhsal sorunlar yaşamak.
Ama değişkendir insanın ruh hali. Hamuru böyle yoğurulmuştur. Biraz önce dünyanın tüm sorunlarını biz çözelim diye önümüze bırakmışlar gibi hissederken, biraz sonra sanki ruhumuzu serin, ışıltılı bir çağlayanda yıkamış, kuş tüyü yatağına uzatmış gibi huzurlu hissedebiliriz.
Eğer ortada ciddi, elle tutulur bir neden yoksa düşünür ama bulamayız bazen neden kendimizi bu kadar kötü hissettiğimizi. Belki az önceki telefonla aldığımız haber canımızı sıkmıştır. Belki oğlanın/kızın her zamanki memnuniyetsiz halleri bizi de etkisi altına alıp sürüklemiştir bu depresif ruh haline. Ya da ne bileyim işte, tv yi açmış, şu yıllardır devam eden uyutma, uyuşturma, etkisizleştirme ve tepkisizleştirme programlarından birine rastlamış, "ay bu kadın geçen sene de burada değil miydi, daha evlenememiş mi? Yalanın bu kadarına da pes!" diye hırsla kumandanın düğmesine basarken kumanda elimizden fırlamış parçaları saçılmıştır etrafa da ona sinirlenmişizdir. Sonrasında da kendimizi derin, karanlık bir girdapta dönüp dururken bulmuş olabiliriz. Fındık kabuğunu doldurmayacak bir nedenle yer bitiririz bazen kendimizi.
Sonra...
Sonra bir de bakarız ki; mutfak tezgahının başında dilimize dolanmış arabesk şarkıyla gözlerimizden şıpır şıpır yaşlar dökerek soğan doğruyoruzdur mesela. Doğradığımız sanki soğan değildir de; manav reyonunda en sevdiğimiz turfanda meyveyi o mevsim ilk defa görmüş ve hemen alıp eve gelmiş, hiç beklemeden hevesle ağzımızın suyunu akıtarak dilimliyormuş gibiyizdir. İçimizde bir sevinç bir sevinç... Deminki yoğun duygusal çöküntüyü unutmuşuzdur çoktan. Ya da içimizdeki bu sevgi kıpırtısına neden olan şey; şu kapı eşiğinde elinde sıcacık aşure kasesiyle ve yüzüne yayılmış kocaman gülümsemeyle dikilen komşudur belki. Neden bu sevimli komşuya yıllardır gıcık olduğumuzu düşünmüş bulamamışızdır, o dost, sırıtık yüze bakarken.
Biraz önce üstümüze yığdığımız sorun tepeciğinin altında debelenirken, dışarıdan gelen çocuk zırıltısı ne zaman şen cıvıltılara, kahkahalara dönüşmüştür anlayamayız. Pencereden eğilip usulca, yüreğimizden kanatlanan titrek sevgi kelebeğini, bu cici çocuğun ipeksi saçlarına bırakıveririz.
Bir bakarsınız öyle, bir bakarsınız böyleyizdir. Pek güvenilir yaratıklar değiliz sanki bu açıdan bakınca.
Belki ruhumuzun dengesinin sırrı dengesizliğindedir kim bilir... Belki yaşamı dayanılır kılan ruhumuzda yaşadığımız gel - gitlerdir.
Yoksa nasıl dayanabilirdi ki insan, acıları hep aynı yoğunlukta yaşasaydı..?
Ya da hep coşkuyla, hep heyecanla atsaydı dayanır mıydı şu zavallı kalbimiz..?
n y tartaç
16 Eylül 2015 Çarşamba
NE YAZDA NE GÜZDEYİZ
Ne yazda ne güzdeyiz...
Yağmurların güneşle dans ettiği mevsimdeyiz.
Gün batımı yangınıyla bir ucundan tutuşmuşken beyaz bulut,
üşüyor sanki bir yanından, gri bulutun rüzgarından...
Ne yazda, ne güzdeyiz...
Hüznünü renk cümbüşüyle bayram gibi yaşarken hazan,
kardeş savaşında hırsına yenik düşmüş,
kininde boğulmuş arsız insan.
Bilmezler mi..?
Yedi ayrı koldan da aksa nehirler,
zirvede de olsa karlar,
aynı denizde buluşurlar.
Ne yazda ne güzdeyiz...
Bir tuhaf mevsimdeyiz.
İçimizdeki yangın yerlerinden,
kışlar biriktirmekteyiz...
Hiç durmadan,
durmadan,
düşünmeden...
nurten y tartaç
4 Eylül 2015 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)