25 Aralık 2014 Perşembe
HEYOO !!! YAŞASIN YENİ YIL GELDİİ !!!
Umutlar, beklentiler, yeni yıla dair hayaller, bütün yanlışlıkları maziye gömüp yeniden başlanılabileceğini sanmalar. Bir yılı bitirirken, dünyanın kendini resetlediğini, bu yılla birlikte yeni bir başlangıç yapacağını, tertemiz, yeni doğmuş bir bebek gibi saf, pürüzsüz olacağını farzetmeler. Yanılgılar...
Ve insanoğlunun korkunç yeteneği, daha havai fişekler altında yeni yıla giriyor olmanın coşkusuyla dans ederken , kirletmeye başlamak olsa gerek, bu saf bebeciği... Tazecik yılı.
Biliriz... bal gibi biliriz... saatler 12.01 de, bir dakika öncesine göre kirlidir artık eskimeye başlamış yeni yıl da. Tüm kainatı kirleten doğanın o en akıllı, en gelişmiş yaratığı insanoğlu, yılları eskitip, yıpratıp, lime lime ederek zamanın çöplüğüne fırlatmakta pek bi mahirdir elbette, her şeyi mahvetmekte olduğu gibi. Yine de suç onda değildir asla. Hiç üstüne alınmaz...Savaşlar insanoğlunun kabına sığmaz, engel tanımaz egosundan çıkmamıştır sanki. Açlık, hastalık, ölüm, doğal kaynakların yok olması, yeryüzünün çöle dönmesi, küresel ısınma, buzulların erimesi, mevsimlerin değişmesi, ozon tabakasının delinmesi ve daha binlerce kötü gidişattan hiç sorumlu değildir. Bir sorumlu vardır elbette... Eski, yaşlı, çivisi çıkmış dünya ve elbette ki bozulan, değişen zaman suçludur her kötü gidişten.
Ne dünyanın suçu vardır bunda, ne saatler, ne de yıllar suçludur oysa. Dünyanın tek bildiği; oluşumundan beri, hem kendinin hem güneşin etrafında dönüp durmaktır. Görevini hiç aksatmadan yapar. Saatlerse akrep ve yelkovanı koşturarak birbiri ardına, yılları yığar üst üste, habersizce...
Biz muhteşem insan evlatları bilmeyiz ki; hırsımız, egolarımız, bencilliklerimiz, nefretlerimizle yok ettiğimiz her şeyle birlikte kendimizi de yok etmekteyiz. Farkına varmadan...
Durum bu kadar karamsar diye vaz mı geçmeliyiz, gelecekle ilgili umutlarımızdan, yarınlarımızdan, yeni yıl dileklerimizden..? Tabii ki, hayır. Biliriz ki; "İnsan umut ettiği müddetçe yaşar."
Aynı havayı soluyup, aynı topraktan beslenip, aynı dağlardan kopup gelen suyu içeriz. Ve başımızı gökyüzüne kaldırdığımızda aynı yıldızlar göz kırpar hepimize... Bu alemden göçüp giderken torunlarımıza bırakacağımız miras da aynı olacaktır dolayısıyla. Yani yaşamla ilgili kaygılarımızın ortak paydası aynıdır.
Sadece hayal etmek, beklemek, ummak yetmez. "Güzel şeyler olacak..." beklentimizi yüreğimizde her daim diri tutmalı ama gerçekleştirmek için bu uğurda çaba sarf etmeliyiz. Doyumsuz, acımasız bir dev gibi yakıp, yıkmaktan, yok etmekten vazgeçmeli ve yaşanılabilir bir dünya yaratmalı artık insanoğlu. Dünya onu üstünden atmadan önce...
n y tartaç
18 Aralık 2014 Perşembe
AHH AH ! BANA DA TEYZE DEDİLERDİ :) :)
Şu sıralarda bir reklam dönüyor tv lerde. Hedef kitleyi on ikiden vurmuş, ya da daha doğrusu belirli bir yaşa yaklaşmakta olanların bam teline dokunmuş olmalılar ki; herkesin diline dolanmış durumda. Bloglarda, face de ve her yerde dillerde...
"Bana teyzee dedilerr... " diye üzüntüsünden paralıyor kadın kendini ya, hah! işte o reklam. Bir de erkek versiyonu var onun.
Aynen öyle olmuştu bana da. Şimdi değil yıllar önce. Şimdi bırakın teyze demeyi nine deseler şaşırmayacağım. O yıllarda aynalar bu kadar hoyrat, acımasız ve asık suratlı değillerdi. Şimdiki gibi gözüme gözüme sokmuyorlardı; kazayağıymış, çizgiymiş falan. Zaten aynada gördüğüm hatun da oldukça gençti bana sorarsanız. Artık eskiden mi yalancıydı bu aynalar, şimdi mi patavatsızlar bilemiyorum. Ama ben eskisini daha çok severdim tabii ki. :)
Neyse; birgün belediye otobüsüne bindim, ayaktayım. Arkamda sırtında çantası, belli ki kurstan gelmekte olan bir öğrenci var. "Pardon müsade eder misiniz teyze..?" dedi... Bana... "Nasıl ya!!! teyze mi dedi şimdi bu bana..?" Ayy ben ne zaman teyzeliğe geçtim. Daha dün, taş çatlaşın 30 gösteriyorsun dememiş miydi komşu? Yalan mı söyledi şimdi o kadın? Bu arada bana teyze diyen çocuk Mert yaşlarda. Yani çok normal aslında teyze demesi. Benim yaşadığım şok ilk defa "teyze" olmamdan kaynaklı sanırım.:)
Kimsenin gerçek teyzesi de olmadığım için şu hayatta, kulağım bu hitaba alışık değil doğal olarak.
Eve geldim aynanın karşısına geçtim, bir o tarafa bir bu tarafa çevire çevire en ince noktasına kadar inceledim yüzümü. I ıh, teyzeye benzer bir yanım yoktu bence. :) Olmadı, akşam Merih'e sordum tekrar tekrar "doğru söyle yaşlandım mı ben..?" diye. Ayy nasıl söylesin adamcağız yaşlandın diye. Başına iş mi alsın durup dururken. "Densizin tekidir aldırma. Ne teyzesi, abla bile dememesi lazımdı." diyerek abarttı eni konu.
İşte böyle anacığım; bana ilk teyze demeleri böyle olmuştu. Hak veriyorum reklamlardaki kadına. Bi fena oluyor insan ilk duyduğunda. O da alışacak zamanla. Ben alıştım. Dedim ya; "nine pardon müsade eder misin..?" deseler şaşırmam. Çünkü aynadan bana sırıtan kadının yüzündeki çizgileri görüyorum artık. :)
Not: yazdıklarımı çok da ciddiye almayınız lütfen. Maksat muhabbet olsun. Yaşlanmak, yaşlı görünmek pek de umurumda değil. İnsanın yaşlanabilecek kadar ömrü olmasını başlı başına şans olarak görüyorum çünkü. Hatta yüzündeki çizgileri ve yerçekimine yenik düşmüş yanakları, bembeyaz saçları, buruşuk cildiyle dünya güzeli olabilir güler yüzlü tonton bir nine.
n y tartaç
17 Aralık 2014 Çarşamba
Selam Sevgili Arkadaşlarımm !!!
Yine bir sorunum var ve yine beceri, yetenek ve bilgimi aştı. Nasıl düzelteceğimi bilemiyorum.
Blogumu takibe almak isteyen arkadaşlar izleyici gadget imin bozuk olduğuna dikkatimi çektiler (ve aylar ve aylardır bozuk olduğunu yeni farketmiş oldum böylelikle. ;) :) )
Bi el atsanız... LÜTFEN !!!
Teşekkürler şimdiden :)
Sevgili Sevdican güzel bir etkinlik başlatmış. " blog keşif etkinliği " Ben katıldım. Siz de katılmak isterseniz diye linkini yayınlıyorum...
http://sevdicann.blogspot.com.tr/2014/12/blog-kesif-etkinligi.html
15 Aralık 2014 Pazartesi
SEVGİLİ HAYAT
Bana bugün bir iyilik yapsana...
Piyangodan büyük ikramiyeyi bana çıkarsana mesela.
Yok, biletim yok, bu olmaz.
Mısır'daki amcamdan miras kalmış olsa
desem...
olamaz
Benim hiç amcam yok ki... Ne Mısır'da ne burada ne dünyanın herhangi bir yerinde.
Tamam hayat, vazgeçtim paradan puldan.
Bana sevdiklerimi göndersen ya uzaklardan...
10 Aralık 2014 Çarşamba
MAKSAT ÜZÜM YEMEK Mİ, BAĞCIYI DÖVMEK Mİ..?
Osmanlıca; Türkçe, Arapça; farsça karışımı yapay bir
dildir.
Toplumun gereksinimlerinden doğmamıştır.
Toplumun gereksinimlerinden doğmamıştır.
Lisede edebiyat hocamız; Osmanlıca saray ve çevresi ve seçkinler
tarafından benimsenip kullanılan - esperanto - yapma bir dildir
derdi. (Ki; özgürce ve cömertçe sunduğu derin bilgileri hala
yolumu aydınlatır. Hala yanlış bir kelime kullandığımda, dudağını
sarkıtıp gözlüğünün üstünden ters ters baktığını görür gibi olurum,
kürsüden sırama doğru. Mekanı cennet olsun Necmettin Karagülle
hocamın.)
Okunması ve yazması
çok zor olduğu için Osmanlıda okuma
yazma oranı çok düşüktür. ( % 2 - %9 ) Halktan kişiler hükümetle
ilgili işlerini çözmek için yazışmalarda arzuhalcileri kullanırlardı.
Bu nedenle de osmanlı; bilim, fen ve teknolojideki gelişmeleri
izleyememiş çağın gerisinde kalmıştır.
yazma oranı çok düşüktür. ( % 2 - %9 ) Halktan kişiler hükümetle
ilgili işlerini çözmek için yazışmalarda arzuhalcileri kullanırlardı.
Bu nedenle de osmanlı; bilim, fen ve teknolojideki gelişmeleri
izleyememiş çağın gerisinde kalmıştır.
Ulusların, toplulukların konuştukları diller; o topluluk ya da
uluslar yaşadıkları sürece yaşayan, işlevsel dillerdir.
Bu nedenle Osmanlıca;
Sümerce, Hititçe, Trakça ve benzeri,
tarihe
malolmuş diğer diller gibi ölü bir dildir.
tarihe
malolmuş diğer diller gibi ölü bir dildir.
Bugünün çağdaş Türkiyesinde uzmanlardan beklenen;
eğitim ve öğretimde ülkeyi daha ileriye taşımak için çözümler
üretmek olmalıydı. Ve genç, tazecik beyinleri işlemek,
aydınlatmak için konuyla ilgili daha yapıcı fikirler sunmalıydılar.
Sistemi geliştirerek değiştirmek, düzenlemek, matematik ve fende,
edebiyatta, güzel sanatlarda, bedensel ve zihinsel gelişim
konularında eğitimin çağdaş seviyelere çıkarılması için büyük
adımlar atmalıydılar. Olması gereken buydu...
Artık işlevselliği, ki, vakti zamanında da ne kadar işlevsel
ve kabul
görmüş olduğu tartışma konusuyken, bugün neden Osmanlıca gibi
ölü bir dil diriltilmeye çalışılıyor..? Gerçekten amaç ecdadımızın
mezar taşlarını okuyabilmek midir..? Kaldı ki; üniversitelerin ilgili
alanlarında sadece mezar taşı okumak için değil, tüm Osmanlıca
metinleri okuyabilecek uzmanlar yetiştiriliyor. ( üstelik, benim
gördüğüm osmanlıca yazılı mezar taşlarında Türkçe açıklama da
bulunuyordu.)
görmüş olduğu tartışma konusuyken, bugün neden Osmanlıca gibi
ölü bir dil diriltilmeye çalışılıyor..? Gerçekten amaç ecdadımızın
mezar taşlarını okuyabilmek midir..? Kaldı ki; üniversitelerin ilgili
alanlarında sadece mezar taşı okumak için değil, tüm Osmanlıca
metinleri okuyabilecek uzmanlar yetiştiriliyor. ( üstelik, benim
gördüğüm osmanlıca yazılı mezar taşlarında Türkçe açıklama da
bulunuyordu.)
O halde; zaten allak bullak olmuş eğitim sistemimizde,
minicik
beyinler neden daha fazla karıştırılmak isteniyor..? Yoksa
Osmanlıca bahane ve gerçek amaç eski arap alfabesine dönme
isteğinin bir ön nabız yoklaması mıdır..?
beyinler neden daha fazla karıştırılmak isteniyor..? Yoksa
Osmanlıca bahane ve gerçek amaç eski arap alfabesine dönme
isteğinin bir ön nabız yoklaması mıdır..?
n y tartaç
8 Aralık 2014 Pazartesi
UMUTLARINIZA KARLAR MI YAĞIYOR..?
Bazen sıkar hayat
Her şey üst üste gelir
Üstünüze üstünüze...
Taşıyamayacağınız kadar ağırdır sırtınızdaki yük
Ezilirsiniz altında, nefesiniz kesilir...
Kaçıp kurtulmak istersiniz...
Uzak, çok uzaklara.
Hatta yok olabilmeyi dilersiniz,
ardınızda bir iz bile bırakmadan
Oysa deneyimler, yaşanmışlıklar göstermektedir ki;
bu dünyanın devranında
ölümden gayrısına çare vardır
Hem;
her zaman her şey güzel olacak değil ya hayatta...
Hep yemyeşil düzlüklerde koşamazsınız...
Dikenli tarlalardan geçmek da var bu yolda.
Olsun! Dersiniz sonra...
En önemli şey sağlıktır.
Sağlık olsun...
Bu da geçer...
Bilirsiniz...
Her karanlığın sonunda
aydınlığa açılan bir pencere vardır...
Mutlaka.
Kış biter
ve bahar gelir güneşli günleriyle.
O halde
Umutlarınıza karlar mı yağıyor..?
Pes etmeyin.
Her kar tanesi
baharda açacak bir çiçektir farz edin...
nurten y tartaç
6 Aralık 2014 Cumartesi
DÖN DÜNYA
Dön dünya ...
yetmez daha hızlı
daha hızlı, daha hızlı dön
hatta hırs yap tersine dön biraz da
tut
silkele üzerinden
kıyında köşende kalmış, unutulmuş ne varsa;
masumiyet kırıntısı,
iyi kalpler,
güzel duygular, sevgiler
hepsini
fırlat gitsin uzay boşluğuna
yeşermesin umutlar üzerinde...
Sen böyle kirlendikçe
kirletildikçe
kötülük kol gezdikçe
üzerinde,
kuytularında
suçlusun...
Bilesin sorumlusun sen de
nurten y tartaç
2 Aralık 2014 Salı
3 ARALIK ENGELLİLER GÜNÜ
Tv lere gazetelere çıkacaklar en büyüklerimiz ve demeçler verecekler;
"Çağdaş sosyal hukuk devleti olarak, engelli vatandaşların topluma kazandırılmaları ve insan haklarının eşit ölçüde sağlanması için gereken herşeyi yapmaktayız.
Engelli kardeşlerimizin hakettikleri hayat standardına kavuşması için şöyle şöyle şöyle reformlar yaptık. Yapmaya devam ediyoruz...
Toplumun ayrılmaz bir parçası olan engellilerin, yalnız çaresiz ve itilmiş hissetmelerine asla izin vermeyiz..."
Gibi gibi gibi... daha birçok yaptık ettik, cağız cığız lar sıralanacak. Sanacağız ki bu ülkede engelli olmak, engelliler için bir engel oluşturmuyor. Yaradan'ın verdiği; bedensel, zihinsel ya da her ikisi bir arada engeller dışında.
Oysa durum hiç de öyle değil. Verilen sözler ve kağıt üzerinde yapılan birçok değişikliğe rağmen, gerçek hayatta engellilerin hayatını kolaylaştıran yapıcı uygulamalar görmüyoruz ne yazık ki...
Burası Başkent. Yukarıdaki iki fotoğrafta yaya kaldırımındaki sarı şerit bildiğimiz gibi görme engelliler için yapılmış. Bilmediğimiz, mantığımızı zorlayan, aklımızı karıştıransa, yolun yarısında sonlandırılıvermiş bu uygulamadan sonra görme engelli vatandaşımızın ne yapacağı. Aslında asıl merak ettiğim; bunu yapan, yaptıran, denetleyen 'gerçek' beyin özürlünün, işareti burada sonlandırırken ne düşündüğü. Belki de işaretin bittiği yerden sonra özürlü vatandaşımızın uçarak devam etmesini falan umdu, sandı ...
Yukarıdaki fotoğrafsa akıllara ziyan bir engelli rampası. Ben bile adım atmakta zorlanırken tekerlekli sandalyesiyle bir vatandaşımızın buradan geçmeye çalıştığını düşünün lütfen...
Aşağıdaki fotoğrafta gördüğümüz ise tam Nasrettin Hoca'lık trajikomik bir Türkiyem manzarası. Görme özürlüler için yapılan şeridin üstüne konduruluvermiş bir büfe. (Ki; bu büfelerin yerini Büyük Şehir Belediyesi kiraya veriyor.) Siz ne düşünürsünüz bilmem ama bunu yapan 'gerçek beyin özürlü', görme özürlü vatandaşımızın, büfeye gelince kendini ışınlayıp diğer taraftan çıkarak yoluna devam edebileceğini düşünüyordu sanırım.
Görüldüğü üzere; belediyelerin yaptıkları uygulamalar, engellilerin hayatını kolaylaştırmaktan çok uzak, hatta bazan onların hareketlerini daha da zora sokuyor gibi. ( Fotoğraflayamadım ama birgün, tam sarı şeridin bittiği yerde bir çukur görmüştüm mesela. İnanılır gibi değil.)
Engelli vatandaşların güncel yaşama katılmaları, diledikleri gibi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için; göstermelik değil, çok daha gerçekçi, işlevsel, yapıcı uygulamalara ihtiyaç var. Engellilere bakış açısı böylesine engelli olmaya devam ettikçe bunun mümkün olması çok uzak görünüyor...
N Y TARTAÇ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)