Perşembe'ye kuşbakışı
Perşembe; hırçın Karadeniz'in sakin ilçesi. Salyangoz amblemli -citta slow- yavaş şehir. Denizle dağın kucaklaştığı bu şirin küçük İlçe sakin olsa da konumundan dolayı, insanları oldukça sıcakkanlı, samimi, cıvıl cıvıl, heyecanlı ve aktifler. Bildiğimiz Karadeniz insanı yani. Her türlü sosyal ve kültürel faaliyetlere karşı da oldukça ilgililer. Tiyatro bunlardan biri.
Tiyatro Oksijen bünyesinde açılan kursa katılan emekli - çalışan, yaşlı - genç her kesimden kursiyeri çoktan tiyatro aşkı sarıp sarmalamış bile. Öğretmenleri Nurgül Hanım'ın komut ve yönlendirmeleriyle ve anlattığı mizansene uygun olarak öyle içten oynuyorlardı ki sahnede, onları izlemekten büyük keyif aldım doğrusu. Elbette Shakespeare'in Hamlet'i sergilenmiyordu sahnede. Üstelik hepsi amatör hatta ilk defa sahneye çıkmış insanlardı ama öyle ciddi, öyle severek yapıyorlardı ki işlerini, bu izleyene olumlu yansıyordu.
"Bir çöldesiniz..." diyordu Nurgül Öğretmen. "Susuzluktan iyice halsiz düşmüşsünüz." Ve, ve işte karşınızda bir göl... Ama o da ne..? Sadece bir serapmış gördüğünüz... Tüm umudunuzu yitirmeye başladınız... Yetmemiş gibi bir de kum fırtınası başlamasın mı..? Ağzınız, burnunuz, gözleriniz kumla doldu. Gözlerinizi açamıyorsunuz, çok acıyor... İyice güçsüz düştünüz, ölmek üzere olduğunuzu hissediyorsunuz... Sonunda sürüne sürüne bir tepeyi aşmayı başardınız... Aman Tanrı'm! Gözlerinize inanamıyorsunuz. Karşınızda bir ev. Son bir gayretle eve ulaşıyorsunuz. Kapıyı yumruklamaya başladınız ... Neyse, sonunda suyunuzu içtiniz, rahatladınız ve olduğunuz yerde uyuyakaldınız..." Öğretmenlerinin basamak basamak verdiği bu mizansene uyarak canlandırma yapan kursiyerler vücut dilleri, jest ve mimikleriyle o kadar içten oynuyorlardı ki; onları izlerken ağzım susuzluktan kurumuş, kum fırtınasından etkilenen gözlerim yanmaya başlamış, yorgunluktan uykum gelmişti :)
Sonra bu mizansen çerçevesinde; ne, nerede, neden, nasıl, ne zaman ve kim /siniz/ sorularına cevap aradılar kurguladıkları hikayelerle.
Ortam güzel, onları izlemek çok eğlenceliydi.
' Bir kere sahne tozunu yutan iflah olmaz.' derler. Onlar sahne tozunu yuttular bir kez ve sanırım, artık yüreklerinde tiyatro aşkı hiç sönmeyecek.
Çalışmalarınızda başarılar TİYATRO OKSİJEN ve PERŞEMBE'li tiyatro tutkunları.
Aşk;
kömür karası bir çift gözde gök kuşağının tüm renklerini görmektir.
Ayrıca, kuş olup gökte uçmak, engin okyanus mavisine dalmak, yemyeşil yağmur ormanlarında yıkanmak, bulutlarda dans etmektir.
Sevgilinin sesi bülbül - kanarya karışımı bir tonda, teni gökyüzü duruluğundadır... Hele de gülüşü... Sanki dünyanın bütün goncaları açıvermiştir o dudaklarda, di mi..?
Ve aşk; gökyüzünden sizin için özel olarak indirilmiş o kusursuz varlık etrafında pervaneler gibi döne döne gönüllü yanmaktır.
Tutkulu bir yangındır aşk.
Aşk için ölünür. Çok örnekleri var.
Ama işin aslı öyle değilmiş işte. Aşkın ömrü 6-8 ay kadarmış. Sonrasında beyin, "Amaan! ne yapıyorum ben yaa..?" der kendine gelirmiş. İşte eğer bu süre içinde aşık olur ve kavuşamazsanız bir ömür unutamazmışsınız bu aşkı. Ve hep eşsiz, erişilmez, özel olarak kalırmış beyninizin bir yerlerinde. Kimse dolduramazmış yerini.
Bundan olmalı;
"Sever kavuşamazsan adı aşk olur." denmesi.
Aşkın gözü de kördür. Gerçekten de :) Bacakları çarpıktır, siz barbi bacak görürsünüz. Eni konu edepsizdir "Ne kadar da harbi adam/kadın." dersiniz. Sünepenin, eziğin tekidir sessizliği asaletinden sanırsınız.
Gözündeki çapağı ilk fark ettiğinizde, açılır gözleriniz. :)
Özel mözel değildir. Başkaları gibidir tıpkı. Sıradandır yani. Yer içer, uyur. Hatta horlar belki her telden değişik melodilerle. Doğalı budur da, sizin ayaklarınız yeni değmiştir yere.
Aşkın mantığı yoktur. Dışardan bakan ve başına gelmeyen için anlamsız da gelebilir. Doğrudur belki çünkü, dünkü hiç tanımadığınız yabancıya bugün sırılsıklam aşık olmuş ve onsuz nefessiz kaldığınızı hissetmektesinizdir. Biraz delilik gibi sanki.
Oysa...
Sevgi bambaşka bir duygudur. Ayakları yere basan, aklı başında, mantıklı. İyi bir insan olduğu için birini çok sevebilirsiniz mesela. Kişiliği, hayata bakış açısı, düşünceleri, güler yüzlü ve neşeli oluşu ya da ciddiyeti sevginizi kazanmasına neden olabilir. Yani bir insanı sevmenizin, size sempatik, candan, yakın gelen vs. gibi mantıklı bir nedeni vardır...
Ve
iyisiyle, kötüsüyle severek yaşamınıza almışsanız bir insanı, sevgiyle birleşmişse önce kalpleriniz, sonra hayatınız ve bir ömrü pay etmişseniz aranızda, el ele, göz göze çıktığınız bu yolda zaman içinde bir elmanın iki yarısı oluvermişsinizdir.
Hayat sizi, siz hayatı eskittiğinizde ve yolunuz yokuşa vurduğunda mayası sevgiyle yoğrulmuş bir bastona tutunmuşsa eliniz, ah! işte sevgi de budur, aşk da, mutluluk da.
Aşkı tatmalı her gönül...
Sevgiyi yaşamalı...
(Takılmayın hediyeye falan, boşverin. En güzel hediyedir
size sonuna kadar sevgiyle açılan bir kalp.)
SEVGİLİLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
nurten y tartaç