25 Aralık 2014 Perşembe

HEYOO !!! YAŞASIN YENİ YIL GELDİİ !!!





Umutlar, beklentiler, yeni yıla dair hayaller, bütün yanlışlıkları maziye gömüp yeniden başlanılabileceğini sanmalar. Bir yılı bitirirken, dünyanın kendini resetlediğini, bu yılla birlikte yeni bir başlangıç yapacağını, tertemiz, yeni doğmuş bir bebek gibi saf, pürüzsüz olacağını farzetmeler. Yanılgılar... 


Ve insanoğlunun korkunç yeteneği, daha havai  fişekler altında yeni yıla giriyor olmanın coşkusuyla dans ederken , kirletmeye başlamak olsa gerek, bu saf bebeciği... Tazecik yılı.


 Biliriz... bal gibi biliriz... saatler 12.01 de, bir dakika öncesine göre kirlidir artık eskimeye başlamış yeni yıl da. Tüm kainatı kirleten doğanın o en akıllı, en gelişmiş yaratığı insanoğlu, yılları  eskitip, yıpratıp, lime lime ederek zamanın çöplüğüne fırlatmakta pek bi mahirdir elbette, her şeyi mahvetmekte olduğu gibi. Yine de suç onda değildir asla. Hiç üstüne alınmaz...Savaşlar insanoğlunun kabına sığmaz, engel tanımaz egosundan çıkmamıştır sanki. Açlık, hastalık, ölüm, doğal kaynakların yok olması, yeryüzünün çöle dönmesi, küresel ısınma, buzulların erimesi, mevsimlerin değişmesi, ozon tabakasının delinmesi ve daha binlerce kötü gidişattan hiç sorumlu değildir. Bir sorumlu vardır elbette... Eski, yaşlı, çivisi çıkmış dünya ve elbette ki bozulan, değişen zaman suçludur her kötü gidişten.  


Ne dünyanın suçu vardır bunda,  ne saatler, ne de yıllar suçludur oysa. Dünyanın tek bildiği; oluşumundan beri, hem kendinin hem güneşin etrafında dönüp durmaktır. Görevini hiç aksatmadan yapar. Saatlerse akrep ve yelkovanı koşturarak birbiri ardına, yılları yığar üst üste, habersizce...


Biz muhteşem insan evlatları bilmeyiz ki; hırsımız, egolarımız, bencilliklerimiz, nefretlerimizle yok ettiğimiz her şeyle birlikte kendimizi de yok etmekteyiz. Farkına varmadan...


Durum bu kadar karamsar diye vaz mı geçmeliyiz, gelecekle ilgili umutlarımızdan, yarınlarımızdan, yeni yıl dileklerimizden..? Tabii ki, hayır. Biliriz ki; "İnsan umut ettiği müddetçe yaşar." 



Aynı havayı soluyup, aynı topraktan beslenip, aynı dağlardan kopup gelen suyu içeriz. Ve başımızı gökyüzüne kaldırdığımızda aynı yıldızlar göz kırpar hepimize... Bu alemden göçüp giderken torunlarımıza bırakacağımız miras da aynı olacaktır dolayısıyla. Yani yaşamla ilgili kaygılarımızın ortak paydası aynıdır.


Sadece hayal etmek, beklemek, ummak yetmez. "Güzel şeyler olacak..." beklentimizi yüreğimizde her daim diri tutmalı ama gerçekleştirmek için bu uğurda çaba sarf etmeliyiz. Doyumsuz, acımasız bir dev gibi yakıp, yıkmaktan, yok etmekten vazgeçmeli ve yaşanılabilir bir dünya yaratmalı artık insanoğlu. Dünya onu üstünden atmadan önce...



n y tartaç




18 Aralık 2014 Perşembe

AHH AH ! BANA DA TEYZE DEDİLERDİ :) :)



Şu sıralarda bir reklam dönüyor tv lerde.  Hedef kitleyi on ikiden vurmuş, ya da daha doğrusu belirli bir yaşa yaklaşmakta olanların bam teline dokunmuş olmalılar ki; herkesin diline dolanmış durumda. Bloglarda, face de ve her yerde dillerde...

 "Bana teyzee dedilerr... " diye üzüntüsünden paralıyor kadın kendini ya, hah! işte o reklam. Bir de erkek versiyonu var onun.

Aynen öyle olmuştu bana da. Şimdi değil yıllar önce. Şimdi bırakın teyze demeyi nine deseler şaşırmayacağım. O yıllarda aynalar bu kadar hoyrat, acımasız ve asık suratlı değillerdi. Şimdiki gibi gözüme gözüme sokmuyorlardı; kazayağıymış, çizgiymiş falan. Zaten aynada gördüğüm hatun da oldukça gençti bana sorarsanız. Artık eskiden mi yalancıydı bu aynalar, şimdi mi patavatsızlar bilemiyorum. Ama ben eskisini daha çok severdim tabii ki. :)

 Neyse; birgün belediye otobüsüne bindim, ayaktayım. Arkamda sırtında çantası, belli ki kurstan gelmekte olan bir öğrenci var. "Pardon müsade eder misiniz teyze..?" dedi... Bana... "Nasıl ya!!! teyze mi dedi şimdi bu bana..?" Ayy ben ne zaman teyzeliğe geçtim. Daha dün, taş çatlaşın 30 gösteriyorsun dememiş miydi komşu? Yalan mı söyledi şimdi o kadın? Bu arada bana teyze diyen çocuk Mert yaşlarda. Yani çok normal aslında teyze demesi. Benim yaşadığım şok ilk defa "teyze" olmamdan kaynaklı sanırım.:)
Kimsenin gerçek teyzesi de olmadığım için şu hayatta, kulağım bu hitaba alışık değil doğal olarak.

Eve geldim aynanın karşısına geçtim, bir o tarafa bir bu tarafa çevire çevire en ince noktasına kadar inceledim yüzümü. I ıh, teyzeye benzer bir yanım yoktu bence. :) Olmadı, akşam Merih'e sordum tekrar tekrar "doğru söyle yaşlandım mı ben..?" diye. Ayy nasıl söylesin adamcağız yaşlandın diye. Başına iş mi alsın durup dururken. "Densizin tekidir aldırma. Ne teyzesi, abla bile dememesi lazımdı." diyerek abarttı eni konu.

İşte böyle anacığım; bana ilk teyze demeleri böyle olmuştu. Hak veriyorum reklamlardaki kadına. Bi fena oluyor insan ilk duyduğunda. O da alışacak zamanla. Ben alıştım. Dedim ya; "nine pardon müsade eder misin..?" deseler şaşırmam. Çünkü aynadan bana sırıtan kadının yüzündeki çizgileri görüyorum artık. :)

Not: yazdıklarımı  çok da ciddiye almayınız lütfen. Maksat muhabbet olsun. Yaşlanmak, yaşlı görünmek pek de umurumda değil. İnsanın yaşlanabilecek kadar ömrü olmasını başlı başına şans olarak görüyorum çünkü. Hatta yüzündeki çizgileri ve yerçekimine yenik düşmüş yanakları, bembeyaz saçları, buruşuk cildiyle dünya güzeli olabilir güler yüzlü tonton bir nine.


n y tartaç




17 Aralık 2014 Çarşamba



Selam Sevgili Arkadaşlarımm !!!

Yine bir sorunum var ve yine beceri, yetenek ve bilgimi aştı. Nasıl düzelteceğimi bilemiyorum.

Blogumu takibe almak isteyen arkadaşlar izleyici gadget imin bozuk olduğuna dikkatimi çektiler (ve aylar ve aylardır bozuk olduğunu yeni farketmiş oldum böylelikle. ;) :) )


Bi el atsanız... LÜTFEN !!!

Teşekkürler şimdiden :)






Sevgili Sevdican  güzel bir etkinlik başlatmış. blog keşif etkinliği " Ben katıldım. Siz de katılmak isterseniz diye linkini yayınlıyorum...

http://sevdicann.blogspot.com.tr/2014/12/blog-kesif-etkinligi.html 


15 Aralık 2014 Pazartesi

SEVGİLİ HAYAT




Bana bugün bir iyilik yapsana...

Piyangodan büyük ikramiyeyi bana çıkarsana mesela.

Yok, biletim yok, bu olmaz.

Mısır'daki amcamdan miras kalmış olsa

desem...

olamaz

Benim hiç amcam yok ki... Ne Mısır'da ne burada ne dünyanın herhangi bir  yerinde.

Tamam hayat, vazgeçtim paradan puldan.

Bana sevdiklerimi göndersen ya uzaklardan...



10 Aralık 2014 Çarşamba

MAKSAT ÜZÜM YEMEK Mİ, BAĞCIYI DÖVMEK Mİ..?





Osmanlıca; Türkçe, Arapça; farsça karışımı yapay bir dildir.   

Toplumun gereksinimlerinden doğmamıştır.


Lisede edebiyat hocamız; Osmanlıca saray ve çevresi ve seçkinler 

tarafından benimsenip kullanılan - esperanto - yapma bir dildir 


derdi. (Ki; özgürce ve cömertçe sunduğu derin bilgileri hala 


yolumu aydınlatır. Hala yanlış bir kelime kullandığımda, dudağını 


sarkıtıp gözlüğünün üstünden ters ters baktığını görür gibi olurum, 


kürsüden sırama doğru. Mekanı cennet olsun Necmettin Karagülle 


hocamın.)





Okunması ve  yazması çok zor olduğu için  Osmanlıda okuma 

yazma oranı çok düşüktür.  ( % 2 -  %9 ) Halktan kişiler hükümetle 


ilgili işlerini çözmek için yazışmalarda  arzuhalcileri kullanırlardı. 


Bu nedenle de osmanlı;  bilim, fen ve teknolojideki  gelişmeleri 


izleyememiş çağın gerisinde kalmıştır.


Ulusların, toplulukların konuştukları diller; o topluluk ya da 


uluslar yaşadıkları sürece yaşayan, işlevsel dillerdir.


 Bu nedenle Osmanlıca; Sümerce, Hititçe, Trakça ve benzeri, 

tarihe 


malolmuş diğer diller gibi ölü bir dildir.


Bugünün çağdaş Türkiyesinde uzmanlardan beklenen;  


eğitim ve öğretimde ülkeyi daha ileriye taşımak için çözümler 


üretmek olmalıydı. Ve  genç, tazecik beyinleri işlemek, 


aydınlatmak için konuyla ilgili daha yapıcı fikirler sunmalıydılar. 


Sistemi geliştirerek değiştirmek, düzenlemek, matematik ve fende, 


edebiyatta, güzel sanatlarda, bedensel ve zihinsel gelişim 


konularında eğitimin çağdaş seviyelere çıkarılması için büyük 


adımlar atmalıydılar. Olması gereken buydu...


Artık işlevselliği, ki, vakti zamanında da ne kadar işlevsel ve kabul 

görmüş olduğu tartışma konusuyken, bugün neden Osmanlıca gibi 


ölü bir dil diriltilmeye çalışılıyor..? Gerçekten amaç ecdadımızın 


mezar taşlarını okuyabilmek midir..? Kaldı ki; üniversitelerin ilgili 


alanlarında sadece mezar taşı okumak için değil, tüm Osmanlıca 


metinleri okuyabilecek uzmanlar yetiştiriliyor. ( üstelik, benim 


gördüğüm osmanlıca yazılı mezar taşlarında Türkçe açıklama da 


bulunuyordu.)


O halde; zaten allak bullak olmuş eğitim sistemimizde, minicik 

beyinler neden daha fazla karıştırılmak isteniyor..? Yoksa 


Osmanlıca bahane ve gerçek amaç eski arap alfabesine dönme 


isteğinin bir ön nabız yoklaması mıdır..?



n y tartaç

8 Aralık 2014 Pazartesi

UMUTLARINIZA KARLAR MI YAĞIYOR..?





Bazen sıkar hayat
 Her şey üst üste gelir 
 Üstünüze üstünüze... 

Taşıyamayacağınız kadar ağırdır sırtınızdaki yük
 Ezilirsiniz altında, nefesiniz kesilir...

Kaçıp kurtulmak istersiniz...
 Uzak, çok uzaklara. 

Hatta yok olabilmeyi dilersiniz,
 ardınızda bir iz bile bırakmadan

Oysa deneyimler, yaşanmışlıklar göstermektedir ki;
bu dünyanın devranında 
ölümden gayrısına çare vardır

Hem;
her zaman her şey güzel olacak değil ya hayatta... 
Hep yemyeşil düzlüklerde koşamazsınız...
Dikenli tarlalardan geçmek da var bu yolda.

Olsun! Dersiniz sonra... 
En önemli şey sağlıktır. 
Sağlık olsun... 
Bu da geçer...

Bilirsiniz...
Her karanlığın sonunda 
aydınlığa açılan bir pencere vardır... 
Mutlaka.

Kış biter 
ve bahar gelir güneşli günleriyle.

O halde
Umutlarınıza karlar mı yağıyor..?
 Pes etmeyin.
 Her kar tanesi 
baharda açacak bir çiçektir farz edin...

nurten y tartaç

6 Aralık 2014 Cumartesi

DÖN DÜNYA




Dön dünya ...

yetmez daha hızlı

daha hızlı, daha hızlı dön 


hatta hırs yap tersine dön biraz da


tut


silkele üzerinden


kıyında köşende kalmış, unutulmuş ne varsa;

 masumiyet kırıntısı,


iyi kalpler,


güzel duygular, sevgiler

hepsini


fırlat gitsin uzay boşluğuna 


yeşermesin umutlar üzerinde...

Sen böyle kirlendikçe


kirletildikçe


 kötülük kol gezdikçe


üzerinde,


kuytularında


suçlusun...


Bilesin  sorumlusun sen de




     nurten y tartaç



2 Aralık 2014 Salı

3 ARALIK ENGELLİLER GÜNÜ




Tv lere gazetelere çıkacaklar en büyüklerimiz ve demeçler verecekler;

"Çağdaş sosyal hukuk devleti olarak, engelli vatandaşların topluma kazandırılmaları ve insan haklarının eşit ölçüde sağlanması için gereken herşeyi yapmaktayız. 

Engelli kardeşlerimizin hakettikleri hayat standardına kavuşması için şöyle şöyle şöyle reformlar yaptık. Yapmaya devam ediyoruz...

Toplumun ayrılmaz bir parçası olan engellilerin, yalnız çaresiz ve itilmiş hissetmelerine asla izin vermeyiz..."

Gibi gibi gibi... daha birçok yaptık ettik, cağız cığız lar sıralanacak. Sanacağız ki bu ülkede engelli olmak, engelliler için  bir engel oluşturmuyor. Yaradan'ın verdiği; bedensel, zihinsel ya da her ikisi bir arada engeller dışında.

Oysa durum hiç de öyle değil. Verilen sözler ve kağıt üzerinde yapılan birçok değişikliğe rağmen, gerçek hayatta engellilerin hayatını kolaylaştıran yapıcı uygulamalar görmüyoruz ne yazık ki...














Burası Başkent. Yukarıdaki iki fotoğrafta yaya kaldırımındaki sarı şerit bildiğimiz gibi görme engelliler için yapılmış. Bilmediğimiz, mantığımızı zorlayan, aklımızı karıştıransa, yolun yarısında sonlandırılıvermiş bu uygulamadan sonra görme engelli vatandaşımızın ne yapacağı. Aslında asıl merak ettiğim; bunu yapan, yaptıran, denetleyen 'gerçek' beyin özürlünün, işareti burada sonlandırırken ne düşündüğü. Belki de işaretin bittiği yerden sonra özürlü vatandaşımızın uçarak devam etmesini falan umdu, sandı ...





Yukarıdaki fotoğrafsa akıllara ziyan bir engelli rampası. Ben bile adım atmakta zorlanırken  tekerlekli sandalyesiyle bir vatandaşımızın buradan geçmeye çalıştığını düşünün lütfen...


Aşağıdaki fotoğrafta gördüğümüz ise tam Nasrettin Hoca'lık trajikomik bir Türkiyem manzarası. Görme özürlüler için yapılan şeridin üstüne konduruluvermiş bir büfe. (Ki; bu büfelerin yerini Büyük Şehir Belediyesi kiraya veriyor.) Siz ne düşünürsünüz bilmem ama bunu yapan 'gerçek beyin özürlü', görme özürlü vatandaşımızın, büfeye gelince kendini ışınlayıp diğer taraftan çıkarak yoluna devam edebileceğini düşünüyordu sanırım. 








Görüldüğü üzere; belediyelerin yaptıkları uygulamalar, engellilerin hayatını kolaylaştırmaktan çok uzak, hatta bazan onların hareketlerini daha da zora sokuyor gibi. ( Fotoğraflayamadım ama birgün, tam sarı şeridin bittiği yerde bir çukur görmüştüm mesela. İnanılır gibi değil.)

Engelli vatandaşların güncel yaşama katılmaları, diledikleri gibi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için; göstermelik değil, çok daha gerçekçi, işlevsel, yapıcı uygulamalara ihtiyaç var. Engellilere bakış açısı böylesine engelli olmaya devam ettikçe bunun mümkün olması çok uzak görünüyor...


N Y TARTAÇ                                                      








30 Kasım 2014 Pazar

KAR YAĞSA ARTIK







Kar yağsın artık...

Öyle incecikten nazlı nazlı değil. Sulu sepken falan da değil.

Hani yağar ya lapa lapa, çok telaşı varmış gibi yeryüzüne inmek 

için

öyle yağsın işte ve durmaksızın. 

Çıkayım dışarıya ilk izleri ben bırakayım lekesizliğinin üstünde.

 Beni de  boyasın bembeyazlığına, bata çıka yürürken

 yolları, ağaçları, hala açmakta inatçı kırmızı gülleri boyadığı gibi.

Şşşşşt !!! Hemen ağzınızı bozmayın... Kızacak birşey yok.

Tabii ki biliyorum bana göre hava hoş, iş yok güç yok. 

Bana eğlence kar, size beyaz kabus olur ancak.

Tamam yollar kapanabilir, dolmuş otobüs çalışmaz zorlanırsınız 

işe gitmekte. 

Ama ...

Belki okullar tatil olur hı fena mı ..?

 Kış da kışlığını yapmalı ama canıımm

di mi ?  :) ;)


n y tartaç



28 Kasım 2014 Cuma

BİZİM EVİN GECE HALLERİ




Korkarım biz mutasyona uğramış bir yarasa ailesiyiz.

Öyle olmasa biz de diğer aileler gibi gece uykumuz gelince

yatağımıza gider yatar uyuruz di mi ?

Yok, nerdee... Gece saat bir - iki gibi bir faaliyettir başlar bizim

 evde.

Elinde kahve fincanı kardeş odasına misafirliğe gitmeler

Mutfaktan gelen faremsi sesler ve bu seslerin cazip tıkırtısına uyup 

gecenin bir vakti kendini birşeyler tıkınırken bulmalar

O saatten sonra  film izlemeye karar vermeler

Birbirinden habersiz ayaklanmalar ve alacakaranlık koridorda 

çarpışma sonucu hafif kazalar, korkup çığlık atmalar;  Godzilla 

mısın nesin yaa, ödüm patladılar. "İyi ki dört kişilik bir aileyiz, ya 

ondört kişi olsaydık bu gece trafiğinde kimbilir ne kazalar 

yaşardık mazallah" diye şükretmeler.

Hadi iyi geceler demeler

Tekrar tıkırtılar

Aaa hani yatmıştın senler

Ya sen, sen de yatmıştın, uykunda mı geziyorsunlar

Sızıp uyumalar

 yorgun, uykusuz yeni bir güne uyanmalar...







25 Kasım 2014 Salı

KADINA YÖNELİK ŞİDDET



Araştırmalar dünya üzerinde, kamusal alanda, özel yaşamlarında ya da aile içinde fiziksel, cinsel, psikolojik ( küçük düşürme, tehdit, zorlama ya da keyfi olarak özgürlüğünden, ekonomik gereksinimlerinden yoksun bırakılarak.) şiddete maruz kalan kadın sayısının hiç de küçümsenemeyecek bir oranda olduğunu göstermektedir. 

Çok sayıda kadın birlikte yaşadığı erkek ya da kocası tarafından sürekli olarak şiddete maruz kalmaktadır. Ve bu durum sınıf, etnik köken, sosyo ekonomik düzey gözetilmeksizin toplumun her kesiminde yaygındır.


 Dünyada kadına yönelik fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalma oranı sıralamasında ilk on içinde yer aldığımız gerçeği ise çok acıdır. Anlaşılacağı gibi tüm dünyayı ilgirendiren kadına yönelik şiddet, dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi mücadele gerektiren çok önemli bir sosyal sorun, toplumsal bir yaradır... 

Kadın tarafından çeşitli nedenlerle aile içi şiddetin duyurulmaması, yok sayılması, şiddetin devamlılığını sağlayan en önemli etkenlerden biridir. Bizim toplumumuzda (özellikle kırsal kesimde) kadına biçilen geleneksel rol, erkeğine karşı itaatkar olması gerektiğidir ve bu daha çocukken, önce ailede öğretilir kız çocuğuna. Bununla ilgili atasözlerimiz bile vardır. "Baba evinden gelinlikle çıkan kız ancak kefenle döner." " Kadın kan kusar, kızılcık şerbeti içtim der." "Kızını dövmeyen dizini döver." "Kadının sırtından sopayı, karnından bebeyi eksik etmeyeceksin." gibi. Aile ve çevre baskısına ekonomik bağımlılık da eklenince her türlü şiddete suskun kalmak zorundadır kadın.

Bununla birlikte yapılan araştırmalar göstermektedir ki; meslek sahibi ve çalışma hayatının içinde, ekonomik özgürlüğe sahip, belirli bir sosyal statüye erişmiş kadınlar arasında bile aile içi şiddete maruz kalan kadın sayısı oldukça yüksektir. Hayatını erkeğinden bağımsız da rahatça devam ettirebileceği halde böylesine aşağılayıcı bir duruma boyun eğen bu kadınların suskunluklarının nedeni ayrı bir inceleme konusudur sanırım. 

Şiddeti reddeden, bunu yüksek sesle haykıran, şikayette bulunan kadınların yaşadıklarını ise izlemekteyiz tv lerde. Gün geçmiyor ki, bir kadın ayrılmak istediği eşi, sevgilisi tarafından saldırıya uğrayıp yaralanmasın, öldürülmesin.  Böylesine psikopatça bir davranış biçimi, kadını "kendi malı" olarak gören ve reddedildiği zaman "malını başkasına kaptırmak" korkusuna kapılan hastalıklı ruhun dışa vurumu olmalı.

Kadına yönelik şiddeti önlemenin en önemli yolu kadını eğitmekten geçer diye düşünüyorum. Kadını eğitmelidir ki, onlar da öncelikle erkek çocuklarını eğitsinler. Kadına yönelik şiddet genellikle erkekten geldiğine göre toplumu bu konuda bilinçlendirmenin yolu erkeği de eğitmekten geçer. Ve kız çocuklarını ... erkekten daha güçsüz olmadıklarını öğrensinler diye. Erkeğinin yanında güçlü, onurlu, dimdik dursunlar, erkekten bir adım geride değil, yanyana ve omuz omuza yürümeyi bilsinler diye.  


 Kadının toplumdaki ve aile içindeki yerinin güçlendirilmeye, eşitliğinin ve güvenliğinin sağlanmasına şiddetle ihtiyaç vardır. Ne yazık ki ülkemizde bu konuda kayda değer, hedefe yönelik ciddi adımlar atıldığı söylenemez...

n y tartaç






24 Kasım 2014 Pazartesi




 Atatürk; 

"Cumhuriyetin fedakar öğretmenleri; yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. 

Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Yeni nesli bu özellik ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir." demiştir.

Bugün, aydınlık ve çağdaş bir Türkiye için öğretmenlere dün

olduğundan daha çok ihtiyacımız var.

Başta Başöğretmen Ulu Önder Atatürk olmak üzere;

Bir köy enstitüsü mevzunu olan ve öğretmenlik mesleğinde yaptıklarıyla hep onurla gururla andığım  Babacığımın,


Öğretmenlik mesleğinde babasının yolunda yürüyen, umutsuz vaka gözüyle bakılan çok öğrencisinin bugün saygın yerlerde bulunmasında önemli pay sahibi olan kardeşimin,

Aile akraba ve yakın çevremdeki değerli öğretmenlerin,

Ve bloger ve face'de tanıdığım, çok değerli öğretmen arkadaşlarımın

  ÖĞRETMENLER GÜNÜ kutlu olsun






22 Kasım 2014 Cumartesi

ÇIKAR AĞZINDAKİ BAKLAYI





Güçsüz bırakır bazen 
güçlü görünmek.

Her zaman mutlu, 
neşeli, memnun olamazsın ya.

Her şey yolundaymış  
gibi yapma...  
Yorulursun.

 Bir kez olsun,
 bırak gitsin gözyaşlarını

Ağla zırla, bağır çağır, 
isyan et...

 Çıkar ağzındaki baklayı

 bir kere de sen küfret... 

Gün görmemiş
bağrı açılmamış
 ne kadar küfür varsa

aklına geleni say gitsin ardı ardına.

Bu düzenin çarkında dönüp duran;

 irisine, ufağına, gelmişine geçmişine...

 " Dünya malı dünyada kalır... " diyerek

garibanı "Bir lokma, bir hırka " ya razı yaşatıp

 "Deveyi hamuduyla yutan"  o 'mallar'a

küfret gitsin ağız dolusu

 Amaan sen de! Ayıpsa ayıp

bir kez de sen yık duvarlarını  


            nurten y tartaç


19 Kasım 2014 Çarşamba

SÖZ !



Tamam tamam, söz!

Bu yıldönümünde üzülmek yok...


Sileceğim anılarımda saklı acı dolu yüzünü


söz;


en güzel, en mutlu halinle hatırlayacağım artık seni.


Madem, tüm dertlerini geride bırakıp, 


sıyrılıp tüm kederlerden,

 tüy gibi hafiftin giderken

o halde;


biliyorum,


umuyorum...


Mutlusundur şimdi sen...


Çevrende cıvıldayan cennet kuşları, 


başında binbir çiçekten derlenmiş bir taç,


belki yanında tek aşkın, biricik eşin var.


Ve melekler yoldaşın olmuşlar...


söz!

ağlamayacağım artık bu yıldönümünde


          nurten y tartaç










9 Kasım 2014 Pazar

MİNİCİK SILA'CIK



Çıkıp çöp bidonunun tepesine oturmuş minik kız. Üç, bilemedin dört yaşında. Yaradanın boş zamanına rastlamış besbelli. Eni konu özenmiş yaratırken. Allah'ım o nasıl bir güzellik öyle. 

İçinde kaybolduğu poşetlerden birine daldırdı minikcik elini. Çürük bir muz bulup çıkardı, soymadan yemeğe başladı. Yanlarından geçmekte olan bir çift dönüp baktı. İlgilerini çekmişti manzara. Erkek olanı adını sordu önce. "Sıla" dedi minik. "Biraz şöyle bakar mısın..?" dedikten sonra telefonuyla fotoğrafını çekti küçüğün. Ve fotoğrafa bakıp gülüşerek devam ettiler yollarına. 

Yalnız değildi Sıla. Sanırım annesiydi yanındaki onsekiz-ondokuzunda, üflesen uçuverecekmiş gibi duran genç kadın. Sırtında bir bebesi daha vardı. Yün hırkasının kollarını kesmiş, yelek yapmış, yeleğin eteğini beline sıkıca bağlamış çocuğunu oturtmuş içine. Anakucağı benzeri bir tasarım yani.  İçinde oturduğu yuvasında sadece başının bir kısmı göründüğü için kız mı erkek mi olduğu belli olmayan bebek yerinden memnun gibiydi. Büyük olasılıkla yine çöpten bulunup eline verilmiş mandalinayı, yeleğin kolundan çıkardığı eliyle ağzına götürmeye çalışıyordu beceriksiz hamlelerle.

Anne bir süre geride durup etrafı süzdükten sonra kızının içinde olduğu bidonun yanındaki diğer çöp bidonuna daldırdı kafasını...

***

Bir kez daha kahrettim adaletsiz sisteme. Kahrettim dünyanın yarısı açlıktan kırılırken, mutlu azınlığın çatlayana, patlayana kadar yeyip, yediğinden fazlasını israf etmesine. Aymazlığa, duyarsızlığa, umursamaz, aldırmazlığa bir kez daha isyan ettim...

Bir parçacık daha adil olamaz mıydın be dünya..?

Herkes eşit olmasın, tamam, bu imkansız. Ama bu kadar da uçurum olmak zorunda mıydı yaşamlar arasında..?




7 Kasım 2014 Cuma

ŞİMDİ BAK BAKALIM GEÇİP GİDEN YILLARIN ARDINDAN ...




Hep birşeyleri beklemekle, hep istemekle geçer hayat.

Çocukken büyümeyi beklersin dört gözle. Bir büyüsen dünyanın düzenini değiştireceksindir, öyle sanırsın.

Öğrenciysen okul bitsin, okul biter, bir işin olsun, işe girersin, kariyer yapmak istersin. 

Çalışıyorsan hafta sonunu beklersin dört gözle; "ahh! cuma olsa da, ertesi gün erken kalkma derdi olmadan uyusam öğlene kadar." diye.

Ev kadınısındır, "pazartesi olsun, herkes işinin başına gitsin, kafamı dinleyeyim." dersin. 

Kadınsan da erkeksen de, hep; gelecek ay mali durumu biraz daha düzeltmeyi bekler durursun. 

Bir yuva kurmak istersin. Hani; pembe pancurlu olanından."Nohut oda bakla sofa olsun ama mutlu kahkahalarımız çınlasın duvarlarında." dersin

Çocuğun olur; "agu" desin, yürüsün, "anne - baba" desin, okula başlasın, şu okulu bir bitirsin, evlensin diye beklersin. Yetmez, toruna torbaya karışayım istersin.

Emekli olup keyfince bir dünya kurmak istesin kendine. Çocukları kendi yuvalarına uçurmuşsundur çoktan. Şöyle "ohh" deme vakti gelmiştir artık. "Tutayım eşimin de elinden alayım başımı gideyim. Nerede istersem orada yaşayayım" dersin. 

Hep birşeylerin olmasını bekleyerek, hep bir fazlasını isteyerek ömrünün en güzel yılları geçip gidivermiştir bir çırpıda... Yeni farkedersin...

Eee! bütün bir ömür; o olsun, bu olsun, şunu da halledeyim, bunu da yapayım dedin durdun. Da.. nooldu şimdi..? 

Hayat bitti farkında mısın..?




4 Kasım 2014 Salı

CEHENNEM DERESİ











En yüce duygudur sevgi. İki karşı cinsin birbirlerine duyduğu sevginin en uç noktası, sınır tanımazı, kabına sığmazı, formülsüz ve mantıksızıdır aşk... Güzeldir. Her yaşta.

En güzel aşk en zor olanıdır demişler.(!) Kavuşmak için dağlar delmek, çöllere düşüp akıldan olmak da vardır sonunda. Ve sanırım ki; aşk için çarpan kalpler özel kalplerdir. Değerini bilmek gerek.

Eğer aşkı bulmuşsanız sıkı sıkı sarılmalısınız. Siz ebediyete kadar içinizde yaşatabilirsiniz ama aşk sizi beklemeyebilir... bekleyemeyebilir... Ertelemeyin ...

                                             ***

Sevgili Gülsen Hoca'mın romanı Cehennem Deresi'ni okudum. Hala etkisindeyim. AMA AŞKOLSUN HOCAM o nasıl bir finaldi öylee. 

Kısa, süsleyip püslemeden, dolandırmadan, direk hedefe /anlama/  yönelik yalın ve anlaşılır cümlelerle, çarpıcı bir... bir mi..? iki aşk hikayesi anlatılıyor kitapta. Ve biri diğerinin gölgesinde bırakılmadan. Romanın kahramanları öyle güçlü karakterler ki; bir bakıyorsunuz, tanıdık sizden biri oluvermişler. Kitabı okuyup bitirdikten ve kütüphanenizde layık olduğu yere yerleştirdikten sonra; Nihan'ı, Ercan'ı, Aysel'i, Erhan'ı düşünüp onlar adına duygudan duyguya savrulur buluyorsunuz kendinizi.

 Okumalısınız 

Sevgili Hoca'm elinize kaleminize ve aşk dolu yüreğinize sağlık olsun, çok güzeldi.






1 Kasım 2014 Cumartesi




SEVGİLİ GÜLSEN HOCA 'MIN  ROMANI CEHENNEM DERESİ'Nİ OKUYORUM ZEVKLE

HEYECANLA VE MERAKLA :)











31 Ekim 2014 Cuma




Ne zor şey çaresizlik Allah'ım. 

Ermenek Kömür Ocağında göçük altında kalmış bir madencinin annesi eline aldığı küçük bir çöple su tahliye borusunun altındaki tümseği kazmaya çalışıyor. Su tahliyesi kesintiye uğramasın diye. Onbin metreküp su var ocakta ve dev gibi borularla yapılmakta tahliye işlemi. Ama kenarda oturup bekleyemiyor yüreği yanık ana. Sanıyor ki, umuyor ki... Ya da ummuyor, sanmıyor artık. Uyuşmuş beyni, düşünemiyor. Yavrusu bu soğukta yüzlerce metre aşağıda sular içinde günler ve gecelerdir. Sadece bu var aklında. Elindeki minicik çöple toprağı kazarak yardım ediyor yavrusunun tonlarca suyun içinden çıkmasına, çıkarılmasına. 

Başka bir ana oğlunun resmini öperek soruyor etrafındakilere; "oğlum yüzme bilmez ki, ne yapar orda..?" diye.

" Gitmiş midir..? Bana mı söylemiyorsunuz.." diyor yaşlı bir baba gözyaşaları içinde...

Allah'ım ne zor şey canının parçasını çaresizce beklemek...

Bir mucizeye sarılarak,  günlerce ölüp ölüp dirilmek ne zor...

***

Daha 301 madencimizin acısı dinmemişken bir yenisi daha yaktı yüreklerimizi.

Hiçbir şey değişmedi. İlkel, çağdışı maden ocaklarında çalışan maden işçileri üç kuruş için bile bile ölüme gitmeye devam ediyor hergün. 

 Birileri daha çok kazansın diye, birilerinin kaderi kömür karası mı olmalı hep..?

 Değişmez mi bu yazgı..?

***
Bu yazıyı dün gece yazmış ve  "Değişmez mi bu yazgı..?" demiştim.

Değişmez...

 Tv yi açmak için uzandığımda; acaba bir mucize olmuş mudur, madenden sağ çıkan işçi müjdesi alır mıyım umudundaydım.  

"Meyve hasatına giden mevsimlik işçileri taşıyan minibüs devrildi ve 16 kişi öldü 26 kişi yaralı..." haberiyle sarsıldım. Kapısı kapanmayan eski, 22 kişilik bir minibüse 46 kişiyi tıkıştırmışlar (!) Minibüs, freni patlayıp şarampole yuvarlanmış ve bu elim kazaya neden olmuş. 

Kader deyip geçmeli miyiz..? 

İşsizlik bu kadar artmışken, üstüne milyonlarca Suriyeli, Kobanili aç susuz işssiz de eklenirse iş gücü ucuzlar doğal olarak. İş güvenliği, işçi hakları hatta yaşam hakkı falan /kimi/ işverenin umurunda olmaz. İşveren işinin yürümesine, az ücretle aşırı kar sağlama yollarına bakar ve böyle ortamlarda emek sömürüsü tavan yapar. 

Ciddi yaptırımlar uygulanmadıkça torba yasadan çıkan sonucu bile kendi lehine çevirir /kimi/ işverenler. (Birkaç bin lira para cezası ödeyip kurtulmak, çalışma saati kısaldığı için yemeği madenin içinde yedirmek, yemek parası vermemek, hatta maaşları bile düzenli ödememek falan gibi.) Neredeyse kölelik sistemi... 

Taşeron sistemine son verilmedikçe, bağımsız, gerçekten çalışanın çıkarlarını koruyan sendikalar oluşmadıkça, sivil toplum örgütleri güçlenmedikçe, işsizlik oranını düşürmek için yeni isdihdam alanları yaratılmadıkça,

Bir iki üç beş kez olsa belki kader der geçeriz üzülerek. Ama neredeyse her sabah benzer kaza haberlerine açıyorsak gözlerimizi, 

bu kader olamaz...


nurten y tartaç
9 Kasım 2014

28 Ekim 2014 Salı

SEN GİDİNCE



Babalarının nazlı kızları

Büyüyüverirlermiş bir anda

Gölgesine sığındıkları o koca çınar

Göçünce sonsuzluk ülkesine

Büyüdüm ben de çaresizce

Ansızın... Hem de bir bayram sabahında

Bırakıp gittiğinde BABAM...

Tozlu albüm sayfalarında sarardığında yüzün

Ve sandık diplerinde söndüğünde gülüşün

Anılar kaldı geride

Bir de kokun ...

Memleketine her gittiğimde

Toroslar'ın zirvesindeki karda

Yaylada çoban türküsünde

Çukurova'nın çatlak topraklarında

Portakal, turunç, nar, incir kokusunda

Sabah buğusunda kara üzüm salkımında

Sen varsın...

Uzanmışsın ulu bir çam ağacının altına

Başının altında kenetlenmiş ellerin

Gözlerin kapalı

Rüzgarda sallanan yaprakların uğultulu ritminde

Bir türkü dilinde...

Sanki ... Sanki yanıbaşımdasın hala

Capcanlı hayalinle...



          nurten y tartaç

          29 Ekim 2014

27 Ekim 2014 Pazartesi

DEĞİŞMELİ BU DÜZEN


Bir gün değişecek bu düzen

değişmeli...

Umudum yok, ben göremem.

Belki çocuklarım da görmeyecek

ama mutlaka değişecek...

Değişmezse;

kendi kusmuğunda boğulacak dünya

susuz, ağaçsız, topraksız

yağmursuz, rüzgarsız

güneşsiz, aysız, yıldızsız kalacak

ve yok olacak.

Eğer bindiği dalı kesmeye devam ederse insanlık ...



  nurten y tartaç



20 Ekim 2014 Pazartesi

KISSADAN HİSSE




Bir gün bir baba oğluna timsahla kaplumbağanın öyküsünü anlatır ve der ki;

" Bir timsah kaplumbağayı yutmak için kovalamaya başlar. Tam yakalayacakken kaplumbağa sıçrar ve bir ağaca tırmanır."

Çocuk öykünün burasında hayretle keser babasının sözünü.

" Yapma baba yaa! Olur mu öyle şey? Kaplumbağa hiç ağaca çıkar mı?"

Baba;

" Çıkması lazımdı  oğlum, çıkması lazımdı. Kurtulması için ağaca çıkması lazımdı, çıktı..."

********

Gücünüzün sınırlarını bilemezsiniz. Bir düşünün; pes etmeden önce her yolu denediniz mi ..?


14 Ağustos 2014 Perşembe

ISRARSIZ ÖZGÜRLÜKLER




Bir gece kuşu çığlığında hapis; cesaretsiz, ısrarsız özgürlükler...

Koyu karanlıklardan kaçıp, ay ışığına sığınmış çocuksu korkular...

Sahibinin peşinden koşarken tökezler, aksak, yeknesak gölgeler

Ve

kaybolur gider gökyüzüne bakarak kurulan hayaller,

yüzyıllar önce sönmüş yıldızların, yalancı ışıltısında ...


          nurten y tartaç

        ( 14 Ağustos 2014 ) 

28 Temmuz 2014 Pazartesi

BAYRAM GELMİŞ...


 Bayram; özlemek demek nicedir benim için. İçimin burkulması, yüreğimin yanması, gözlerimde iki damla yaş demek her bayram sabahı. Annemin dolmalarının, baklavasının tadını damağımda hissetmek, masayı hazırlamış balkonda bekliyor olduğunu hayal etmek demek.

Ana evinde baba ocağında olsaydım da, bayram sabahı kudursaydım yine sinirden.

"Anne yaa! bi rahat ver. Bayramsa bayram. Hazır iş yok, evdeyim. Bi bırak da uyuyayım. " diye homur homur homurdanarak yorganı tepeme çekseydim iyice.


Annem başucumda, " hadi ama bi gelen olacak.  Kahvaltımızı yapalım da ortalığı toparlayalım."


"Kim gelecek sabahın köründe Anne yaa! bi git başımdan uykum varr."


İnatla tepemde bekleyip;  "Ben kahvaltıyı hazırlarken sen de şuraları bi yalayıver deseydi. ( Şuraları yalayıvermek; paspas yap demektir Annemin dilinde. Hani ben onun gibi dip köşe itinayla yapmıyorum da, paspası söyle bir dolandırıveriyorum ya... İşte onun adı yerleri yalayıvermektir.)

Sinirden kıpkırmızı olmuş bir durumda yorganı tekmeleyerek hışımla kalksaydım da, Annem arkamdan kıs kıs gülseydi. " Ohh! kaldırdım ya sonunda. " der gibi. Zafer kazanmış kumandan edasıyla.

Artık yoklar... 
Kocaman özlemleri taşıyor yüreğimden. Hele de bayramlarda. :(

Annelerle, babalarla, kardeşler, dayılar, amcalar, teyze ve halalarla kısacası kocaman kalabalıklar içinde ve kahkahalarla her gününüz bayram olsun.

 BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN








26 Haziran 2014 Perşembe

GÜNAYDIN



Gece boyunca yastıkla yorganla savaşıp, sabaha karşı yorgunluktan sızıp, sabah matkap sesiyle güne merhaba demenin tahmin edilebilecek o ruh hali içindeyim.

Tam bir buçuk aydır her sabah benim beynimi delik deşik etmeyi başaran ama o evi dele dele bitiremeyen eli matkaplı işçi kardeşim; maksadın ne senin? On yüz milyon bin torba toprak çıkardın dışarı. Daha nereye kadar kazmayı düşünüyorsun? Arzın merkezine ulaşmaya falan mı çalışıyorsun..?  En 'içten duygularımla,' dünyanın tüm çiçeklerini sunmak istiyorum sana ve sana tabii ki sevgili komşum...


Uyandığımdan beri matkap sesi yok . aslkfdrfgm vcytrtogflknofd

23 Haziran 2014 Pazartesi

GEL İŞTE




Öyle bir gel ki

eş dost, konu komşu, 


çoluk çocuk

hatta dilenci

her kimsen işte...


Gel

Sen kapıyı çaldığında

kulaklarım çınlasın

ruhumda çiçekler açıp

kalbim yerinden oynasın

senin bir dünya gülüşün olsun

dünyalar benim olsun...


Gel işte

    nurten y tartaç
 

21 Haziran 2014 Cumartesi

ÖZGÜVEN



Başarılı, saygı duyulan, takdir edilen, kariyer sahibi, yüksek sosyal statüye sahip ya da fiziksel çekiciliği fazla olan kişilerin özgüvenlerinin daha yüksek olduğu  yönünde bir öngörü vardır. Genellikle de böyledir.

***


Dün bir genç kız gördüm 14-15 yaşlarındaydı. İnce düz biçimli kaşlarının altında adeta ona paralel uzanan güzel ela gözleri kirli suratında ışıldıyordu alaca karanlıkta. Arkası sıra çektiği, kocaman torba şeklindeki iki tekerlekli kağıt - mukavva toplama aracını çöpün yanına çekti. Bulduğu mukavva atıkları ayaklarının atında ezip küçülttükten sonra tıktı torbanın içine. Arabasını çekiştirerek biraz uzaklaştıktan sonra yol kenarında durdu. Yemenisini sıyırıp aldı başından. Uzun kumral saçlarını arkada toplayıp  yemenisiyle bağladı. Şalvarını belinden biraz daha aşağıya indirdi. Tişörtünün eteğini büzdürüp yanda düğüm yaptı. Türk filmlerinden bir sahneden esinlenmiş olmalıydı. Sonra arabasının kollarına geçirdi yine kollarını, biçimli dudaklarını ıslattı bir güzel ve bağıra bağıra bir türkü söylemeye başladı, arabasını ardı sıra sürüklerken. 


Yürüyüş yapıyorduk Merih'le. Yorulmuş bir banka oturmuştuk. Onu izlediğimizin farkındaydı. Başkaları da vardı yürüyen ya da oturan. Hiç aldırış etmedi. 

Sesi mi..? Güzeldi :)

Geçenlerde bir alışveriş merkezinin arkasında araba park yerine giderken rastladığım  çingene kız da beni çok şaşırtmıştı. İncecik bedenini öyle bir esnete esnete ve dimdik yürüyüşü vardı ki; değme mankenlere taş çıkartacak cinstendi doğrusu. Dönüp baka kalmıştım özgüvenine  hayranlıkla. Sadece ben mi, çevrede kim varsa dikkatlerini çekmişti.


Anlaşılan; kişinin özgüveninin yüksek olması, toplumdaki konumuyla o kadar da ilgili değil. Kendisiyle barışık ve hayata gülerek bakabilen, bulunduğu durumun farkında olan, eksikliklerini kabul eden hatta bunlarla dalga geçebilen insanlarda özgüven daha yüksek herhalde. 


Sorunlarımızı ya da eksikliklerimizi yapabildiğimiz kadarıyla gidermeye çalışmalıyız elbette ama değiştiremeyeceklerimizi gözümüzde iyice büyütüp dert etmek yerine,  kabullenmek bize kendimizi daha iyi hissettirecektir mutlaka.Ve bu da özgüvenimizi artıracak, hayatı daha kolay kılacaktır sanırım...

O halde haydi! kusurları boşverip, gülümseyelim kendimize :)






27 Mayıs 2014 Salı

MASALLARA İNANDIĞIM ZAMANLARA DÖNESİM VAR





Oyun oynamak istiyorum toprak sokakta. Topumu en uzağa fırlatmak ve koşmak deli gibi peşinden. Yüzükoyun düşmek, toprağa bulanmak istiyorum. Varsın kızsın annem, noolcek. :) Ve erik ağacına tırmanmak istiyorum. Hammış, çağlaymış kime ne? Doldurayım ceplerime. İnerken bacaklarımı çizdireyim. Kanasın... Ve kabuk bağlasın çabucak yaralarım. Unutayım hemen acısını. 

En büyük korkum babamdan sonra eve girmek olsun. Ama yenileyim oyunda yine, ebe ben olayım. Oyun uzasın geç kalayım eve. Kızsın babam "kocaman kız oldun, büyü artık. Oğlan çocuğu gibi gece yarılarına kadar sokaktasın." diye. Tutsun kulağımdan çeksin. Hissetmeyeyim acısını. Daha çok avuçlarım acısın, sıyrıldığı için biraz önce ağaçtan inerken.. Avuçlarımı yalarken, utanayım yalnızca birazcık. "Büyüdüm mü gerçekten..?" diye...  Bana hiç de öyle gelmesin ama. Daha yemekte bebeklerime takılsın gözlerim. Son lokmayı yutup alelacele koşayım yanlarına. Elbiseler dikeceğim bugün onlara. Gündüzden saklamıştım annemden kumaşları. Hele ortalık bi sakinlesin, el ayak bi çekilsin, herkes kendi işine dalsın, çıkarayım kumaşları.  Daha  yeni atmışken elimi makasa yine yakalanayım anneme. Nasıl da görüyor bilmem ki..? Arkasında gözü mü var ne..? 

Sonra... Hafta sonu olsun. Bir Hint filmi gelsin Fabrikalar Sineması'na. Annem tuttursun 'bu filmi görmek istiyorum' diye. O'nun dediği olsun bu kez. Gidemeyelim 'Ayşecik Şeytan Çekici' filmine. İdare edelim annemin hatırına Hint filmiyle. Dönüşte her zamanki gibi faytona binelim. Arnavut kaldırımlı taş sokaklarda gece yarısı atların nalları yeknesak sesler çıkarsın. Bize ninni gibi gelsin bu sesler ve  eve gidene kadar uyuyalım kardeşimle. "Hadi kızım uyan, bak geldik." desin Babam. "ıı ııhh... " gibi sesler çıkarayım ama uyanmayayım. Aslında uyanmış olayım da uyuyor numarası yapayım, Babamın kucağında girmek için eve.

 Dut ağacına dalsam yine komşu bahçede... Havva Teyze hala bekliyor mudur acaba, elinde çalı süpürgesi..? Kızar mı yine, " daha demin toplayıp vermedim mi?" diye.  Yoksa o da anlamış mıdır artık; çocuklar doymaz eline verilince. Kendisi çıkmak ister ağacına. 


 Kırsam saatin zembereğini, durdursam zamanı o anda. Hiç yaşlanmamış olsam, hiç büyümemiş, çocuk olsam hatta... O kasabada, o sokakta, tam da o yaşta, seyyar dondurmacı kuyruğunda.

Dur yapma hayat! yorma, incitme!  ölümlerle, zulümle... Dönerim çocukluğuma, saklanırım ceviz ağacının ardına, bulamazsın beni bir daha. 

Ve annemin "bir varmış bir yokmuş. Kaf dağının ardında ..." diye başlayan masallarıyla uykuya dalar, rüyalarımda masallarda gezer, uyandığımda masallara inanmaya devam ederim... 


N Y Tartaç


26 Mayıs 2014 Pazartesi

OYSA, ÇOK BASİT BİRŞEY İSTEMİŞTİK...




Ne istemiştik ki, 
bu kadar zor... 

Güneşe dokunmak, 
rüzgarı yakalamak 

Hiç olmazsa uçup
 kuşlarla yarışmak

Gerçekleşsin diye dileklerimiz
 gökkuşağının altından geçmekti istediğimiz...

Bu dileğimiz de mi zordu, 
 kabul olmadı 


    nurten y tartaç
     

11 Mayıs 2014 Pazar

DÜNYANIN EN MUTLU ANNESİ ...




Gözünüzde kederli bir gölge görsem

ırmaklarca, derelerce coşar, çağlar gözyaşlarım.

Siz bilmezsiniz

 üzüldüğünüzde bir yumruk tıkar boğazımı,

 yutkunamam

boğulurum ben.

Hele bir damla yaş varsa göz pınarlarınızda,

bir de süzülüverirse sessizce yanaklarınızdan aşağıya

güneş bile kavrulur, yakar kendini o anda...

 Ay ve yıldızlar söner, kararır dünyam

volkanlar patlar tam kalbimin üstünde...

Siz gülünce;

gül açar gönlümde.

Dalım yeşerir, tomurcuklanırım 

bahar gelir yeniden.

Kuşlar uçururum umuda doğru siz mutluyken.

Capcanlıysa hayalleriniz içinizde

 dimdikse omuzlarınız hayata karşı


yılmamış, yorulmamış, pes etmemişseniz zorluklarda

ve sırt sırta, omuz omuzaysanız her şartta

İşte o zaman

Ahh! işte o zaman ...

 DÜNYANIN EN MUTLU ANNESİYİM BEN


ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN




7 Mayıs 2014 Çarşamba

ANNELİK İŞTE





Annelik; yanındaki yavrusuna sarılırken, uzaktaki yavrusunun

hasretiyle yanmak ve birinin kokusuyla diğerinin özlemini 

gidermeye çalışmaktır. Ve bir yavrusunun üzüntüsüyle

hıçkırıklara boğulurken, ötekinin mutluluğuyla 

kahkahalar atmayı becerebilen tek yaratıktır anne. Öyle ki; 

ne birine üzüntüsünü, ne diğerine sevincini belli eder. Ya 

kırılırlarsa diye. (iki çocuklu bir anne varsayıyorum. Üç- dört- 

beş çocuklu bir anneyi düşünemiyorum bile. Çünkü bir anne 

çocuklarının sayısınca parçaya böler kalbini. Her bir parça 

başka çocuğu için atar. )

***

Anne; "25-30 yaşına gelmiş çocuğuna; "noolurr bi lokmacık 

daha alsan... Çok az yiyosunn ..." Ya da hava 30-32 derece

 sıcakken; "Acaba hırka da mı alsaydın yanına..." diyendir.

***

Bir anne çocuğunun telefonda 'alo' derken ki ses tonundan, 

ya da sadece gözlerine bakarak; o günü nasıl geçirdi, mutlu

mu -mutsuz mu canını sıkan birşey mi oldu, sınavı nasıl

geçti, aç mı, susuz mu, uykusuz mu ..? 

hepsini bir çırpıda anlayıverir :)) ( Bazen abartabilir ama

hoş görmek gerek. Anadır ne yapsa yeridir :))

***
Karşılıksız tek sevgidir bir annenin yavrusuna duyduğu sevgi. 

Ve etiketinin karakterinin şöyle üstün, böyle düzgün olması

 sevgisinin derecesini değiştirmez. Dünyanın en güzel ve 

eşsiz çocuğu kendisinin çocuğudur.. Boşa mı demişler;

' kuzguna yavrusu şahin görünür ' diye. :)

***

İncecik narin parmaklarıyla yavrusunu okşayan anne elleri,

ona uzanan bir el gördüğünde, yırtıcı bir aslan 

pençesine dönüşüverir. Ki; neler yapabileceğini tahmin bile 

edemezsiniz.

***
Ve; 

Annelik; son nefesten önceki o son dönemeçte bile, güçlükle

gözlerini aralayıp, " Söz ver! üzülmeyeceksin..." demektir ...

***


Nurten Y Tartaç