31 Ocak 2013 Perşembe

EN GÜZEL MANZARALARA EN DAR YOLLARDAN ULAŞILIR



"EN GÜZEL MANZARALARA EN DAR YOLLARDAN ULAŞILIRMIŞ"

 Ya da buna benzer bir sözdü.  Tam emin değilim ama farketmez anlaşılıyor sözün özü.  Yok öyle ucuza,  emeksiz zahmetsiz iyi yemek.  Yani "ne kaa ekmek, o kaa köfte"

***

 Zaman zaman bahsi geçer yazılarımda;  iki dağ arasında, yemyeşil bir vadide kurulmuş doğa harikası Babamın köyünün. Yıllar önce oraya gittiğimiz bir keresinde; amcamlar, kardeşim ve beni ata bindirmiş ormanda geziye çıkarmıştı.- belki de katırdı emin değilim :)-  İnanılmaz güzellikte bir ormandan geçiyorduk.  Güçlükle ilerlediğimiz dar patika dışında el  ayak değmemiş, ulu ve gür ağaçların olduğu, ürkütücü, aynı zamanda da müthiş güzel bir manzara uzanıyordu gözlerimizin önünde.  Zaten korka korka oturduğumuz, sıkı sıkıya yapıştığımız at üzerinde, daracık patikalardan geçerken ağaç dallarından korunmak için sık sık atın üzerine iyice yapışmak zorunda kalıyorduk. Güneş, ağaçların yaprakları arasından, koyu gölgeli ormana, titrek, pırıltılı ışık oyunlarıyla süzülüyordu. Yeşilin her tonunun,  kızılın, morun, kahverenginin muhteşem uyumuna doyup, kapatmıştım gözlerimi amcamın uyarısıyla her çeşit kuşun böceğin cıvıltısına kulak vermek için. "Dinleyin" diyordu. "Dinleyin, bak şu öten ibibik kuşu. Bülbülün ötüşünü duyuyor musunuz? En güzel öten kuştur bülbül. Bir de görseniz, minicik gösterişsiz birşeydir. Asla tahmin edemezsiniz o sesin ondan çıktığını..." Sonradan konuşurlarken duymuştum ki; yılan da varmış o ormanda akrep de ve başka vahşi hayvanlar da. Biz mest olmuş bir halde manzaraya dalmış  ilerlerken, büyükler yılan, akrep gibi hayvanların atı ürkütmemesi için tedirgin ve tetiktelermiş. Kıvrımlı patikada ağaç dallarından sakına sakına, yokuşlarda atın sırtından kayıp düşme korkusuyla çığlıklar ata ata, epeyce yükseğe tırmandığımızı hatırlıyorum. Yolun sonuna geldiğimizi söyleyip bizi attan indirdiklerinde, uzun süre at sırtında oturmaktan, tir tir titriyor, ayakta durmaya zorlanıyor kendiliğinden bükülüveriyordu zavallı bacaklarım. Olduğum yere yığılmıştım dilim bir karış dışarda.  Kendimi kasmaktan nasıl da yorulmuştum. Sanırsınız ben atı taşımıştım sırtımda onca yol boyunca. Kendime gelip başımı şöyle bir kaldırdığımda gördüğüm manzara doyumsuzdu. Sık ağaçlar bitmişti. Yemyeşil bir düzlükteydik şimdi. Biraz ilerimiz derin bir uçurumdu ve tam karşı yamaçtaki dağdan akan şelalenin gürültülü sesi bulunduğumuz yerden bile sesimizi bastıracak güçteydi.    Şelale derin uçurumun kucağıdaki bir dereye dökülüyordu. Bu kadar yüksekten kıvrımlı incecik bir ip gibi gördüğümüz bu dere,  ilerde baraj gölüne ulaşacak olan koca bir nehirdi.

Birçok kez gittim Babamın köyüne daha sonraki yıllarda. Yine orman gezilerine çıktım. Doğa yine güzeldi ama çocukluğumda gittiğim o patika yolu bulamadım. Artık herkesin kolayca gelip geçtiği yollar açılmıştı ormanın içinde. Ve artık benim hayalimde kalan o masalsı güzelliği yoktu vadinin de, uçurumun ve dibindeki derenin de. Güzel ama sıradandı herşey.

*** "En güzel manzaralara en dar yollardan ulaşılırmış." Sanırım çok zor ulaştığım için sonunda gördüğüm manzara beni o denli büyülemişti...

***

Madem zoru seversin, sen özelsin. Evet öylesin, özelsin... Ve madem seçtin en zoru, su koyvermek yok yarı yolda.

Kim olsa yürür düz yolda.

 Yırtmadan üstünü başını, yaralamadan dizini ellerini, ter dökmeden, takatsiz kalmadan; dik yamaçları, sarp kayalıkları aşıp ta zirveye ulaşan olmuş mu hiç..?

Sayılı insan görür zirveyi.  Sanma ki;  gittikleri yolda yılmamış, pişmanlıklar yaşayıp pes edip geri dönmeye kalkmamışlardır.  Onlar da isyan etmiştir mutlaka;  herşeye herkese hatta kendine.  Düzene...

Önemli olan;  silkeleyip tozunu toprağını, doğrulup,  devam etmektir yola...

Göreceğin manzara değecektir herşeye...  Göreceksin ...

N Y Tartaç (Çınar)

- Aralık  2011 -

29 Ocak 2013 Salı

S .O .S :)

Benim canım arkadaşlarım !!! 

 Yine bir maruzatım var benimm :)) 

 Off! Zaten hiç anlaşamadım ben bu arayüzle ya. Şimdi de eski bir yazımı, lüzumu üzre :)) tekrar yayınlamak istiyorum ama başaramıyorum bir türlü. 

 Konu hakkında bilgisi olan dostlarımdan rica etsem, bana yardımcı olabilirler mi acaba..?

 (Şeyy bir de; fazla olmayacaksam... internetten bir yazı indirmek istediğimde neden yazı fontu değişiyor ve neden bunu da düzeltemiyorum ben bir türlü..?  Bir de bu konuda yardım rica etsem... :)) 

 Şimdiden teşekkürler

 Sevgiler

24 Ocak 2013 Perşembe

BEYNİMDE TEPİNENLER



Farklı hikayelerin baş karakterleri girmişler kolkola,  dansetmekteler pistte.

Ne alakaysa..?  

Nerden tanıyorsunuz ki  birbirinizi ?

Ne zaman aynı, ne de mekan ...

Pekii o halde, nasıl buluştunuz aynı yerde?  

Yormayın artık beni ... 

Uyumak istiyorum ... 

Çıkın gidin beynimden,  dönün kendi hikayelerinize.  



15 Ocak 2013 Salı

Ne güzel şeymiş doğumgünü çocuğu olmak, bu yaşta bile :)

Sanırsınız ... yaşıma değil de,  onsekize girmekteyim :))

Ayaklarım yerden kesildi, pırr diye uçuvereceğim bir kuş gibi mutluluktan.

Eşim, çocuklarım, dostlarım ahbaplarım, arkadaşlarım, yakın ve uzakta ama kalpte yeri olanlarım.

Şımartmayın beni bu kadar ama yoksa yarında beklerim :))





11 Ocak 2013 Cuma

YETER Kİ İSTE ...



Zordur bazen,

ölümüne bir çaba ister yaşamak


Tutunabilmek için hayata, yol bulup,  nefes alabilmek için bir nebze, parçalamak gerekir sert kalıpları  kimi zaman.



Ve,  iste yeter ki... Azmin önünde durabilecek güç yoktur 



Çanakkale'den döndüğümde bu şekilde buldum çiçeğimi. Öyle sevdim, öyle taktir (!)  ettim ki gayretini,  önce fotoğraflayıp sonra değiştirdim saksısını :))

9 Ocak 2013 Çarşamba

SENİ SEVİYORUM ÇANAKKALE :)





(Bari yine ordan burdan eften püften konularla, suya sabuna dokunmadan yazıp parmaklarımın sesini keseyim. Ve yine uslu bir kız olup :) 'asıl'  yazdıklarımı silip atayım.  Kendi sağlığım -pardon parmaklarımın sağlığı-  açısından)

En iyisi, şu bitmek tükenmek bilmez Çanakkale maceralarımdan bahsedeyim yine.

Bu kez de başaramadı Çanakkale beni kendinden nefret ettirmeyi. Tüm uğraşlarına rağmen.

Şu dört yıl içinde çektiklerimi bir ben bir Allah ve bir de tabii ki, blogumu devamlı okuyan siz sevgili dostlarım biliyorsunuz.

Ahh ah! Yine adımımı attığım anda başladı benim sabrımı denemeye bu güzeller güzeli, aynı zamanda da hayırsız, sevgimin değerinden habersiz şehir. O aptal ıslatan yağmuru, o deli rüzgarıyla ve kaldırımsız, dar, delik deşik edilmiş sokaklarında bavulumun tekerleğini kırarak kucakladı beni kendine has selamıyla. 

Epeyce uzun süren gripten henüz tam olarak kurtulamadan, içimden gelen "Gitmelisin!"  sesine kulak verip,  bavulumu kaptığım gibi Alper'in yanında aldım soluğu. Aman ne iyi etmiş de gitmişim. Alp'imin yeni evi minicik bir stüdyo daire. Doğalgaz henüz bağlanmamış,  kalorifersiz. "Noolcek bea..? Burada sürekli oturan ailelerin bile bir çoğu ufoyla ısınır kışın" demişlerdi evi kiralarken. İnandık...

"Onlar ısınabiliyorlarsa, bu küçücük alan haydi haydi ısınır. Alırız bir ufo koyarız bir köşeye olur biter."  Öyle değilmiş işte.  Ev buz gibi. Hani öyle böyle değil. Abartısız buz gibi bir ev. Mutfağa girip;  yeşermiş, hatta yaprak çıkarmaya meyletmiş, biraz daha dursa çiçek de açacakmış izlenimini veren (tamam burada biraz abartmış olabilirimJ) bulaşıkları yıkamaya niyetlendim gider gitmez ama ne mümkün. Musluğun altına parmaklarımı bir uzatıp bir çekiyorum, donuyor. Zaten lahana gibi giyinmişim kımıldamakta zorlanıyorum.  Açtım telefonu Merih'e "I ıh" dedim "Bu böyle olmaz. Bir çare bulmak lazım."  Benim sevgili kocamın süper zekası derhal çözümü buldu tabiiJ  "Tek çare soba kuracaksınız. Evin nemini kurutmanız lazım.  Nem nedeniyle o kadar soğuk hissediyorsun." dedi. "iyi de,  nasıl olcek bu iş..? Hadi sobayı bulduk. Nasıl kuracağız..? "  Gözünden hiçbir şey kaçmaz ya, tarif etti "Ben" dedi  "İşte, hani şurdan dönünce şöyle bir sokak vardı ya, orada görmüştüm sobacı. Alper bilir. Gitsin oradan bir odun sobası alsın."  "Eee alalım da, sonra..?"  

Eee si, arkadaşıyla gittiler soba aldılar. Oduncudan da iki torba odun. Sobayı kurdu Alper'in arkadaşı. O'da odun sobası yakıyormuş işi biliyor ya. Bir güzel de yaktı sağolsun. Önceden alıp hazır ettiğimiz kestaneleri sobanın üstüne dizdik hemen, yılların özlemini gidermekteki sabırsızlığımızla. Ama biz sobayı yakıyoruz,  evin içi beş dakika fırın gibi, yarım saat sonra git sobanın üstüne otur koltuk niyetine. O denli soğuk. "Yok" dedik,.  "Bir şeyi ters yapıyoruz. Bu böyle olmamalı." Gittim yazın tanıştığım komşulara sordum. "Böyleyken böyle oluyor. Bizim sobamız neden hemen soğuyor..?"  "Koca kadının sorduğu soruya bak."  bakışlarını gizlemek gereğini duymadan, uzun süre güldüler tabii önce. Sonra dediler ki; "E yanmaz tabii, sen tutuşturma tahtası yakıyorsun. Meşe kütüğü alacaksın. O yavaş yavaş yanar ve hemen soğumaz"  Ertesi gün elime tutuşturdukları telefon numarasını çevirip " Şeyy… Ben kütük isteyecektim..."  dedim. "Ne kütüğü, ne demek istiyorsunuz..?" dedi telefonun öteki ucundaki ses. "Pot kırdım galiba..." diye düşünürken, neyse ki anladı meşe odunu istediğimi de iki torba odun geldi beş dakika sonra kapıya. Güzel de bu kez de, ıslak ne kelime, neredeyse üstünden şıpır şıpır su damladığı için yaktıydım, yakacaktım diye gün boyu uğraşıp dururken bir de baktım odun yine bitmiş.

 Neyse efendim çok uzattım. Dönmemize iki üç gün kala soba yakmayı öğrenmiş hatta keyfini bile çıkarmaya başlamıştım. Meşe kütüğünün, kütüklerin efendisi olduğunu da öğrenmiş bulundum bu arada.

Sonra; iki kere çamaşır makinası bozuldu. Fırını fişe takınca  evin  sigortası attı, fişi tamir ettik binanın sigortasını attırdık. Onları da tamir ettirdim. (evdeki aletlerin bozulması nemdenmiş.) Binanın televizyon anteni bozukmuş onu yaptırdım. Apartmanda oturanların hepsi öğrenci ve  otomat aidatını hiç ödememişler, onu ödedim. Televizyon bozuldu Merih Ankara'dan yeni televizyon yolladı. 

Ama bütün bu aksilikler benim her sabah deniz kıyısında kahvaltı yapmama, kordonda martılar eşliğinde yürüyüşlere çıkmama, yaş ortalaması yirmi iki- yirmi beş arası olan arkadaşlarımla Donanma'da her fırsatta okey oynamama ve inadına Çanakkale'yi sevmeme engel olamadı. J)

3 Ocak 2013 Perşembe

 Yeni bir yıl böyle geldi çanakkale'ye.  Hep böyle coşkulu hep böyle güzel geçsin bütün yıl.






















Birşey dikkatimi çekti paylaşmadan geçemeyeceğim.  Hani bu yeniyıl kutlamalarını gavur icadı-geleneği- diye tamamen reddeden kesim var ya.  İşte tam da öyle bir aile idi  Çanakkale'de Alper'in komşusu aile. (konuşmaları, savundukları fikirler ve genel görüntüleriyle) Çok iyi insanlar çok yardımları oldu bazı konularda bana. Ama yeni yıla daha üç gün vardı ve onlar yılbaşı çamlarını salonun başköşesine yerleştirmiş  süslemişlerdi çoktan.  "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu " idi anlayamadım...