26 Kasım 2012 Pazartesi
GELECEĞE UZANAN KOLLARIMIZDIR AĞAÇLAR
Severim doğayı.
Hem öyle böyle değil.
Çığlık çığlığa severim.
Delice...
Sevmekle kalmaz
gökte buluta kardeş , yağan yağmura yoldaş olmak isterim.
Alsa beni koynuna şu sıradağlar, birlikte uzansak sonsuza derim.
Ağaçta yaprak olsam ; baharda tomurcuk, hazanda sararıp, solsam...
Toprak olsam bereketli. Bire bin versem.
Gül olsam... Bülbül konsa dalıma... Kızarsam hicabımdan.
Bir damla su olsam; nehirlerle, ırmaklarla buluşup, ummana karışsam.
Gökte koca kanatlarıyla süzülen şahin, yerde ürkek ceylan olsam.
Severim ben; kızgın güneşi, tipiyi, karı, ot bitmez üryan dağları, çorak toprakları bile.
Kızgınlığım bu yüzden...
En güzel parçasıyken bu eşsiz doğanın,
adam gibi adam olamayanlaradır öfkem.
Talana yağmaya izi verene, rant için ormanlar yok edene.
Bundandır bir ağaç kestiler diye, ayağa kadırmam siteyi.
Bundandır o ağaç devrildiğinde, sol yanımda başlayan sızı
24 Kasım 2012 Cumartesi
ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN
Erdemli meslektir öğretmenlik. Çünkü yeni nesilleri onlar yetiştirmektedirler. Ne ile doldurulursa küçücücük öğrenmeye aç taze beyinler, büyüyüp toplumda belirli kademelere geldiklerinde o yönde şekillendireceklerdir toplumu.
Başöğretmen Atatürk'ün dediği gibi
Öğretmenler; yeni nesli Cumhuriyetin fedakar öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin becerinizin ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır. Cumhuriyet: fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Yeni nesli, bu özellik ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir.
Aydınlık ve çağdaş Türkiye için öğretmenlerimize, dün olduğundan daha çok ihtiyacımız var bugün.
Başta Başöğretmenimiz Ata'mız olmak üzere
Çok değerli öğretmen blog dostlarımın
Köy enstitüsü mevzunu bir öğretmen olan ve mesleğinde yaptıklarıyla büyük gurur duyduğum, (önceki yıllarda yazılarımda bahsetmiştim haksızlıklara karşı direnişini ve bu nedenle ordan oraya sürülüşünü) yel değirmenlerine karşı yalnız başına savaş veren benim canım Babacığım'ın
(Gerçi bir okulda iki yıl üstüste okuyamadığım için hep, sınıfın yenisi, yabancısı olup, kalıcı arkadaşlıklar kuramasam da, Babam benim ilk ve en büyük kahramanım oldu daima.)
İçimde derin yaralara neden olsa da, gözünde yaş görmeye kıyamadığım; öğretmenlik mesleğinde babasının yolunda yürüyen, umutsuz vaka görülen çok öğrencisinin, toplumda saygın yerlere gelmesinde önemli rolü olan Kardeşim'in
Sülalemin yarısının /öğretmen olan/ :)
Ve çağdaş, aydın, mesleğinin üstüne yüklediği sorumluluğun bilincindeki tüm öğretmenlerin,
ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN
23 Kasım 2012 Cuma
ESKİ MASALLARI ÖZLEDİM
Eski masallar geldi aklıma durup dururken, gecenin bu saatinde. Annemin anlattığı türden; içinde tepegözlerin, kurukafaların, devlerin olduğu masallar. Aradım internette bulamadım. Dedekorkut masalları var yalnızca, çocukluğumun masallarına benzeyen.
Eğlenmek için fazla seçenek olmadığından olsa gerek, Annem beni ve kardeşimi hemen her akşam dizinin dibine oturtur masal anlatırdı. Neredeyse masal kadar uzuun mu uzun süren bir girizgahtan sonra ...
"Develer tellal, pireler berberken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken, babam düştü beşikten, anam düştü eşikten. Az gittim uz gittim bir de baktım ki; bir arpa boyu yol anca gitmişim." Falan diye başlayan masalın olmazsa olmazı tekerlemeler.
Masallar korku filmi gibiydi eskiden. Ama birazdan tir tir titreyip Annemin eteklerinin altına gireceğimi bile bile, can atardım yeni bir masal dinlemek için. Masal vakti yaklaştığında her istediğini yapardım anlatmaktan vazgeçmesin diye de.
O masalları Annem hayattayken kaleme almadığıma çok pişmanım. Ailede kalan birkaç büyüğün hafızalarını zorladım böyle masallar biliyorlar mı diye, kimse hatılamıyor. Eski baskı binbirgece masalları kitabı varmış bir zamanlar Dayımda ama o da kayıpmış.
Kuru kafaların kulaklarına taktıkları kovalarla sular taşıdığı, babalarının verdiği üç oku aynı ağaca saplayıp ayrı ülkelere giden üç kardeşin, bir adımda ormanları devirip yerle bir eden devin masalı ve daha birçokları...
Güçlü ama kötülerin, iyilik, dürüstlük karşısında hep yenilmeye mahkum olduğu o eski masalları bilen kimse var mıdır hala acaba..?
17 Kasım 2012 Cumartesi
SÖZ ...
Suç bende değil
Tek suçlu kasım
Gökteki kara bulutların yansıması gözlerimdeki buğu
Yaş değil süzülen, sonbahar yağmurları yağmakta gözlerimden .
Ben değilim soğuk sokaklarda şaşkın savrulan, kuru yapraklar düşmüş dallarından.
Bu yıldönümünde, toplayacağım tüm sevdiklerini
Neşeyle anlatacağız yaptıklarını
Sen gittikten sonra olanları
Baş köşede oturup, gülümseyeceksin inci dişlerinle
"Söz ver, üzülmeyeceksin ardımdan" demiştin ya Anam ...
Söz...
Bu kez
Boğacağım hıçkırıkları kendi nefesimde
14 Kasım 2012 Çarşamba
ALBÜMDEKİLER
Bir senfoni değil midir bir bakıma hayat ...? Gözyaşlarımızın, kahkahalarımızın, coşku ve kederlerimizin ve tüm saklı duygularımızın notalarda buluşması, can bulması ... Alçalıp yükselirken o ahenkli tınılar, en çok da hasretlerimiz değil midir titreten yüreğimizin telini..?
" Gülse, kendisine ufak adacıklar yaratmaya, bu adacıklar üstünde hayal köşkleri kurmaya başlamıştı ... Adalarının arasındaki gidiş gelişlerinde bindiği kağıttan kayıklarının dümeninde hep notalar ve kelimeler oldu. Zaman zaman sel olup bentleri aşan bu hasret selinde, bu kayıklar, yani notalar cümleleşen kelimeler, gittikçe büyüyerek bir senfoniye ve şiire dönüşüp o'nu boğulmaktan kurtarmıştı... "
Sevgili Gülsen Hoca'mın Albümdekiler kitabını okumak istemiş ama bulamamıştım. Sevgili Mehmet Arkadaşım 'ın kitapla ilgili övgü dolu güzel yazısına yorumumda, kıskandığımı (ki gerçekten kıskanmıştım. :)) yazmıştım.
Blogumdaki yorumlar köşesinde; "Adresini verirsen kitabı gönderebilirim..." cümlesini okuduğumda, bu çok zarif, ince davranış karşısında sevinçten havalara uçup, koca bir çığlık atmıştım:) Tekrar tekrar çok teşekkürler Gülsen Hoca'm.
Merih el koydu tabii derhal kitaba "önce ben okuyayım" diye. Üstelik "Ben bitireyim sen sonra oku" dediği için de onun okuyup bitirmesini bekledim sabırsızlıkla. E herkes benim gibi bir çırpıda okuyacak değil ya, kaç gündür bekliyorum bitirsin diye.:)))) ( Umarım okumazsın bu yazımı:))))
Gerçekten de bir çırpıda okunacak bir kitaptı. Akıcı duru bir dille yazılmış. Olaylar mekanlar hemen yanı başımızda, bildik tanıdık bizden. Kiliseden bozma, üç katlı yüksek tavanlı evin bahçesinde koştum hatta bir ara. Ardımda Gülse ...
Serhan; yerine getiremediği sözünü tutup, geç de olsa karısına piyano aldığında, özünde iyi bir insan olduğuna hükmetmiştim ama karısı yine kız doğurduğu için evini bırakıp gitti diye de kızdım.:)
Ahh! kim derseniz en etkilendiğim kararkter ... Sanem elbette. İsyankar inatçı dik başlı duruşuna karşın, yılmayan pes etmeyen herşeyin üstesinden gelmeyi başaran, Serhan'sız da yapabildiğini kanıtlayan güçlü bir kadın. Ödediği bedeller ağır da olsa...
Sanem; kocasının tüm karşı koymalarına rağmen Gülse'yi okutmaktaki israrı ve bu konuda yaptıklarıyla, insan hayatında /güçlü/ anne faktörünün ne denli önemli olduğunu gözler önüne sererken beni kendine hayran bıraktı.
Hiçbir tesadüfün tesadüfi olmadığını anladım bir kez daha...
Çilekeş anne ve sadık eş Mihriban'ın hasretle, umudunu kesmeden beklediği kocası Hafız Ali'ye kavuşmasında ve piyanist kadının Gülse'nin müzik yaşamına başlamasındaki tesadüflerin rolü,
tüm karakterler ve mekanlar, kaderin ağlarını ördüğü kilit merkez Ardanuç, olaylar zinciri içinde ne güzel işlenmiş.
Üzüldüm Gülse'nin yerine koyarak kendimi; insan birgün de yaşayacaksa, sevdiğiyle yaşamalı diye...
"Her çocuk, annesi ölene kadar çocuktur" derler. (S: 162) Ahh! ne doğru bir söz...
Gözlerimin önünde, Gülse'nin albümündeki sararmış fotoğraflardan tanıdığım onlarca yüz ve kulaklarımda yüzyıllar gibi gerilerden gelen kendi hasretlerimin senfonisi, içimde buruk bir hüzün, gözlerimde iki damla yaşla kapattım kitabımın son sayfasını...
Kitaplığımdaki yerini aldı ALBÜMDEKİLER. Sevgili Gülsen Hoca'mın ikinci kitabı çıkana kadar sağ yanı boş kalacak:) Ve ben o anı sabırsızlıkla bekliyor olacağım.
İyi ki varsınız ve iyi ki tanıdım sizi. Hayat bundan sonrası için hep güler yüzlü olsun size Canım Gülsen Hoca'm...
10 Kasım 2012 Cumartesi
10 . 11 . 12 ( 10 KASIM 2012 ) ANITKABİR
Büyük bir coşkuyla, yenilenmiş inancım, büyüyen umutlarımla dönmüştüm ki Anıtkabir'den, Siirt'te askeri bir helikopter düştüğü ve 17 askerimizin şehit olduğu haberini aldım.
Tam 17 can, 17 kınalı kuzu, 17 yiğit daha şehit oldu. Satıraralarına sıkışarak...
Ne söylenir de bir ananın yüreğine düşen ateş söndürülebilir bilmiyorum.
Çok üzgünüm. Bir tek, mekanları cennet olsun diyebiliyorum :(((((((
***
Ata'mı anmak için Anıtkabir'deydim bugün biliyorsunuz.
Önce Tandoğan'da buluştuk, sonra Anıtkabir'e yürüdük. Yürümek lafın gelişi. Aslında bir ucu zaten Anıtkabir'deydi kalabalığın. Bu soğukta ve bu yağmurda; insanı bir vatan sevgisi düşürür yollara, bir de Ata'sına sevdası... Hem de yurdun dört yanından Ankara'ya ulaşmak için bütün gece yol gelmiş, uykusuz yorgun olarak...
Daha önce de çok ihtişamlı kalabalıklar gördüm Anıtkabir'de ama hiç bu kadar iğne atsan yere düşmez, muhteşem bir kalabalık görmemiştim şimdiye kadar. Aydınlık ve güler yüzlü, kızları erkekleri gençleri yaşlıları çocukları hepsi birbirinden güzel insanlardı...
Mozolenin önünden geçemedik, izin verilmedi. Nedenini bilmiyorum. Ama tam iki saat kalabalıkta hiçbir eksilme olmadan alanda bekledik. Nöbet tuttuk...
Anıtkabir'e gidemeyen ama bugün kalbi orada atan arkadaşlarımın selamını, minnetini ve sonsuz sevgilerini ilettim Ata'ma...
İlk defa bu yıl 10 Kasım bir yas günü değil de, şölen havasında geçti çünkü bugün orada herbiri Atatürk milyonlar vardı.
8 Kasım 2012 Perşembe
BEN ŞEYY YANİ, DEMEK İSTİYORUM Kİ...
Ben sivrisinek değilim... Karaböcek, hamamböceği, kalorifer böceği gibi herhangi bir haşere de değilim.
Terörist değilim. Yaşlı başlı, üfürsen uçar bir ev hanımıyım nihayetinde:)) Karanlık kişilerle, hiç işim olmaz, uzaktan bile görmüşlüğüm yoktur böylelerini. Vatanı bölmek gibi bir niyetim de olamaz. Tek bir karışı için canımı veririm seve seve. Askere gidip savaşamasam da topla tüfekle, gerekirse tencere tava oklavayla, kanımın son damlasına kadar savunurum ülkemi elimden geldiğince.
Ve;
Bu ülkeyi yoktan var etmiş, çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarmış o büyük kahramana, bağımsızlığımızı borçlu olduğumuz Ata'ma saygı ve minnetimi sunmak için 10 Kasım'da Anıtkabir' de olmayı planlıyorum. Bu benim görevim herşeyden önce...
Bu nedenle; Sevgili polis çocuklarım, bir böcekmişim gibi gaz sıkmayın bana o gün... Lütfen... En organik olanınından bile. Hem, bu bünye alışık değil organik şeylere, alerji falan yapar. Tazyikli su da sıkmayın e mi..? Hava serin olur üşütürüm. Ya da uçar giderim bir ağaç tepesine. İndir indirebilirsen artık...
Yani kısacası; 10 Kasım'da Ata'mı ziyaret edeceğim ...
nurten y tartaç
8 Kasım 2012
5 Kasım 2012 Pazartesi
RÜYALAR GERÇEK OLSA
Bir deniz,
turkuaz rengi bir deniz uzanıyordu uçsuz bucaksız.
Gök turkuaz ...
deniz mi rengini vermişti gökyüzüne,
gökyüzü mü boyamıştı denizi rengine, bilinmez.
Bir bulut ki; bembeyaz...
Boşaldı turkuaz rengi gökten, karıştı dalgalara.
Sarmaş dolaş oldular, büyüdüler ...
Köpük köpük coşup, yalçın kayaları dövdüler.
Dövdüler, dövdüler ...
Sabırla inatla ...
Un ufak oldu koca kayalar, çakıl taşlarına döndüler.
Gökte martılar tempo tutuyor,
dansediyordu denizde balıklar. İrili ufaklı, kırmızılı beyazlı...
Hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden alımlı ...
Bir rüyaydı elbet.
Hayra yormalıydı ...
Ahh! Dedim, ahh! rüyalar gerçek olsa ...
4 Kasım 2012 Pazar
KİM KORKAR 21 ARALIKTAN
Şu Maya takviminde - Maya tabletleri - 21 Aralık 2012 tarihinin zamanın sonu olduğunu yazıyormuş ya; - daha doğrusu Maya takvimi bu tarihte son bulduğu için böyle bir inanış gelişmiş. - Kimileri bunu dünyanın tamamen yok olacağına yorarken, (kıyamet günü) kimileri de; bunun insan ırkının yeni bir gelişim evresine ulaşması için yaşanması gereken bir dizi döngüyü içerdiğini savunmaktalarmış. Yani ikinci sava göre; 2012 yılı insanlığın yükselişinin başlangıcı olacak,(uyanış- değişim- dönüşüm açısından) bu dönemde yaşadığımız çağ sona erip, yeni bir çağ başlayacakmış.( Google a 21 aralık 2012 yazdığınızda bu konuda düzinelerce yazı bulabilirsiniz. Ben okudum iyice kafam karıştı:))
Bazı bilimadamlarına göre de; Altı gün içinde Dünya'nın tamamen değişeceği iddia ediliyor.
Foton Kuşağının merkez alanına girilmesiyle birlikte, yaşanılması beklenen fiziksel ilk etkileşimler şu şekilde sıralanıyor yayınlanan bir çok raporda:
1. gün: 21 Aralık 2012'de kör bölgeye giriş, tüm canlıların beden tipinin değişmesi, hiçbir elektrik aygıtının çalışmaması, tam karanlık.
2. gün: Atmosfer basıncının düşmesi, herkesin kendisini şişmiş hissetmesi, Güneş'in yeterli ısıtamaması, dünya ikliminin soğuması. (buzul çağı soğuğu)
3.-4. gün: Atmosferin şafak vakti gibi sönük bir ışıkla aydınlanması, foton etkisinin başlaması, foton enerjili aygıtların çalışabilir hale geçmesi, yıldızların yeniden gökyüzünde belirmeleri.
5.-6. gün: 24 saatlik gündüz devresine giriş, kör bölgeden çıkıp ana foton kuşağına giriş, tüm canlıların güçlenip zindeleşmeleri, dünya ikliminin ısınması, foton ışınıyla çalışan gemilerin uzayda yolculuk yapmaya başlaması, telepati, telekinezi gibi psişik yeteneklerin ortaya çıkışı (uyanış, süperbilinç)
Tespit, bilimsel araştırma ya da adına her ne diyeceksek işte, hangisi doğru hangisi deli saçması bilemeyeceğim ama az kaldı o tarihe nasıl olsa, yaşayıp göreceğiz hep birlikte. Beni asıl hayrete düşüren, milleti bir korkudur almış. Ne yapacaklarını bilemez durumdalar. Evde erzak istif etmeliler mi, korunmak için ne yapmalılar falan diye düşünmekteler eni konu. (Gerçi herkesinki can da benimki patlıcan mı? Değil tabii:) Hafiften tırsıyorum elbette. Hiç olmazsa çocuklarım yanımda olsaydı o gün :)
Hatta İzmir'in Selçuk ilçesinin Şirince köyüne akın başlamış bu nedenle. Otellerin doluluk oranı şimdiden yüzde yüze ulaşmış. Çünkü; Dünyada kendilerini "Mavi Enerji Grubu" olarak nitelendiren bir grup, 21 Aralık 2012' de sonlanan Maya Takvimine dayanan inançları çerçevesinde, kıyametten, yeryüzünde sadece Şirince ve Fransa'nın güneyinde Bugarach köyünün etkilenmeyeceğini düşünüyorlarmış(!)
Aslında; eğer 21 Aralık dünyanın sonu olacaksa, bunda bir sorun yok /olmamalı. Hep birlikte gideceğiz işte öbür tarafa. Kimseyi geride bırakmayacağız. Geride kalıp da acı çekmeyecek kimse gidenlerin ardından.
Yok eğer; bu bir aydınlanma - gelişim - uyanış çağı olacaksa ohh! ne ala, yaşasın!!!
Hem, ilk uyanış başladı bile... İkincisi 10 Kasım'da...
Bazı bilimadamlarına göre de; Altı gün içinde Dünya'nın tamamen değişeceği iddia ediliyor.
Foton Kuşağının merkez alanına girilmesiyle birlikte, yaşanılması beklenen fiziksel ilk etkileşimler şu şekilde sıralanıyor yayınlanan bir çok raporda:
1. gün: 21 Aralık 2012'de kör bölgeye giriş, tüm canlıların beden tipinin değişmesi, hiçbir elektrik aygıtının çalışmaması, tam karanlık.
2. gün: Atmosfer basıncının düşmesi, herkesin kendisini şişmiş hissetmesi, Güneş'in yeterli ısıtamaması, dünya ikliminin soğuması. (buzul çağı soğuğu)
3.-4. gün: Atmosferin şafak vakti gibi sönük bir ışıkla aydınlanması, foton etkisinin başlaması, foton enerjili aygıtların çalışabilir hale geçmesi, yıldızların yeniden gökyüzünde belirmeleri.
5.-6. gün: 24 saatlik gündüz devresine giriş, kör bölgeden çıkıp ana foton kuşağına giriş, tüm canlıların güçlenip zindeleşmeleri, dünya ikliminin ısınması, foton ışınıyla çalışan gemilerin uzayda yolculuk yapmaya başlaması, telepati, telekinezi gibi psişik yeteneklerin ortaya çıkışı (uyanış, süperbilinç)
Tespit, bilimsel araştırma ya da adına her ne diyeceksek işte, hangisi doğru hangisi deli saçması bilemeyeceğim ama az kaldı o tarihe nasıl olsa, yaşayıp göreceğiz hep birlikte. Beni asıl hayrete düşüren, milleti bir korkudur almış. Ne yapacaklarını bilemez durumdalar. Evde erzak istif etmeliler mi, korunmak için ne yapmalılar falan diye düşünmekteler eni konu. (Gerçi herkesinki can da benimki patlıcan mı? Değil tabii:) Hafiften tırsıyorum elbette. Hiç olmazsa çocuklarım yanımda olsaydı o gün :)
Hatta İzmir'in Selçuk ilçesinin Şirince köyüne akın başlamış bu nedenle. Otellerin doluluk oranı şimdiden yüzde yüze ulaşmış. Çünkü; Dünyada kendilerini "Mavi Enerji Grubu" olarak nitelendiren bir grup, 21 Aralık 2012' de sonlanan Maya Takvimine dayanan inançları çerçevesinde, kıyametten, yeryüzünde sadece Şirince ve Fransa'nın güneyinde Bugarach köyünün etkilenmeyeceğini düşünüyorlarmış(!)
Aslında; eğer 21 Aralık dünyanın sonu olacaksa, bunda bir sorun yok /olmamalı. Hep birlikte gideceğiz işte öbür tarafa. Kimseyi geride bırakmayacağız. Geride kalıp da acı çekmeyecek kimse gidenlerin ardından.
Yok eğer; bu bir aydınlanma - gelişim - uyanış çağı olacaksa ohh! ne ala, yaşasın!!!
Hem, ilk uyanış başladı bile... İkincisi 10 Kasım'da...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)