Madem 'Bir sudur akar zaman.'
Boğulmaktansa azgın sularda,
akalım engin denizlere nehirlerle ırmaklarla.
Yağmur olup, kar olup yağalım yeniden yeryüzüne.
Koca bir kartopu yapalım gece karanlıkta...
Bir kibrit çakalım, alevi sevgi olsun.
Yakalım kartopunu bile...
Eritelim buz tutmuş yürekleri de...
Akalım...
Çağlayalım çağlayanlar boyunca.
Bir yunus olalım, karışalım okyanusa...
Ayın şavkını düşürüp denize,
yol gösterelim gemilere.
Şu koskoca evrende yaşayalım sevgiyle...
İlk yaprak düşerken takvimlerden.
Yeşersin kalplerimizde dostluk tohumları yeniden...
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN... YUVANIZA HUZUR, YÜREKLERİNİZE SEVGİ DOLSUN.
30 Aralık 2011 Cuma
27 Aralık 2011 Salı
YAŞAMALI GÖNLÜNCE ...
Yıllar yılları kovaladı durdu.
Çok yıllar geldi geçti, çok...
Biri birine uymadı, günlerin ayların yılların.
Ne çekip gidenin, ne yeni gelenin.
Ben onları, onlar beni eskitti.
Hırpaladık durduk birbirimizi...
Öyle yıllar oldu ki, aldı götürdü en sevdiklerimi.
Küstüm... yaşamadım saydım o yılları.
Yeniden can verdi;
bir kuşun şakıması, rüzgarın uğultusu, yağmurun sesi...
Uçsuz bucaksız yaylalarda bir doru atın sırtında
dörtnala koşturduğum zamanlar da oldu,
attan düştüğüm de tepe taklak...
Zaman oldu;
kanat çırptım neşeyle bir bulutun peşinde
eteklerimde ziller, dilimde sevda türküleri.
Hayallere daldım bazen.
Uzanıp bir yıldız aldım gökten,
saçlarıma taktım çiçek misali.
içimde bahar dalları açtı binbir renkli...
Kimi baharlar;
yüreğim ellerimde kara kışlar gibi geçti gitti.
Yaz yağmurlarıyla ıslandı bazen gözlerim,
bir martılarla, bir dalgalarla dertleştim.
Hüzün bulutlarıyla sarmalansam,
hazan yaprakları gibi savrulsam da dört yana,
sevdim sonbaharları da...
Yaş aldım, yaşlandım,
öğrendim;
karlı sıra dağların kucaklaşması da güzelmiş
kar beyaz bulutlarla...
İyileşirmiş zamanla o en derin yaralar,
izleri kalsa da...
Anladım ki;
takvimler hangi yılı yazarsa yazsın,
yaşamalıymış hakkıyla,
yazları da kışları da.
Yaşamalıymış insan gönlünce
henüz karakış dayanmadan kapıya...
n y tartaç
21 Aralık 2011 Çarşamba
İŞTE BEN BUYUM ...
Sevgili Mehmet Bey mimlemiş beni. Çok teşekkürler
Mim konusu: Yedi maddede ben...
Kendi hakkımda yedi gerçek yazacakmışım.
Bu yaşa geldim, ben kendimi tanıyamadım daha. ( Bu kadar karmaşık bir yapım var yani:))) Beni size yedi maddede nasıl tanıtabilirim bilmiyorum ama deneyeceğim.
Kendi hakkımda yedi gerçek... Hem de yedi gerçek... Yedi tane sırrım yok ki gerçekleri açıklayayım buradan tüm dünyaya. Olsa açıklarım vala billa.:))
Amaa!!!
Bir dosttan mim gelmiş hediye, cevaplamak düşer bize, hem de zevkle.
Hımm! Bi düşünelim bakalım...
işte ben... benim gözümle tabii :))
1) Oldukça hoşgörülü ve yumuşak huyluyum. Sanırım... Yani bence öyleyim :)
2) Birşeyi kafama takmaya göreyim, eninde sonunda, ne yapar eder yaparım. Zor ya da imkansız tanımam. Yeter ki karar vereyim o şeyi yapmaya. (Valla abartmıyorum )
3) Bazen çok unutkan olabiliyorum. Hani bir fıkra vardır: Biri arkadaşına dert yanıyormuş; "Azizim o kadar unutkan oldum ki, akşam ne yediğimi hatırlayamıyorum" Arkadaşı; "Çok şükür benim öyle bir sorunum yok. Şeytan kulağına kurşun." deyip, tahtaya vurmuş tık tık diye. Sonra da tahtaya vurduğunu unutup kapı çalıyor sanmış ve seslenmiş " Kim ooo?" :) hani bu derecede değilse de unutkanım işte bazen :)
4) Doğayı çok severim, bir minicik örümcek görsem basarım çığlığı.
5) Duygularımı uç noktalarda yaşarım. Mutluluğumu da acılarımı da. Bu nedenle; yaşadığım üzüntüler, acılar çok yıpratıp derin izler bırakıyor bende.
6) Hoşgörülü bir insan olmama rağmen, kesin ve katı kurallarım vardır aynı zamanda. Mesela; ilişkilerimde ölçülü ve saygılı olmaya özen gösteririm, karşımdakilerden de aynısını beklerim. Sınırlarımı zorlayanları hayatımdan çıkartmakta tereddüt etmem. ( Bak; bu gerçeği yazarken farkettim. Ay! korktum kendimden.)
7) Dostluğa çok önem verir, dostlarımla gurur duyarım. Küçük bir aileye, çok sayıda dosta sahibim.
Öyle ki; gecenin bu saatinde "gel sıkıntım var" desem, hiç tereddütsüz koşacaklarını bildiğim birçok dostum var. Herkesin övündüğü birşey vardır ya, işte ben de bununla övünürüm...
Gerçeği yalnızca gerçeği söylediğime yemin ederim :))))
Mim konusu: Yedi maddede ben...
Kendi hakkımda yedi gerçek yazacakmışım.
Bu yaşa geldim, ben kendimi tanıyamadım daha. ( Bu kadar karmaşık bir yapım var yani:))) Beni size yedi maddede nasıl tanıtabilirim bilmiyorum ama deneyeceğim.
Kendi hakkımda yedi gerçek... Hem de yedi gerçek... Yedi tane sırrım yok ki gerçekleri açıklayayım buradan tüm dünyaya. Olsa açıklarım vala billa.:))
Amaa!!!
Bir dosttan mim gelmiş hediye, cevaplamak düşer bize, hem de zevkle.
Hımm! Bi düşünelim bakalım...
işte ben... benim gözümle tabii :))
1) Oldukça hoşgörülü ve yumuşak huyluyum. Sanırım... Yani bence öyleyim :)
2) Birşeyi kafama takmaya göreyim, eninde sonunda, ne yapar eder yaparım. Zor ya da imkansız tanımam. Yeter ki karar vereyim o şeyi yapmaya. (Valla abartmıyorum )
3) Bazen çok unutkan olabiliyorum. Hani bir fıkra vardır: Biri arkadaşına dert yanıyormuş; "Azizim o kadar unutkan oldum ki, akşam ne yediğimi hatırlayamıyorum" Arkadaşı; "Çok şükür benim öyle bir sorunum yok. Şeytan kulağına kurşun." deyip, tahtaya vurmuş tık tık diye. Sonra da tahtaya vurduğunu unutup kapı çalıyor sanmış ve seslenmiş " Kim ooo?" :) hani bu derecede değilse de unutkanım işte bazen :)
4) Doğayı çok severim, bir minicik örümcek görsem basarım çığlığı.
5) Duygularımı uç noktalarda yaşarım. Mutluluğumu da acılarımı da. Bu nedenle; yaşadığım üzüntüler, acılar çok yıpratıp derin izler bırakıyor bende.
6) Hoşgörülü bir insan olmama rağmen, kesin ve katı kurallarım vardır aynı zamanda. Mesela; ilişkilerimde ölçülü ve saygılı olmaya özen gösteririm, karşımdakilerden de aynısını beklerim. Sınırlarımı zorlayanları hayatımdan çıkartmakta tereddüt etmem. ( Bak; bu gerçeği yazarken farkettim. Ay! korktum kendimden.)
7) Dostluğa çok önem verir, dostlarımla gurur duyarım. Küçük bir aileye, çok sayıda dosta sahibim.
Öyle ki; gecenin bu saatinde "gel sıkıntım var" desem, hiç tereddütsüz koşacaklarını bildiğim birçok dostum var. Herkesin övündüğü birşey vardır ya, işte ben de bununla övünürüm...
Gerçeği yalnızca gerçeği söylediğime yemin ederim :))))
19 Aralık 2011 Pazartesi
GÜNÜN UYANDIRANLARI ...
"Aaauğuuoo !!! Auvvvdıooafff !!!" Bir gülümseme yayıldı yüzüme, gözlerim kapalı. Büyüyor diye geçirdim içimden. Sesler henüz kelimelere dönüşmedi ama büyük gayret içinde, olacak, yakındır. " saat 08 00 olmalı. Babasının kucağına kurulmuş; baba asansörü çağırmış, annenin çıkması bekleniyor sanırım. Her sabahki gibi. Ve gürültüyle kapanan asansör kapısının sesi , uzaklaşan aaooğuavv sesleri... İçime neşe veriyor bu minişin, her sabah ve her akşam aynı saatlerde apartmanı çınlatan hayat dolu, 'taze' çığlıkları.
Merdiveni tercih etmiş aceleci ayak seslerinin bir bayana ait olduğuna karar veriyorum. Önce tok tok tok, uzaklaştıkça tık tık tık diyen sesler, bence tupuklu bir ayakkabı ya da çizmeden geliyor.
Şu, hiç susmayan, sanki, saatlerdir son hızla akıp duran suyun sesi bir küveti dolduruyor olmalı.
Derinden gelen çocuk ağlamasının ve birkaç kişinin sabah sohbetinin, dışardan gelen korna seslerine karışması.
Gözlerim hala kapalı, bedenim kımıldamamakta dirense de beynim güne başladı çoktan, dolaşıyor evin içinde. İşe bulaşık makinasını boşaltmakla başlamalı. Makinaya sığmayıp elde yıkanmışları da yerlerine kaldırmalı. Misafir ağırlamayı severim. Hele de; hoş sohbet, derin hukuk ve edebiyat bilgisi olan, kendisine ait, o güzel şiirlerden ya da ezbere bildiği ünlü şairlerin şiirlerinden, güzel ses tonuyla ve hakkını vererek okumakta hiç nazlanmayan, yakın siyasi tarihimizle ilgili bilgilerinden zevkle faydalandığım/ız/ ve geçenlerde 81. yaşgününü kutladığımız dayıcığımla sohbetin tadı dünyalara bedel tabii. Ama arkadan mutfağı toparlayıp, tabak çanağı yerlerine yerleştirmek çok sıkıcı diye geçiriyorum içimden... Çok yorgunum aslında, bugün hiçbir şey yapmasam... "Önce nefis bir ziyafet çeksem kendime..." Olmaz..! Dün tüm kurallar çiğnenmişti. Bugün çok az yemeliyim ve dışardan gelen, sitenin, "öz" simitçisinin "simiiidiiyee! " diye bağıran tok ve davetkar sesine kulaklarımı tıkamalıyım.:)
Hemen karşımızdaki okulun kararsız; /belli ki zamansız uyarı/ diye düşündüğüm, bir kez çalıp susan teneffüs ziline kulak kesiliyorum bu kez yattığım yerden. Zil dediysem; o bizim zamanımızdaki gerçek zil sesi değil şimdikiler. Şimdilerde hareketli melodilerle teneffüs ya da ders saati duyuruluyor öğrenci ve öğretmenlere. Arada da anonsla; " Sevgili çocuklar, şimdi ders saati, lütfen sınıflarınıza..." diye uyarıyor mekanik bir ses çocukları kibarca. Okuldan gelen bu sesleri çok nadir duyuyor olduğumu farkediyorum hayretle. Çocuklar orada okurlarken; her teneffüs, öğretmenler zili, müdürün konuşması, öğretmenlerin yüksek tonda ikazları, hepsini duyardım oysa. Artık bunların beni ilgilendirmediğini düşününce bir rahatlık sarıyor benliğimi. Sanki; oğullarım karşıdaki okulu yeni bitirmişler, ya da ben bunu, şu anda farkediyorum.
Gözlerim açılmıyor, bedenim yatağa yapışmış direniyor ama çoktan mesaisi başlamış beynim didikleyip duruyor kalk diye...
Nihayet kendimi yataktan spatulayla sıyırıp; günün ortasından bir yerden de olsa, bugün de katılıyorum hayata, kaldığım yerden...
Merdiveni tercih etmiş aceleci ayak seslerinin bir bayana ait olduğuna karar veriyorum. Önce tok tok tok, uzaklaştıkça tık tık tık diyen sesler, bence tupuklu bir ayakkabı ya da çizmeden geliyor.
Şu, hiç susmayan, sanki, saatlerdir son hızla akıp duran suyun sesi bir küveti dolduruyor olmalı.
Derinden gelen çocuk ağlamasının ve birkaç kişinin sabah sohbetinin, dışardan gelen korna seslerine karışması.
Gözlerim hala kapalı, bedenim kımıldamamakta dirense de beynim güne başladı çoktan, dolaşıyor evin içinde. İşe bulaşık makinasını boşaltmakla başlamalı. Makinaya sığmayıp elde yıkanmışları da yerlerine kaldırmalı. Misafir ağırlamayı severim. Hele de; hoş sohbet, derin hukuk ve edebiyat bilgisi olan, kendisine ait, o güzel şiirlerden ya da ezbere bildiği ünlü şairlerin şiirlerinden, güzel ses tonuyla ve hakkını vererek okumakta hiç nazlanmayan, yakın siyasi tarihimizle ilgili bilgilerinden zevkle faydalandığım/ız/ ve geçenlerde 81. yaşgününü kutladığımız dayıcığımla sohbetin tadı dünyalara bedel tabii. Ama arkadan mutfağı toparlayıp, tabak çanağı yerlerine yerleştirmek çok sıkıcı diye geçiriyorum içimden... Çok yorgunum aslında, bugün hiçbir şey yapmasam... "Önce nefis bir ziyafet çeksem kendime..." Olmaz..! Dün tüm kurallar çiğnenmişti. Bugün çok az yemeliyim ve dışardan gelen, sitenin, "öz" simitçisinin "simiiidiiyee! " diye bağıran tok ve davetkar sesine kulaklarımı tıkamalıyım.:)
Hemen karşımızdaki okulun kararsız; /belli ki zamansız uyarı/ diye düşündüğüm, bir kez çalıp susan teneffüs ziline kulak kesiliyorum bu kez yattığım yerden. Zil dediysem; o bizim zamanımızdaki gerçek zil sesi değil şimdikiler. Şimdilerde hareketli melodilerle teneffüs ya da ders saati duyuruluyor öğrenci ve öğretmenlere. Arada da anonsla; " Sevgili çocuklar, şimdi ders saati, lütfen sınıflarınıza..." diye uyarıyor mekanik bir ses çocukları kibarca. Okuldan gelen bu sesleri çok nadir duyuyor olduğumu farkediyorum hayretle. Çocuklar orada okurlarken; her teneffüs, öğretmenler zili, müdürün konuşması, öğretmenlerin yüksek tonda ikazları, hepsini duyardım oysa. Artık bunların beni ilgilendirmediğini düşününce bir rahatlık sarıyor benliğimi. Sanki; oğullarım karşıdaki okulu yeni bitirmişler, ya da ben bunu, şu anda farkediyorum.
Gözlerim açılmıyor, bedenim yatağa yapışmış direniyor ama çoktan mesaisi başlamış beynim didikleyip duruyor kalk diye...
Nihayet kendimi yataktan spatulayla sıyırıp; günün ortasından bir yerden de olsa, bugün de katılıyorum hayata, kaldığım yerden...
15 Aralık 2011 Perşembe
ŞÜKÜR...
Bana ne kadar "zengin" olduğumu hatırlattığın için sana binlerce teşekkür ederim,
malıyla mülküyle kazancıyla kibirlenen, gönlü cimri, cebi fukara zavallı.
***
Genelde hoşnutumdur halimden, yaşantımdan, bana sunulanlardan. Hatta Pollyanna'cılık oynadığım söylenir yakınlarımca, can sıkıcı olaylar karşısındaki tavrım nedeniyle. Oynarım da gerçi eğer içinden çıkılması güç bir durum, ya da büyük bir acı değilse yaşanan. Ah layıp of layıp hayatı zehir etmektense hem kendime hem çevremdekilere, "daha kötüsü de var..." demenin ne sakıncası var ki?
Ama insanım ya nihayetinde; bazen can çeker, gönül ister ulaşamadıklarını. İşte böyle hissedip te, ne zaman hayıflansam herhangi bir konuda. - yalnızca içimden geçirsem bile - "Ahh! keşke..." desem...
Öyle bir ibret tablosu sokar ki burnuma Yaradan. Bin kere tövbe ettirir bana, halime şükretmediğim için.
Zenginim;
benim sevgiyle çarpan kocaman bir yüreğim var. İçine dünyaları sığdırabilirim. Hatta seni bile...
malıyla mülküyle kazancıyla kibirlenen, gönlü cimri, cebi fukara zavallı.
***
Genelde hoşnutumdur halimden, yaşantımdan, bana sunulanlardan. Hatta Pollyanna'cılık oynadığım söylenir yakınlarımca, can sıkıcı olaylar karşısındaki tavrım nedeniyle. Oynarım da gerçi eğer içinden çıkılması güç bir durum, ya da büyük bir acı değilse yaşanan. Ah layıp of layıp hayatı zehir etmektense hem kendime hem çevremdekilere, "daha kötüsü de var..." demenin ne sakıncası var ki?
Ama insanım ya nihayetinde; bazen can çeker, gönül ister ulaşamadıklarını. İşte böyle hissedip te, ne zaman hayıflansam herhangi bir konuda. - yalnızca içimden geçirsem bile - "Ahh! keşke..." desem...
Öyle bir ibret tablosu sokar ki burnuma Yaradan. Bin kere tövbe ettirir bana, halime şükretmediğim için.
Zenginim;
benim sevgiyle çarpan kocaman bir yüreğim var. İçine dünyaları sığdırabilirim. Hatta seni bile...
GÜN BATIMI
Güneş
batarken ufukta
kızgın sönen hükmüne.
Hiddetinden alev alev yaksa da gökyüzünü
yetmez söndürmeye öfkesini.
Koca bir kristal avize gibi
parıldarken daha demin
madem vaktidir
gitmelidir.
Ama doğduğu gibi batmalıdır ihtişamla
Bu yangın yalnız olmaz...
Denizi de boyamalı rengine
henüz gücü varken yakmalı onu da ateşiyle.
nurten y tartaç
14 Aralık 2011 Çarşamba
EN GÜZEL HEDİYE
Ne demişler; " En güzel hediyedir hayat. "
Hayatımın en güzel hediyesi sizsiniz.
***
Hayatınızdaki her gün her an bir hediyedir size. Tek bir nefes bile dünyalara bedeldir. Değerini bilin.
Bunu neden yaşadım, bu benim başıma neden geldi, ben bunu haketmemiştim diye hayıflanıp durmayın. Bırakın olumsuzlukları bir yana. Unutmayın ki; hiçbir şey tesadüfi değildir. Herşeyin bir nedeni vardır. Karşılaştığınız her kişinin, her olayın nedeni vardır. Bu nedenle karşınıza çıkmışlardır. Ve ne yaşıyorsanız, yaşamanız gerektiği içindir. Ayağınıza değen taşın bile anlamı vardır. Size anlatmak istedikleri, size öğretecekleri.
En kötü olaylar bile zaman içinde size çok şey katacaktır; kendinizi geliştirmeniz ya da ders almanız açısından. Biri -birileri- hayatınıza girer, bu süreçte size iyi ya da kötü birşeyler katar ve çıkar gider hayatınızdan öyle ya da böyle. İşte bu nedenle de, kaybettikleriniz için çok üzülmeyin. İzleri ömrünüz boyunca sizinle olacaktır, davranışlarınızda duygularınızda, gülüşünüzde, bakışınızda bile...
Yolunda gitmeyen şeyler için kendinizi kahretmeyin. Siz kendinizi yeyip bitirseniz bile vakti geldiğinde olacaktır herşey. Ne daha önce, ne daha sonra. Siz o an istediniz diye değil. Sabredin...
İstediğiniz olmadıysa da, mutlaka birşeyler öğrenmişsinizdir bu olumsuz süreçte bile, ileriki yaşamınızda size ışık tutacak.
Kısaca; inat etmeyin. Hep rüzgara karşı koşmayın. Bırakın bazen de kendinizi rüzgarın kollarına, Bakalım nereye gideceksiniz..? Siz, yapmanız gerekeni yapın sadece. Gerisini zaman halledecektir...
Ve unutmayın canım oğullarım; varoluşunuz bile başlıbaşına bir mucize. Yaşamınızı devam ettirmek, mutlu olmak için başka mucizelere ihtiyacınız yok...
***
Düşündüm düşündüm, size yeni yıl hediyesi olarak ne alabileceğime karar veremedim. Sonra vazgeçtim hediye almaktan.
Öyle ya; size en güzel hediye benim :)))))
Hayatımın en güzel hediyesi sizsiniz.
***
Hayatınızdaki her gün her an bir hediyedir size. Tek bir nefes bile dünyalara bedeldir. Değerini bilin.
Bunu neden yaşadım, bu benim başıma neden geldi, ben bunu haketmemiştim diye hayıflanıp durmayın. Bırakın olumsuzlukları bir yana. Unutmayın ki; hiçbir şey tesadüfi değildir. Herşeyin bir nedeni vardır. Karşılaştığınız her kişinin, her olayın nedeni vardır. Bu nedenle karşınıza çıkmışlardır. Ve ne yaşıyorsanız, yaşamanız gerektiği içindir. Ayağınıza değen taşın bile anlamı vardır. Size anlatmak istedikleri, size öğretecekleri.
En kötü olaylar bile zaman içinde size çok şey katacaktır; kendinizi geliştirmeniz ya da ders almanız açısından. Biri -birileri- hayatınıza girer, bu süreçte size iyi ya da kötü birşeyler katar ve çıkar gider hayatınızdan öyle ya da böyle. İşte bu nedenle de, kaybettikleriniz için çok üzülmeyin. İzleri ömrünüz boyunca sizinle olacaktır, davranışlarınızda duygularınızda, gülüşünüzde, bakışınızda bile...
Yolunda gitmeyen şeyler için kendinizi kahretmeyin. Siz kendinizi yeyip bitirseniz bile vakti geldiğinde olacaktır herşey. Ne daha önce, ne daha sonra. Siz o an istediniz diye değil. Sabredin...
İstediğiniz olmadıysa da, mutlaka birşeyler öğrenmişsinizdir bu olumsuz süreçte bile, ileriki yaşamınızda size ışık tutacak.
Kısaca; inat etmeyin. Hep rüzgara karşı koşmayın. Bırakın bazen de kendinizi rüzgarın kollarına, Bakalım nereye gideceksiniz..? Siz, yapmanız gerekeni yapın sadece. Gerisini zaman halledecektir...
Ve unutmayın canım oğullarım; varoluşunuz bile başlıbaşına bir mucize. Yaşamınızı devam ettirmek, mutlu olmak için başka mucizelere ihtiyacınız yok...
***
Düşündüm düşündüm, size yeni yıl hediyesi olarak ne alabileceğime karar veremedim. Sonra vazgeçtim hediye almaktan.
Öyle ya; size en güzel hediye benim :)))))
13 Aralık 2011 Salı
BİRAZ DA GÜLELİM
Sevgili Gülen'im; fıkra fıkra dedin başımın etini yedin al işte sana fıkra. Madem gülensin, gül o zaman ...
***
Garsonluk yapmaya başlayan Temel'e şefi;
- Dolu tabakları sağdan verip, boş tabakları soldan alacaksın! der.
Temel;
- Neden, batul inançlarunuz mu vardur?
***
Adamın biri ölmüş. Yıkamak için camiiye götürmüşler. Aradan bir saat geçmiş hoca çıkmamış. iki saat geçmiş çıkmamış.üç saat ,dört saat derken sonunda çıkmış. Sormuşlar" hoca neden bu kadar geç kaldın?" diye. Hoca da "ne yapayım adam dirildi gebertene kadar canım çıktı"demiş.
***
Bir diyetisyen, huzurevinde geniş bir kalabalığa konferans vermektedir:
"Midemize indirdiğimiz herşey bizleri her an öldürebilecek kadar tehlikelidir. Kırmızı et kanser yapar, gazlı içecekler midemizin dokusunu tahriş eder, sebzeler öldürücü bakteriler barındırabilir. İçme suyunun barındırabileceği mikropların uzun vadedeki etkilerinin farkında bile değiliz. Fakat bir yiyecek vardir ki en tehlikelisidir. Hepimiz onu mutlaka yemişizdir ya da yemek zorunda kalabiliriz. En ciddi rahatsızlıkları yaratacak ve uzun yıllar bizlere acı verebilecek bu gıdayı tahmin edebilir misiniz?"
Arka sıralardan 75'lik bir amca ayağa kalkar:
"Düğün pastası!" der.
***
Doktor,akıl hastasına sorar;
-Canım yanar.
-Ya
-O zaman iyi göremem
-Peki ama neden?
-Niçini var mı canım, iki kulağımı da kesersen gözlüğümü nereye takacağım?
***
(Hiçbir katkı payım yok hepsi de internetten)
Bir fıkra daha okudum, şahaneydi (son zamanlarda okuduğum en güzel fıkra) ama yazamıyorum, rüzgardan nem kapacak birileri diye. :((((
10 Aralık 2011 Cumartesi
SİL BAŞTAN OLSA HAYAT
Geçtim bir tezgahın başına
dokudum durdum.
İlmek ilmek düğüm düğüm.
Gece dokudum, gündüz söktüm.
Beğenmedim...
Yeni baştan başladım.
En çok kuş desenini sevdim ... Ve gül...
Sakladım gözyaşlarımı
kanaryanın rengine, bülbülün sesine.
Gün oldu, şakıdım gül dalında...
Gün döndü kaç kez ...
Mevsimler geldi geçti.
Desenler hep yarım...
Ben düğüm düğüm sayarken yerimde,
kayıp yıllar kaldı geride.
Hüzünler, ayrılıklar...
Bir de yarım kalmış anılar...
Ahh! Hayat ...
Başlasam sil baştan, değişir misin o zaman..?
nurten y tartaç
dokudum durdum.
İlmek ilmek düğüm düğüm.
Gece dokudum, gündüz söktüm.
Beğenmedim...
Yeni baştan başladım.
En çok kuş desenini sevdim ... Ve gül...
Sakladım gözyaşlarımı
kanaryanın rengine, bülbülün sesine.
Gün oldu, şakıdım gül dalında...
Gün döndü kaç kez ...
Mevsimler geldi geçti.
Desenler hep yarım...
Ben düğüm düğüm sayarken yerimde,
kayıp yıllar kaldı geride.
Hüzünler, ayrılıklar...
Bir de yarım kalmış anılar...
Ahh! Hayat ...
Başlasam sil baştan, değişir misin o zaman..?
nurten y tartaç
7 Aralık 2011 Çarşamba
OFFF OFF !!!
"Her evde bir tencere kaynar, gör bak ne kaynar. Aş mı taş mı..?" demiş büyükler.
Bir kendi çektiğini bilir insanoğlu. Altında ezildiği yükünün ağırlığınadır isyanı hep. Bilmez neler çeker başkaları, yan komşu neler yaşar.
Kiminin en büyük derdi, bir türlü geçer not alamadığı sınavlarıdır. Çok şanssızdır hoca takmıştır bir kez ne yapsa olmaz artık. Çekilir mi bu hayat..? Ders ders ders... Ne zaman para kazanacak ta hayatını yaşayacaktır, offf off...
Bol kazançlı bir işi, altında arabası, evi, güzel- yakışıklı - bir eşi çoluğu çocuğu vardır ama o kadar çok çalışmaktadır ki kimisi; canına tak etmiştir artık. Gecesi gündüzüne karışmış özel yaşamı diye birşey kalmamıştır. Varsa iş yoksa iş. Çalış dur, nereye kadar, kefenin cebi mi var da doldursun..? Bıkmıştır hayatından, offf off.
Parasızlıktan, kocasından - karısından , çoluğundan - çocuğundan, sıcaktan - soğuktan, saçının renginden, boyundan - bosundan şikayetçidir hep insanoğlu.
Eni konu dert ediniriz abuk sabuk şeyleri kendimize. Gözümüz görmez sahip olduklarımızı. İsteriz, hep daha fazlasını daha fazlasını isteriz elimizdekilerden. Sahip olduklarımızı görmeyiz de komşunun perdesi gibi perde, parkesi gibi parke, kedisi gibi kedi isteriz. Bakarız da etrafımıza herkes mutlu, herkes sağlıklı, varlıklıdır. Offf off ... Kör olası kader, amma da şansız doğmuşuzdur anamızdan.
Bir arkadaşımlaydım bugün, uzun süredir görüşmediğimiz. Güler yüzlü, her sohbetimizin ardından, ayrıldığımızda bile şen kahkahaları kulaklarımda yankılanan. Onbeş yılı aşkın arkadaşlığımız süresince hiç şahit olmadım; eşinden çocuklarından, yaşam şartlarından şikayetçi olduğuna. Yine şık bakımlı güleryüzlüydü bugün de. O anlattıkça ağzım bir karış açık kaldı. Yaşadıklarından çok, yaşadıklarını bunca yıl nasıl içinde saklayabildiğineydi hayretim. Evlendiklerinden kısa bir süre sonra başka kadınlarla aldatmaya başlamış kocası. Bir süre sonra saklamaya gerek bile duymamış yaptıklarını. Her seferinde pişman olduğunu söyleyip, binlerce özür dilemiş ama sonra aynı... Çocuklar küçük, babaya çok bağlılar diye yıllarca sineye çekmiş olanları. İşin içine şiddet te girince bir celsede boşanmış kocasından...
"Neden üzülüyorsun boşversene" dedi. "Çocuklarım için sustum bunca yıl, zamanı geldi ayrıldık. Ben gayet mutluyum."
Bu kadar... Kocasıyla ilgili tek bir kötü söz söylemedi. "Çocuklarımın babası" dedi...
Çok mutlu bir aile olduklarını düşünürdüm. Oysa gözümün önünde arkadaşım ne büyük üzüntüler yaşamış, neler çekmiş. Asla sezdirmedi...
Düşünüyorum da küçücük sıkıntılarla dünyayı nasıl da kendimize zindan ediyor, en mutsuz en bahtsız en dertli kendimiz sanıyoruz.
Kendi hayatımızla öyle haşır neşiriz ki görmüyoruz çevremizde olan biteni.
Kimbilir ne hastalıklar, ne ebedi ayrılıklar yaşanıyor yanıbaşımızda... Bilmiyoruz...
Parasızlıktan, kocasından - karısından , çoluğundan - çocuğundan, sıcaktan - soğuktan, saçının renginden, boyundan - bosundan şikayetçidir hep insanoğlu.
Eni konu dert ediniriz abuk sabuk şeyleri kendimize. Gözümüz görmez sahip olduklarımızı. İsteriz, hep daha fazlasını daha fazlasını isteriz elimizdekilerden. Sahip olduklarımızı görmeyiz de komşunun perdesi gibi perde, parkesi gibi parke, kedisi gibi kedi isteriz. Bakarız da etrafımıza herkes mutlu, herkes sağlıklı, varlıklıdır. Offf off ... Kör olası kader, amma da şansız doğmuşuzdur anamızdan.
Bir arkadaşımlaydım bugün, uzun süredir görüşmediğimiz. Güler yüzlü, her sohbetimizin ardından, ayrıldığımızda bile şen kahkahaları kulaklarımda yankılanan. Onbeş yılı aşkın arkadaşlığımız süresince hiç şahit olmadım; eşinden çocuklarından, yaşam şartlarından şikayetçi olduğuna. Yine şık bakımlı güleryüzlüydü bugün de. O anlattıkça ağzım bir karış açık kaldı. Yaşadıklarından çok, yaşadıklarını bunca yıl nasıl içinde saklayabildiğineydi hayretim. Evlendiklerinden kısa bir süre sonra başka kadınlarla aldatmaya başlamış kocası. Bir süre sonra saklamaya gerek bile duymamış yaptıklarını. Her seferinde pişman olduğunu söyleyip, binlerce özür dilemiş ama sonra aynı... Çocuklar küçük, babaya çok bağlılar diye yıllarca sineye çekmiş olanları. İşin içine şiddet te girince bir celsede boşanmış kocasından...
"Neden üzülüyorsun boşversene" dedi. "Çocuklarım için sustum bunca yıl, zamanı geldi ayrıldık. Ben gayet mutluyum."
Bu kadar... Kocasıyla ilgili tek bir kötü söz söylemedi. "Çocuklarımın babası" dedi...
Çok mutlu bir aile olduklarını düşünürdüm. Oysa gözümün önünde arkadaşım ne büyük üzüntüler yaşamış, neler çekmiş. Asla sezdirmedi...
Düşünüyorum da küçücük sıkıntılarla dünyayı nasıl da kendimize zindan ediyor, en mutsuz en bahtsız en dertli kendimiz sanıyoruz.
Kendi hayatımızla öyle haşır neşiriz ki görmüyoruz çevremizde olan biteni.
Kimbilir ne hastalıklar, ne ebedi ayrılıklar yaşanıyor yanıbaşımızda... Bilmiyoruz...
4 Aralık 2011 Pazar
ENGELLİ YAŞAMLAR
Bir kedi, köpek ya da herhangi bir hayvanın gözlerinde, en kızgın anlarında bile masum, çocuksu bir ifade dikkatimi çeker her baktığımda. Masumdur bakışları çünkü hiçbir ard niyet fesatlık yoktur içlerinde. Öyle gerektiği için yaparlar sadece ne yapıyorlarsa. Doğaları icabı. Yaşamak için.
Kocaman ela gözlerinde hep aynı çocuksu masumiyet vardır. Sinirlenip saldırganlaştığında bile saçlarını okşayıp "sana kola alacağım " demeniz yeter kedi gibi uysallaşması için. Küçücük bir çocuktur O. 50 yaşında bir çocuk. Tüm dünyası oyuncak arabaları ve özellikle de boy boy oyuncak greyderleridir, odasına itinayla dizdiği, gözü gibi baktığı. Bir de canı isterse çizdiği resimleri. Kimsenin bakmasına bile izin vermediği resimleri. Ağzında dişleri seyrelmiş, saçları beyazlamış olsa da elleri masumiyetinin ikinci işareti gibidir. Yumuşacık, bebek teni gibi.
O ( Spastik özürlü ) bir engelli. Engelli olduğunun farkında bile olmayan, ailesince ömür boyu sarılıp sarmalanmış, korunup gözetilmiş bir engelli. Sokaklarda hiç rastlamadığımız, evlerde saklı, hayatı ailesinin hayatta olmasına bağlı sayısız engelliden birisi.
Onlar bilmezler dış dünyayı, kendilerine ne isim takıldığını. Hiçbir şeyin farkında değillerdir.
Ya aileleri... Spastik özürlü çocuklarıyla bir ömür geçiren aileler ... Onların "engelli" yaşamları nasıldır..? Kim bilebilir ki yaşamadan..?
Devlet bu aileler için onların da normal bir yaşantı sürmeleri için ne yapar ..?
Ya anne - baba öldükten sonra...
Kocaman ela gözlerinde hep aynı çocuksu masumiyet vardır. Sinirlenip saldırganlaştığında bile saçlarını okşayıp "sana kola alacağım " demeniz yeter kedi gibi uysallaşması için. Küçücük bir çocuktur O. 50 yaşında bir çocuk. Tüm dünyası oyuncak arabaları ve özellikle de boy boy oyuncak greyderleridir, odasına itinayla dizdiği, gözü gibi baktığı. Bir de canı isterse çizdiği resimleri. Kimsenin bakmasına bile izin vermediği resimleri. Ağzında dişleri seyrelmiş, saçları beyazlamış olsa da elleri masumiyetinin ikinci işareti gibidir. Yumuşacık, bebek teni gibi.
O ( Spastik özürlü ) bir engelli. Engelli olduğunun farkında bile olmayan, ailesince ömür boyu sarılıp sarmalanmış, korunup gözetilmiş bir engelli. Sokaklarda hiç rastlamadığımız, evlerde saklı, hayatı ailesinin hayatta olmasına bağlı sayısız engelliden birisi.
Onlar bilmezler dış dünyayı, kendilerine ne isim takıldığını. Hiçbir şeyin farkında değillerdir.
Ya aileleri... Spastik özürlü çocuklarıyla bir ömür geçiren aileler ... Onların "engelli" yaşamları nasıldır..? Kim bilebilir ki yaşamadan..?
Devlet bu aileler için onların da normal bir yaşantı sürmeleri için ne yapar ..?
Ya anne - baba öldükten sonra...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)