19 Haziran 2011 Pazar

BABAM

Seni her düşündüğümde,

saçların gelir önce aklıma


karbeyaz saçların...


Son dokunuşum, 

parmaklarımı gezdirişim arasında


yumuşacık ipek gibi...


Hayret!

 Daha önce saçlarına hiç dokunmamış mıydım? 


Sonra yüzündeki son ifaden...


Çektiğin acıların kanıtı hoyrat çizgilere inat,


son bir gayretle yüzüne yerleştirdiğin,

 beceriksiz çarpık gülücük...


Ve zamansız kaybına isyanım...


 Babam ...  Hep söylerdin ya
 
yıllar sonra anladım.


Başucunda soğuk taşa anlattım. 

Ki...

  her sözünde haklıydın.

***

Sevgili eşimin ve baba ya da baba adayı blog arkadaşlarımın  BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN

15 Haziran 2011 Çarşamba

BAŞSAĞLIĞI

Sevgili blog arkadaşımız  Cenk 'in  Annesini kaybettiğini öğrendim ne yazık ki.


Söyleyecek söz bulamıyorum, çok  üzgünüm.
 
 Sabırlar,  dayanma gücü diliyorum Canım Oğlum,  Keşke senin için yapabileceğim birşey olsaydı.


Anneciğin nurlarda yatsın.


Başın sağolsun

TİMUR'UN FİLLERİ



Timur köylülere 2 erkek fil vermiş. 
" Alın besleyin, iyi bakın haaa ! " demiş.  
 Köylüler önce memnun hallerinden,  iki filleri olmuş durup dururken...  
  Gel zaman git zaman olmuş.  Halk bakmış,  filler çok yiyor,  bakımları da çok zor.  
Dayanacak halleri kalmamış ..!   illallah demişler.     
Sonunda oturup konuşmuşlar bir karara varmışlar.  Olsa olsa demişler, Hoca gelir bu işin üstesinden. Toplanıp gitmişler hoca'ya anlatmışlar durumu.
  " Aman! Hoca "  demişler.  "Böyleykenn böyle.   Şikayetçiyiz, hem de çok.  Kurtarsan kurtarsan, sen kurtarırsın bu dertten bizi.   Mahvolduk öldük bittik, ocağına düştük. İmanımız gevredi Hoca. Bizim kendi ağzımıza koyacak yiyeceğimiz yok, Timur'un fillerini besliyoruz bir de. Üstelik dev cüsseleriyle tarlalarımızdaki ürünleri de çiğneyip geçiyorlar  "

"Ben ne yapabilirim ki ..? " demiş hoca
"Bizim adımıza Timur'dan  rica etsen de  fillerini geri alsa  " demişler. 
Hoca   " birlikten kuvvet doğar.  Eğer siz de benimle gelirseniz hallederiz belki "  demiş. 
Hoca önde halk arkada düşmüşler yola...  Hoca Timur'un sarayının kapısına geldiğinde bir de bakmış ki,  arkasında halktan tek bir kişi dahi yok...  Ama iş işten geçmiş.  Timur'un karşısında bulmuş kendini.
 
Timur,  "hoca ne işin var burada ..?  " demiş. 

Hoca övgü dolu bir dille Timur'a, bir ricası olduğunu söylemiş veee…. 
"Devletlüm!  halkımız verdiğiniz fillerden bir memnun bir memnun lakin az bulurlar,  dişilerini de isterler   " demiş


Sonra ne mi olmuş..? Bilmem...
Halk memnun filler  memnun, sarmaş dolaş yaşayıp gitmişlerdir herhalde...
 

14 Haziran 2011 Salı

OYUM OYUM OYLADIK

 Hayatı dışardan izliyor gibi olurum başka bir şehre gittiğimde. Ben hiç yokumdur sanki o hayatın içinde de, izleyiciyimdir sadece.  Sahnede bir oyun izler, bir pencerenin gerisinden bakar gibi. Ya da  bir tren vagonunun penceresinden  kayıp giden renkli, uzak bir manzaradır hayat.

 Herşey, herkes farklı gelir gözüme başka bir şehirdeyken. Otlar çiçekler kuşlar bile farklıdır. Telaşlı telaşlı işlerine gidip gelenler, alışveriste kafede sokakta gördüklerim,  benim şehrimin insanlarından çok farklı görünür gözüme.  Sanki şehrimde yaşayan herkesle akraba kankayımdır da bir anda tanımadığım insanlar arasında buluvermişimdir kendimi.  Yoo hayır,  hiç te şikayetçi olmam bundan.  İncelerim, sürekli incelerim çevremi.  Uzaktan sakin telaşsız gözlerle, benim dışımda akıp giden yabancı hayatı izlemek keyif verir bana.





Çanakkale'de,  işte böyle sakin huzurlu, alışık olmadığım diğer yaşamları izlediğim kadar,  kendi kendimle de kaldığım,  ruhumu beslediğim günler geçirdim.  Saat ve zaman kavramını sildim tümüyle.  Yetişmesi gereken işler, alacaklar verecekler yoktu.  Yapılması gerekenleri  12 günlüğüne askıya almıştım çünkü. Neyi ne zaman istediysem o zaman yaptım.  Yapmadım ya da.  Aldırmadım, aheste-beste yaşadım.  Gönlümce...


Gazetemi aldım oturdum sahildeki Donanma'nın çay bahçesine mesela.  Böyle anlardan birinde; muhteşem boğaz manzarasına kaptırmışken kendimi ve tam da bir sigara yakmışken keyfime keyif, çayıma eş olsun diye,  birden,  iki üç tane değil, bir yunus sürüsü gördüm denizde.   Dalgalarla oynaşarak, suya bata çıka, atlaya zıplaya geçtiler gözlerimin önünden...  Bu manzara gerçekten de yabancı olduğum,  hiç tatmadığım duygularla coşturdu içimi.  -Hayra yormuştum yunusları ama olmadı :(




Sonra; apar topar,  vatandaşlık görevimi yapmak için döndüm Ankara'ya. Önemliydi bir tek oy bile. Benim oyum önemliydi...  Öyle miydi gerçekten..?  Neyi değiştirdim şimdi ben..?

9 Haziran 2011 Perşembe

SEÇMECE BUNLAR ...

Seçim sürecinde, çılgın vaatler, verilen sözler, caklar cuklar arasında başımız döndü, serseme çevirdiler bizi.

Üstelik meydanlarda öyle sözler söylendiler,  öyle hakaretler ettiler ki birbirlerine, yüzümüz kızardı Onlar adına.
( Meydanlarda her söyleneni avuçları patlayana kadar alkışladılar gerçi şakşakçılar...  )

Herşey bitecek,  huzura mı ereceğiz üç gün sonra..?

Hayır,  sonuç ne olursa olsun, sancılı günler bekliyor ülkeyi

Dilerim olabileceğin en iyisi gerçekleşsin.

***
Dedim ya çok sıkıldık bu süreçte

Hadi gülelim biraz.





 











4 Haziran 2011 Cumartesi

ORDAN BURDAN KISACA

Yaşasınn !  pc bana kaldı birkaç saatliğine.  Alper sınavdan dönene kadar bir-iki satır yazıp dost blogları ziyaret şansı yakaladım. Acele etmeliyimm :))


Hala Çanakkale'deyim. Hala geziyorum.  
Deniz kıyısında bir kafeye oturup;  denizi, irili ufaklı gemileri,  tekneleri,  şilepleri kısacası, şehir trafiği gibi yoğun ama bugünlerdeki ben gibi, kaygısız sakin aheste işleyen boğaz trafiğini izliyorum. 
 Bir de martıları izliyorum hayranlıkla.  Beyaz geniş kanatlarını  kocaman açıp,  denizin üstünde süzülüşlerini...  Seçip içlerinden birini, en yukardakini en büyüğünü,  kanatlarına hayallerimi yüklüyorum.  
Sağa sola yatarak süzüldükçe,  bir bir serpiştirsin engin maviliğe hayallerimi ve yakamoz vurdukça akşam suya,  umutla ışıldasın diye.


Karabatakları izliyorum bir de.  Sahi;  nasıl bir disiplin onları böyle tek sıraya sokabiliyor ki?  Şaşıyorum...
Yükseldikçe daireler çiziyor,  sonra tek sıra olup,  suyu yalayarak adeta yürür gibi alçaktan uçuyorlar. Hayran oluyorum :)


Siyasetin nabzını  tutmaya da devam ediyorum hala.:))))   (hiç böyle bir uğraşım da yok aslında ama gelip beni buluyor işte nedense ...:))
 Lapseki'li,  çifçilik yapan bir anne-oğulla konuştum mesela;
Uzun uzun yazamıyorum anlattıklarını zamanım yok şimdi. Belki sonra 
ama bir dokundum bin ahh işittim. 
Sanıldığı gibi çiftçi hayatından memnun falan değilmiş,  hatta kan ağlıyorlarmış...

1 Haziran 2011 Çarşamba

BEN DE SEVİNMİŞTİM...


Çanakkale'deyim.  Hava güzel deniz güzel,  tatlı tatlı esen rüzgar güzel.  Martılar tekneler hatta kulakları tırmalaya tırmalaya öten vapur düdüğü bile güzel.   Şakır şakır,  gök delinmiş gibi yağan yağmurdan, sabah başka akşam başka mevsim yaşadığınız  kararsız huysuz havalardan çıkıp,  bir anda yaz mevsimine düşüvermişseniz,  herşey bir başka güzel görünür gözünüze. 

 Doğma büyüme Ankaralı olmak demek; denizi yılda bir hafta  onbeş gün,  yaz tatillerinde görmek demektir genelde. Sizin için deniz demek tatil demektir.  Tatil demek te deniz demektir ya gerçi, her nedense..?   Güneş tepenizde cayır cayır yakarken  vaktinizi iyi değerlendirmek adına  kumlara  eni konu uzanıp, yanmayan yeriniz kalmayana kadar  şekilden şekile girerek istakoz gibi kızarmaktır deniz kum ve güneş.   Çünkü,  tatil dönüşü diğer tatilden dönen arkadaşlarınızdan daha çok  tencere dibi gibi yanmış olmalısınız ki çevrenize kapkara teninizle hava atabilesiniz.  Her seferinde de bunun bedelini acılı yanıklar, su toplaması ve tatil sonuna doğru yılan gibi deri değiştirerek ödeseniz de her yaz aynıdır. Neyse ki ozon tabakası delindi de bu işkenceden kurtulduk (!)  artık daha dikkatliyiz

Denize girmeden de deniz kıyısında olmanın keyfini yaşıyorum  şimdilerde Çanakkale'de.  Bugün de;  gönlümce sahilde dolaştıktan sonra bir kafede oturdum. Çayıma eş sigaramı yaktım. -rüzgar içti yarısını-  Gazetemden kafamı kaldırdığımda, burnuma dayanmış bir mikrofonla karşılaştım.  "Seçim yaklaştı biliyorsunuz. Çanakkale'de seçim sonuçlarıyla ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?"  diyordu genç bir delikanlı.  Vayy !!! kaçırır mıyım ayağıma gelmiş bu fırsatı..?  Bu yaşıma gelmişim hiç fikrim sorulmamış,  ne düşündüğüm kimsenin umurunda bile olmamış. Kim tutar şimdi beni..?  Aydınlık Türkiye hayallerimden başladım, Çanakkale'nin çağdaş halkıyla ilgili umutlarımdan, Türkiye'nin geçtiği bu karanlık dönemin sonlanması için  üstümüze düşen vatandaşlık görevlerimize kadar aklıma ne geldiyse sıraladım.  Kameraman ve eli mikrofonlu kibar çocuk ta en sevimli halleriyle sonuna kadar dinlediler beni. 

Onlar gittikten sonra yan masada oturan bir bey;  "sizin söylediklerinizi yayınlamazlar, onlar yandaş kanaldan" dedi...

Hay benim bu şansım...   Kırk yılda bir, biri düşüncemi sordu diye sevinmiştim.  Yine kimse duymayacak bir vatandaş olarak ne düşünüyorum, ne istiyorum, şikayetlerim, beklentilerim nelerdir...