Ne gariptir yaşam, yaşananlar yaşananlardan arda kalanlar. Hayatınızın merkezi sandığınız nice olaylar vardır yaşadığınız. Olmazsa olmazlarınızdır bir zamanlar. Oysa hiç anlamı kalmaz kimi şeylerin yıllar içinde. Önemsiz kayıplar arasında yerini alır çaresiz. Yokluğu hiçbir değişiklik yaratmamıştır yaşamınızda, bir zaman sizin için birinci derecede önemi olan o şeyin.
Dostlar edinirsiniz bir de. Bir anda giriveren hayatınıza, sorgusuz sualsiz. İzinsiz. Öyle de çıkıp gidecektir belki bir zaman sonra, tıpkı geldiği gibi. Kalıcı bir iz bırakacak gibi değildir ilk başta. Nasıl pat diye dalıvemişse yaşamınıza ayaküstü, nasılsa öylece de gidecek, unutulacaktır adı bile. Sadece o anınızı doldurdu, zaman öldürttü sanırsınız sadece. Öyle olmaz bazen. Yıllardan geriye şöyle bir baktığınızda, yaşamınızın her evresinde o dostu görürsünüz yanıbaşınızda. Her mutluluğunuzda her acınızda O hep vardır. Yıllanmış şarap gibi tad verir varlığı ruhunuza. Vazgeçilmez olmuştur.
Tersi durumlar da yaşanır. Ne önem vermiş ne sevmişsinizdir bazen bir dostu (!) Ölçmüş biçmiş öyle seçmişsinizdir en başında. Tıpkı sizin gibidir düşünceleri, alışkanlıkları. Aynı şeylere gülersiniz. Aynı şeyler keder verir size . İkiz kardeş olsanız bu kadar olur. Kıymetlidir sizin için O, O'nun için de siz. Ne geceler ne gündüzler paylaşmış, birlikte gülüp birlikte ağlamışsınızdır. . Yıllara yayılmıştır yaşanmışlıklarınız... Bir menfaat çatışması mı yaşanmıştır, kafalar fikirler mi değişmiştir? Hangi kara kedi girmiştir araya ki, uzak düşmüştür yürekleriniz... Birkaç cılız çabanın ardından, bir kuru merhabaya sıkıştırılmıştır bunca yıllık dostluk, muhabbet...
Bazen; hayat girer, zaman girer dostunuzla aranıza. Herkes kendi yaşamının peşinde koşmaktadır dörtnala. Sanki varlığını bile unutursunuz zaman zaman eski dostunuzun. Ama şundan hep eminsinizdir; birgün O'na ihtiyacınız olursa, koşa koşa gelecektir yardımınıza, hiç tereddütsüz. Hem de iki eli kanda bile olsa. O'da bilir ki; aramasa sormasa da, gerçek bir dostu vardır uzakta. Ve gerektiğinde hiç düşünmeden yardımına koşacaktır... İşte bugün böyle bir dostumla konuştum uzun uzun telefonda. Hiç ayrılmamış gibiydik. Kaldığımız yerden devam ettik sohbetimize.
31 Mayıs 2011 Salı
30 Mayıs 2011 Pazartesi
KÖY YANAR, DELİ SAÇINI TARAR
Bilgisayarım bozuktu. Uzak kaldım blogumdan, dostlarımdan.
Çanakkale'deyim şimdi. Alper'in yanında. O'nun ders arasından fırsat bulup kuruldum pc nin başına.
*****
Çok şey yazmak istiyorum çok.
Parmaklarım sabırsız, beynim isyankar.
Dilde neler neler var.
Volkan misali... Patladı patlayacaklar.
Döküldü dökülecek kalemimin ucundan kelimeler.
İsyanlar
feryatlar...
''Bulut..." desem nem kapacak korkarım birileri.
E o halde...
"Köy yanar deli saç tararmış..." ya!
Ben de öyle yapacağım.
"Köy yanar deli saç tararmış..." ya!
Ben de öyle yapacağım.
Yangın yerine dönmüşken;
bırakın sade bir köyü, koca ülke.
Vaatlerle, yalanlarla uyuyorsak hala,
Amann sen de...
Çıkacağım şehre hakim yüksek bir tepeye...
Bir elimde aynam, bir elimde tarağım,
Çıkacağım şehre hakim yüksek bir tepeye...
Bir elimde aynam, bir elimde tarağım,
saçımı tarayacağım şöyle manzaraya karşı.
Bu saatten sonra deli olmak en güzeli.
6 Mayıs 2011 Cuma
BİR GÜNE SIĞDIRSAM SEVGİMİ
Melekler bir günlüğüne yalnızca bir günlüğüne
seni bana gönderseler Annem
Tam da Anneler Gününde olsa÷
Sevgimi bir güne sığdırsam
Hasretimi...
Hatta öfkemi… Gittin diye
Bir güne sığdırsam
bir ömre sığdıramadıklarımı
Anam desem... Canım Anam
Nasıl da özledim bir bilsen…
Sıcacıkmış yüreğin
Yumuşacık ellerin
Unutmuşum …
Dinle bak;
bir bir anlatayım sensizliği
Bendeki yokluğu
Yokluğunu
Yokluğunda yapamadıklarımı
Mesela;
nasıldı tereyağlı
mercimekli bulgur pilavı..?
Kaç yıllık kadınım ama olmuyor seninki gibi
Sordum... Doğru dediler
Öyle yapılır zaten
Anne eli değmediği içinmiş tadındaki eksiklik
Bu önemli değil de
yolda, sokakta gördüğüm
bir an gelip sen sandığım
o teyzeler var ya!
Koşup sarılmak istiyorum bazen...
Yapamıyorum
Burnumun direği sızlıyor
ağlayamıyorum...
İşte buna dayanamıyorum Annem
Hadi! Yatayım dizlerine
okşasana saçlarımı yine
Yarısı çarpan
yarısı suskun
yüreğimi anlatayım sana
yüreğimi anlatayım sana
Ben ağlayayım
sen sar yaralı göğsüne beni
Kim bilir...
kıyamaz belki melekler
bırakırlar seni bana
nurten y tartaç
ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
BEN NE YAPTIM
TEKNOLOJİK ÖZÜRLÜ BEN, BLOGUMU DÜZENLEYEYİM DERKEN - İZLEYİCİLER- ÖGESİNİ TAMAMEN SİLDİM.
BLOGUMU İZLEYEN TÜM ARKADAŞLARIMDAN ÖZÜR DİLERİM.
TEKRAR NASIL DÜZELTECEĞİMİ BİLMİYORUM.
BANA BİRİ YARDIM EDEBİLİR Mİİ :)
BLOGUMU İZLEYEN TÜM ARKADAŞLARIMDAN ÖZÜR DİLERİM.
TEKRAR NASIL DÜZELTECEĞİMİ BİLMİYORUM.
BANA BİRİ YARDIM EDEBİLİR Mİİ :)
2 Mayıs 2011 Pazartesi
RADYO GÜNLERİ
Arkası yarınlar olurdu eskiden radyoda. Tv nin olmadığı hatta akla hayale bile gelemeyeceği yıllardı o yıllar. Radyo da şeytan icadıydı bazıları için zaten. Öyle ya; küçücük bir kutu yapmışlar içine bir yığın adam tıkmışlar konuşturuyorlar. Olacak şey mi..?
Bizim “çocuk saati”ni iple çektiğimiz, kulağımızı radyonun mikrofonuna yapıştırp tek bir kelimeyi bile kaçırmadan dinlediğimiz gibi büyükler de arkası yarınları pür dikkat dinlerlerdi.
Benim canım, çakır gözlü yumuşacık yanaklı Anneannem'e dayım bir radyo almıştı. O'da duvara radyonun sığacağı kadar minik bir raf yaptırmış, İşli dantelli bir örtüyle süslemiş üstüne radyosunu yerleştirmişti büyük bir özenle. Diğer büyükler gibi hiç kaçırmıyordu Anneannem de artık arkası yarınları. Bi farkla; O durumu iyice abartırdı.
Anneannem teyzem ve dayımlar, koskoca bir bahçenin ortasında, birbirine bitişik üç evde otururlardı. Her fırsatını yakaladığımızda , koşa koşa oraya giderdik kardeşimle. Anneannemi ve O’nunla olmayı çok severdik o başka ama sadece o değildi bizi oraya çeken. Bir kere; tüm kuzenlerle o geniş bahçede oyun oynamayı severdik. Ama en önemli neden; meyve ağaçlarıyla dolu bahçenin hemen hemen her mevsimdeki dayanılmaz cazibesiydi. Ağaçların ikramı, daha yaz başında erik ve kayısı çağlasıyla başlar, yaz sonunda sapsarı ayvalarla son bulurdu. Yemememiz için yasaklar konulan çağlaları çaktırmadan ceplere doldurmak… İşte o bahçede olmanın en cazip yanı buydu …
Yine; son lokmamızı yutmadan evden fırladığımız gibi, soluğu Anneannem’de almıştık o gün de.
Hayret, herzaman bizi kapılarda karşılayan Anneannem yok ortalarda. İçeri daldık merakla. Bir de baktık ki; bahçeye bakan pencerenin önündeki küçük sedirinin üstünde, ellerini göğsünde bağlamış başı önde kara kara düşünüyor.
“Anneanne neyin var hasta mısın” dedik.
“Kör olasıca herif, Fadime(?) yi bir dövdü bir dövdü canını çıkardı kadıncağızın” dedi nemli gözlerle.
Allah Allahh kim ki bu kadın..? O’nu canını çıkarana kadar döven herif..?
“Kim kimi dövdü” dedik telaşla
“İşte arkası yarın daki Fadime var ya hani… O’nu dövdü kocası”
“Eee İşte diyosun ya, arkası yarın. Oyun o. Gerçek değil kii…”
“Gerçek olmaz mı hiç..? Kadın nasıl ağladı, nasıl bağırdı imdaaat ! diye... ” diyor da başka birşey demiyor.
***
Canım Anneanneciğim o kadar etkilenmiş ki olaydan, çocuk aklımızla epeyce uğraşmamız gerekmişti ikna etmek için, radyoda duyduklarının gerçek olmadığına …
Sevgili Gülsen Hocam’ın teknoloji ile ilgili güzel yazısı anımsattı bu anımı gecenin bu saatinde :)
Bizim “çocuk saati”ni iple çektiğimiz, kulağımızı radyonun mikrofonuna yapıştırp tek bir kelimeyi bile kaçırmadan dinlediğimiz gibi büyükler de arkası yarınları pür dikkat dinlerlerdi.
Benim canım, çakır gözlü yumuşacık yanaklı Anneannem'e dayım bir radyo almıştı. O'da duvara radyonun sığacağı kadar minik bir raf yaptırmış, İşli dantelli bir örtüyle süslemiş üstüne radyosunu yerleştirmişti büyük bir özenle. Diğer büyükler gibi hiç kaçırmıyordu Anneannem de artık arkası yarınları. Bi farkla; O durumu iyice abartırdı.
Anneannem teyzem ve dayımlar, koskoca bir bahçenin ortasında, birbirine bitişik üç evde otururlardı. Her fırsatını yakaladığımızda , koşa koşa oraya giderdik kardeşimle. Anneannemi ve O’nunla olmayı çok severdik o başka ama sadece o değildi bizi oraya çeken. Bir kere; tüm kuzenlerle o geniş bahçede oyun oynamayı severdik. Ama en önemli neden; meyve ağaçlarıyla dolu bahçenin hemen hemen her mevsimdeki dayanılmaz cazibesiydi. Ağaçların ikramı, daha yaz başında erik ve kayısı çağlasıyla başlar, yaz sonunda sapsarı ayvalarla son bulurdu. Yemememiz için yasaklar konulan çağlaları çaktırmadan ceplere doldurmak… İşte o bahçede olmanın en cazip yanı buydu …
Yine; son lokmamızı yutmadan evden fırladığımız gibi, soluğu Anneannem’de almıştık o gün de.
Hayret, herzaman bizi kapılarda karşılayan Anneannem yok ortalarda. İçeri daldık merakla. Bir de baktık ki; bahçeye bakan pencerenin önündeki küçük sedirinin üstünde, ellerini göğsünde bağlamış başı önde kara kara düşünüyor.
“Anneanne neyin var hasta mısın” dedik.
“Kör olasıca herif, Fadime(?) yi bir dövdü bir dövdü canını çıkardı kadıncağızın” dedi nemli gözlerle.
Allah Allahh kim ki bu kadın..? O’nu canını çıkarana kadar döven herif..?
“Kim kimi dövdü” dedik telaşla
“İşte arkası yarın daki Fadime var ya hani… O’nu dövdü kocası”
“Eee İşte diyosun ya, arkası yarın. Oyun o. Gerçek değil kii…”
“Gerçek olmaz mı hiç..? Kadın nasıl ağladı, nasıl bağırdı imdaaat ! diye... ” diyor da başka birşey demiyor.
***
Canım Anneanneciğim o kadar etkilenmiş ki olaydan, çocuk aklımızla epeyce uğraşmamız gerekmişti ikna etmek için, radyoda duyduklarının gerçek olmadığına …
Sevgili Gülsen Hocam’ın teknoloji ile ilgili güzel yazısı anımsattı bu anımı gecenin bu saatinde :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)