29 Ocak 2011 Cumartesi
SÖYLENECEK SÖZÜM VAR !
Şakısam bülbül olsam, kafesime sığmasam,
uçsam.
Gül dalında dilek olsam, hızır uğrasa kabul olsam
mutlu etsem
Yar dilinde hece olsam, o söylese ben ağlasam.
aşk olsa
Ben bir garip derviş olsam, diyar diyar dolaşsam.
Hak'ka ulaşsam
Söylenecek söz olsam, dile gelsem konuşsam,
susmasam
Yasakları yasaklayıp, fikirleri azad etsem.
Ben, ben olsam...
Özgür olsam
28 Ocak 2011 Cuma
BİR NEFES MUTLULUK 3
Büzülüp uyuyakaldığı terastaki kanepede, sıcacık bir sabaha uyandı kadın. Geceye inat, şimdi gözlerinin önünde olabildiğince yeşil doyumsuz bir manzara vardı. Kekik kokuları ve henüz hangi koku olduğunun ayrımına varamadığı başka çiçek kokuları taşıyordu hafifçe esen sabah rüzgarı yattığı yere kadar. Gözlerini kapadı kollarını iki yana kocaman açarak gerindi. Kendinden geçercesine derin bir nefesle içine çekti çiçek kokularını ve diğer köy kokularını.
Sık ağaçlarla kaplı ormanda, adam boyu otları sağa sola ayırarak yaptıkları keyifli yürüyüşler, geceleri kabus olup rüyalarına giriyor, ormanda yürürken otların arasından çıkan yılanlar ve dev böceklerle boğuşuyor, sonunda sırıl sıklam ter içinde korkuyla uyanıyordu ama bu O'nu, ertesi gün yeni orman yürüyüşlerine çıkmaktan alıkoyamıyordu.
Geceleri tedirgin, gündüzleri cennete düşmüş gibi mutlu huzurlu geçti ilk günleri kadının.
Bir şalvar dikti kendine, diğer kadınlara çok da aykırı görünmemek için. Üstelik hoş bir giyisiydi son derece rahattı da. Yandan yırtmaçlı bilekten bağcıklı ve fiyonklu şalvarını giyiyor, geniş kenarlı hasır şapkasını başına geçiriyor, bahçe eldivenlerini de giydikten sonra bahçeye inip kocasının canhıraş bir gayretle, sanki, domates fasulye patlıcan ve diğerleri yeni keşfedilmiş, hem de kendisi keşfetmiş gibi bir heyecanla, fideleri okşaya okşaya toprağa dikişine yardım ediyordu. "Ayy - off nidalarıyla.
....
İlk geldikleri gün dikkatini çekmişti bu mavi gözlü, saç örgüleri yapağıya dönüşmüş bakımsız küçük kız. Sürekli kendisini izlerken yakalıyordu O'nu ama bir türlü konuşma fırsatı bulamamıştı. Tam konuşacakken, kız arkasını dönüp uzaklaşıyordu. Sahile çok yakın bu köy diğer Anadolu köylerinden daha zengin ve moderndi. Oysa bu çocuk ne kadar da zavallı ve yoksul görüyordu.
Sık ağaçlarla kaplı ormanda, adam boyu otları sağa sola ayırarak yaptıkları keyifli yürüyüşler, geceleri kabus olup rüyalarına giriyor, ormanda yürürken otların arasından çıkan yılanlar ve dev böceklerle boğuşuyor, sonunda sırıl sıklam ter içinde korkuyla uyanıyordu ama bu O'nu, ertesi gün yeni orman yürüyüşlerine çıkmaktan alıkoyamıyordu.
Geceleri tedirgin, gündüzleri cennete düşmüş gibi mutlu huzurlu geçti ilk günleri kadının.
Bir şalvar dikti kendine, diğer kadınlara çok da aykırı görünmemek için. Üstelik hoş bir giyisiydi son derece rahattı da. Yandan yırtmaçlı bilekten bağcıklı ve fiyonklu şalvarını giyiyor, geniş kenarlı hasır şapkasını başına geçiriyor, bahçe eldivenlerini de giydikten sonra bahçeye inip kocasının canhıraş bir gayretle, sanki, domates fasulye patlıcan ve diğerleri yeni keşfedilmiş, hem de kendisi keşfetmiş gibi bir heyecanla, fideleri okşaya okşaya toprağa dikişine yardım ediyordu. "Ayy - off nidalarıyla.
....
İlk geldikleri gün dikkatini çekmişti bu mavi gözlü, saç örgüleri yapağıya dönüşmüş bakımsız küçük kız. Sürekli kendisini izlerken yakalıyordu O'nu ama bir türlü konuşma fırsatı bulamamıştı. Tam konuşacakken, kız arkasını dönüp uzaklaşıyordu. Sahile çok yakın bu köy diğer Anadolu köylerinden daha zengin ve moderndi. Oysa bu çocuk ne kadar da zavallı ve yoksul görüyordu.
27 Ocak 2011 Perşembe
İYİ Kİ DOĞDUN
Ben yaşlandım da sen yerinde mi saydın..?
Bak işte, sen de bir yaş daha aldın :)
Henüz dede olmasan da,
şaka maka yaşlı başlı adam oldun.
Sabah radyoyu açtım;
" Seni anan benim için doğurmuş, canımm
Hamurunu benim için yoğurmuş"
diyordu bir türküde
valla :))
Ne tesadüf değil mi?
Aman ne iyi etmiş sevgili kayınvalideciğim
İyi ki doğdun
İyi ki eşim oldun:)
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN
Bak işte, sen de bir yaş daha aldın :)
Henüz dede olmasan da,
şaka maka yaşlı başlı adam oldun.
Sabah radyoyu açtım;
" Seni anan benim için doğurmuş, canımm
Hamurunu benim için yoğurmuş"
diyordu bir türküde
valla :))
Ne tesadüf değil mi?
Aman ne iyi etmiş sevgili kayınvalideciğim
İyi ki doğdun
İyi ki eşim oldun:)
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN
26 Ocak 2011 Çarşamba
BİR NEFES MUTLULUK 2
Herşey son derece hızlı gelişti. Bir doktorun birkaç yıl önce yaptırıp yalnızca yazları gelip kaldığı evini, eşyalarıyla birlikte satılığa çıkarması yeni kararlarına tesadüf etmiş ve göz açıp kapayıncaya kadar evi satınalma işlemleri bitmiş, zahmetsizce, köyde çok güzel bir evleri olmuştu.
Taşınma telaşıyla yoğun geçen ilk günün akşamında, günün yorgunluğuna daha fazla dayanamayan ve geniş terastaki sallanan kanepede sızan kocasının horultuları ağustos böceklerinin seslerine karıştıkça bir telaştır almaya başladı kadını. Gece tüm renkleri siyaha boyamış, gündüzki o şahane manzara şimdi korkunç görünmeye başlamıştı gözüne. Bu kadar zifiri karanlık ve bu sessizlik dayanılır gibi değildi ... Sessizlik mi...? Kulak kabartınca birçok ses duydu geceye karışan, yabancı olduğu. Uzakta bir yerden köpek sesleri geliyordu. Biri susup biri başlıyordu havlamaya. Bazen hep bir ağızdan uluyorlardı uzun uzun. Gizli bir koro şefi yönetiyordu sanki köpekler korosunu. Bir eşek anırdı başka taraftan avazı çıktığınca bariton tonda. Sesi köpekleri bastırdı. Sustular sonra hep birden. Tam, gece kadar koyuyken sessizlik, kurbağa korosu başladı şimdi de. Çekirgeler, ağustos böcekleri, ağaçların fısıltısı bir baykuşun geceyi yaran cırtlak sesi... Gecenin sesleri beyninde uğuldamaya başladı. Çok savunmasız yalnız hissetti kadın kendini ve verdiği karardan bin pişman. Oturduğu yere mıhlandı adeta, kulaklarını kapattı, ürkerek karanlıkta göz gezdirdi. Karşısında göz alabildiğince uzanan çam ormanında kıpır kıpır kapkara gölgeler oynaşıyordu. Bir domuz terasa tırmansa ya da damdan düşse şimdi..? Kendi kendine güldü " kedi mi bu, kafayı yedim " diye söylendi.
Ne yapacaktı ait olmadığı bu köyde..? Hadi gidelim ben korkuyorum da diyemezdi ...
Taşınma telaşıyla yoğun geçen ilk günün akşamında, günün yorgunluğuna daha fazla dayanamayan ve geniş terastaki sallanan kanepede sızan kocasının horultuları ağustos böceklerinin seslerine karıştıkça bir telaştır almaya başladı kadını. Gece tüm renkleri siyaha boyamış, gündüzki o şahane manzara şimdi korkunç görünmeye başlamıştı gözüne. Bu kadar zifiri karanlık ve bu sessizlik dayanılır gibi değildi ... Sessizlik mi...? Kulak kabartınca birçok ses duydu geceye karışan, yabancı olduğu. Uzakta bir yerden köpek sesleri geliyordu. Biri susup biri başlıyordu havlamaya. Bazen hep bir ağızdan uluyorlardı uzun uzun. Gizli bir koro şefi yönetiyordu sanki köpekler korosunu. Bir eşek anırdı başka taraftan avazı çıktığınca bariton tonda. Sesi köpekleri bastırdı. Sustular sonra hep birden. Tam, gece kadar koyuyken sessizlik, kurbağa korosu başladı şimdi de. Çekirgeler, ağustos böcekleri, ağaçların fısıltısı bir baykuşun geceyi yaran cırtlak sesi... Gecenin sesleri beyninde uğuldamaya başladı. Çok savunmasız yalnız hissetti kadın kendini ve verdiği karardan bin pişman. Oturduğu yere mıhlandı adeta, kulaklarını kapattı, ürkerek karanlıkta göz gezdirdi. Karşısında göz alabildiğince uzanan çam ormanında kıpır kıpır kapkara gölgeler oynaşıyordu. Bir domuz terasa tırmansa ya da damdan düşse şimdi..? Kendi kendine güldü " kedi mi bu, kafayı yedim " diye söylendi.
Ne yapacaktı ait olmadığı bu köyde..? Hadi gidelim ben korkuyorum da diyemezdi ...
25 Ocak 2011 Salı
" Abimm" filmini izledim biraz önce tv de. Daha önce de gösterilmişti sanırım ama ben ilk kez izliyorum.
Kimine; bağlar bahçeler evler katlar yatlar kalır anne babası ölünce, miras.
Kimine miras, sakat bir abidir.
Beraberinde; omuzlarında, yalnızca yaşayanın bilebileceği büyük bir yükün ağırlığı.
Hayat bu, kimin seçme şansı var ki..?
Kimine; bağlar bahçeler evler katlar yatlar kalır anne babası ölünce, miras.
Kimine miras, sakat bir abidir.
Beraberinde; omuzlarında, yalnızca yaşayanın bilebileceği büyük bir yükün ağırlığı.
Hayat bu, kimin seçme şansı var ki..?
23 Ocak 2011 Pazar
BİR NEFES MUTLULUK
Bu köye ilk geldikleri günü hatırladı.
Doğa kirliliği, hormonlu, yapay, sağlıksız beslenme şekli, büyükşehirde yaşamanın gereği itiş kakış kalabalıklar, gürültü, epeydir sıkmaya başlamıştı karı-kocayı.
"Gidelim" diyordu kocası, "gidelim bir köye yerleşelim. Dedenin köyüne gidebiliriz harika bir doğası var, yemyeşil hem denize de yakın. Tanıdıklar da var bize yardımcı olurlar, yalnız kalmayız. Kendi yiyeceğimiz kadar sebzemizi kendimiz yetiştirir, üç-beş tavuk bir horoz belki bir iki de koyun alırız. Düşünsene; doğal besleneceğiz. Yumurtanın sütün meyvenin sebzenin en doğalını en lezzetlisini yiyeceğiz. Hormonsuz sebze tohumları buluruz, mesela pembe domates ya da gerçek Ayaş domatesi yetiştiririz. Çocukluğumuzda yediğimiz salatalıkları düşün, kavunları. Hımm mis gibi kokardı hatırlıyor musun? Daha soyarken mahalleyi alırdı kokusu. Ya şimdikiler; domates, salatalık, kavun yiyorsun, sanki hepsinde aynı tat, ona da tat dersen. Hepsi tatsız tuzsuz saman gibi şeyler. Yalnızca şekilleri bize onların hangi meyve sebze oldukları konusunda bir bilgi veriyor nerdeyse."
"Abartma istersen" diye güldü kadın. Kocasının bir köye yerleşme konusundaki heyecanına coşkusuna bakıp. Ömründe köy mü görmüştü ki bu adam, nasıl ayak uyduracaktı köy yaşantısına.
Ya kendisi..? Ojeli tırnaklarına, yaşı ilerledikçe beneklenmeye başlamış, her işten sonra kremler koruyucular sürdüğü ellerine baktı. Cildinde leke oluşmasın diye güneşte sokağa bile çıkmıyordu. Köyde nasıl yaşardı? Evet çok seviyordu dedesinin iki dağın arasındaki vadide kurulmuş, yemyeşil, çam kokulu köyünü ziyaret etmeyi. Hele son yıllarda, hep tercih ettiği deniz kıyısı tatillerinden ve denize olan tutkusundan bile öne geçmeye başlamıştı köyde geçirdiği birkaç günün O'a verdiği haz. Ama birkaç günlüğüne gidip ikram izzet karşılanmak, bahçeye ocaklar yakılıp, saclar kurularak köy usulü ağırlanmak başka, orda yaşamak başka birşey. Gerçi, "yazları gider iki-üç ay kalırız" diyordu kocası, onun dışında yine burda oluruz. Ama birkaç yıl içinde çocuklar okullarını bitirip kendi ayaklarının üstünde durmaya başladıklarında ve artık çalışmaktan bıkıp işyerini kapattığında durum değişecekti mutlaka.
Yok yok yapamazdı " Bir küçücük örümcekten bile korkarım kaldı ki kertenkele akrep bile vardır nasıl yaşarım ben köyde, olmaz" demişti.
...
Sağlıksız beslenmenin sebep olduğu hastalıkları anlatıyordu tv de konusunda uzman bir doktor. Yapay bir takım ürünlerin bazı kişi ya da kurumları zengin etmek uğruna nasıl da acımasızca ülkeye sokulduğunu, yıllardır bilinen bu gerçeğin nasıl da örtbas edildiğini anlatıyordu. Canı sıkıldı. Bir bardak çayını almış gün içinde yapması gereken işleri planlamadan önce biraz keyif yapmak için geçmişti oysa tv nin karşısına. Başka bir kanala geçti, böyle sorumsuzca ve canice insan sağlığıyla oynayanlar ve onlara göz yumanlara okkalı bir küfür savurarak kendi kendine yüksek sesle. Şehir yaşantısının neden olduğu stres ve buna bağlı hastalıklar anlatılıyordu bu kanalda da. Söylene söylene mutfağa geçip yemek hazırlamaya girişti.
İşte ne olduysa o zaman oldu ve hayatının kararını verdi kadın. Doğru söylüyordu kocası gidip köyde yaşamalı, yiyecekleri kadar yetiştirip herşeyi doğal ve kaynağından elde etmeli, tertemiz hava solumalıydılar artık. Öfkeyle içi bomboş, kabuğu kalın renksiz domatesi fırlattı elinden.
"Ben karar verdim artık köyde yaşamak istiyorum " dedi akşam kocası geldiğinde.
Doğa kirliliği, hormonlu, yapay, sağlıksız beslenme şekli, büyükşehirde yaşamanın gereği itiş kakış kalabalıklar, gürültü, epeydir sıkmaya başlamıştı karı-kocayı.
"Gidelim" diyordu kocası, "gidelim bir köye yerleşelim. Dedenin köyüne gidebiliriz harika bir doğası var, yemyeşil hem denize de yakın. Tanıdıklar da var bize yardımcı olurlar, yalnız kalmayız. Kendi yiyeceğimiz kadar sebzemizi kendimiz yetiştirir, üç-beş tavuk bir horoz belki bir iki de koyun alırız. Düşünsene; doğal besleneceğiz. Yumurtanın sütün meyvenin sebzenin en doğalını en lezzetlisini yiyeceğiz. Hormonsuz sebze tohumları buluruz, mesela pembe domates ya da gerçek Ayaş domatesi yetiştiririz. Çocukluğumuzda yediğimiz salatalıkları düşün, kavunları. Hımm mis gibi kokardı hatırlıyor musun? Daha soyarken mahalleyi alırdı kokusu. Ya şimdikiler; domates, salatalık, kavun yiyorsun, sanki hepsinde aynı tat, ona da tat dersen. Hepsi tatsız tuzsuz saman gibi şeyler. Yalnızca şekilleri bize onların hangi meyve sebze oldukları konusunda bir bilgi veriyor nerdeyse."
"Abartma istersen" diye güldü kadın. Kocasının bir köye yerleşme konusundaki heyecanına coşkusuna bakıp. Ömründe köy mü görmüştü ki bu adam, nasıl ayak uyduracaktı köy yaşantısına.
Ya kendisi..? Ojeli tırnaklarına, yaşı ilerledikçe beneklenmeye başlamış, her işten sonra kremler koruyucular sürdüğü ellerine baktı. Cildinde leke oluşmasın diye güneşte sokağa bile çıkmıyordu. Köyde nasıl yaşardı? Evet çok seviyordu dedesinin iki dağın arasındaki vadide kurulmuş, yemyeşil, çam kokulu köyünü ziyaret etmeyi. Hele son yıllarda, hep tercih ettiği deniz kıyısı tatillerinden ve denize olan tutkusundan bile öne geçmeye başlamıştı köyde geçirdiği birkaç günün O'a verdiği haz. Ama birkaç günlüğüne gidip ikram izzet karşılanmak, bahçeye ocaklar yakılıp, saclar kurularak köy usulü ağırlanmak başka, orda yaşamak başka birşey. Gerçi, "yazları gider iki-üç ay kalırız" diyordu kocası, onun dışında yine burda oluruz. Ama birkaç yıl içinde çocuklar okullarını bitirip kendi ayaklarının üstünde durmaya başladıklarında ve artık çalışmaktan bıkıp işyerini kapattığında durum değişecekti mutlaka.
Yok yok yapamazdı " Bir küçücük örümcekten bile korkarım kaldı ki kertenkele akrep bile vardır nasıl yaşarım ben köyde, olmaz" demişti.
...
Sağlıksız beslenmenin sebep olduğu hastalıkları anlatıyordu tv de konusunda uzman bir doktor. Yapay bir takım ürünlerin bazı kişi ya da kurumları zengin etmek uğruna nasıl da acımasızca ülkeye sokulduğunu, yıllardır bilinen bu gerçeğin nasıl da örtbas edildiğini anlatıyordu. Canı sıkıldı. Bir bardak çayını almış gün içinde yapması gereken işleri planlamadan önce biraz keyif yapmak için geçmişti oysa tv nin karşısına. Başka bir kanala geçti, böyle sorumsuzca ve canice insan sağlığıyla oynayanlar ve onlara göz yumanlara okkalı bir küfür savurarak kendi kendine yüksek sesle. Şehir yaşantısının neden olduğu stres ve buna bağlı hastalıklar anlatılıyordu bu kanalda da. Söylene söylene mutfağa geçip yemek hazırlamaya girişti.
İşte ne olduysa o zaman oldu ve hayatının kararını verdi kadın. Doğru söylüyordu kocası gidip köyde yaşamalı, yiyecekleri kadar yetiştirip herşeyi doğal ve kaynağından elde etmeli, tertemiz hava solumalıydılar artık. Öfkeyle içi bomboş, kabuğu kalın renksiz domatesi fırlattı elinden.
"Ben karar verdim artık köyde yaşamak istiyorum " dedi akşam kocası geldiğinde.
20 Ocak 2011 Perşembe
YETER Kİ SAĞLIK OLSUN
Açık havayı özledim
Yürümeyi
temiz havayı ciğerlerime çekmeyi derin derin
saçlarımı teğet geçerek havalanan güvercinleri,
güvercinin ağzından ekmeğini kapıp kaçan minik, yaramaz serçeyi.
Hızla hareket ederken şekilden şekile giren, gri-beyaz bulutları,
üşüyorken, bulutların arasından kısacık bir süre çıkarak, göz kırpıp içimi ısıtan güneşi.
Rüzgarın yüzüme çarpmasını, yağmurda ıslanmayı özledim.
Okey oynamayı özledim bir de. Mehtap'la tavla oynamayı her seferinde skoru şaşırarak.
Biraz daha iyi hissedersem, atacağım kendimi dışarı. Belki yarın ...
Sinemaya gideceğiz muhtemelen. Alacağım var Alper'den doğum günümden kalan :)
Hastalık bu geçer, yeter ki çaresi olsun. Döner insan normal yaşantısına iyileşince ama ;
ya dışarı çıkamayacak kadar hasta olanlar yaşlılar ve sakatlar
sabırlar diliyorum onlara
Sabırlar ve sağlıklar.
17 Ocak 2011 Pazartesi
15 Ocak 2011 Cumartesi
YAŞLANMIŞ OLABİLİRİM
Sen sandın ki;
yirmi iki yaşında
takılıp kalacak zaman
saatin bile duracak tik takları
Hep
eteklerin zil çalacak
ayaklarından önce kalbin koşacak...
Oysa;
sen bakarken kıyıdan
akıp geçti zaman...
Hadi!
en yüksek ağacın
en ince dalına tırman yine
şarkı söyle avaz avaz
Ellerinin üstünde yürü
ters takla at, köprü kur...
Ne değişti ki ..?
Sen aynı sen değil misin?
Birkaç kilocuk almış
ve yılları yığmışsın üst üste
Birkaç kilocuk almış
ve yılları yığmışsın üst üste
o kadarcık ...
Gökyüzü aynı gökyüzü aslında
ama eski parlaklığı
yok mu ne
Ay bir buluta saklanmış
güneş küsmüş aya
kararmış da kararmış
Gökten kopup yıldızlar
saçlarına yağmışlar
Aynalar mı yalancı
yoksa tek suçlu
değişen değiştiren zaman mı
Madem,
mümkün değil döndürmek geriye zamanı
mümkün değil döndürmek geriye zamanı
sev o zaman aynadaki teyzeyi
ve O'nun kaz ayaklarını
Bir yaş daha büyüdüm.
nurten y tartaç
( 15 Ocak 2011 )
11 Ocak 2011 Salı
BİR MASAL YAZASIM VAR
Bir masal yazasım var
İçinde kötü cadılar hain üvey anneler devler yedi başlı ejderhalar kahramanlar ve iyi kalpli saf köylüler falan olan bir masal.
Sonunda, tüm kötülerin hak ettikleri cezayı bulduğu, iyilerin mutlu olduğu, her yerin bir anda güllük gülistanlık oluverdiği, kaf dağının ardındaki güneşli ülkelerin masallarını yazasım var …
Kendi yazdığım masalda başrol oynayasım var.
Tercihen; Şöylee elinde sihirli bir asası olan,
bir masal perisi mesela … ( Kurbağa bile prens oluyor da bu neden olmasın..? = ;)) Masal bu … )
Kabağı şahane bir arabaya, fareleri küheylan atlara çeviren,
kül kedisini kötü kalpli üvey annesi ve ablalarından kurtaran ve hatta ülkenin başına prenses yapıvereninden bir peri olasım var.
Üzerinde sihirli fasulyeleri olan sarmaşığa tırmanıp gökyüzüne çıkan, ordaki ülkede yaşayan; bir dudağı gökte bir dudağı yerde, hain mi hain, astığı astık kestiği kestik devden ülkeyi bir çırpıda kurtarıveren, o sıska salak oğlancık olsam da olur.
Ya da;
ben masal yazmasam da, masallar gerçek olsa…
İyiler kazansa hep sonunda. Kötüler hainler yalancılar dolandırıcılar kazdıkları kuyuya kendileri düşüp, yok olsalar bir çırpıda. El ele gönül gönüle olsak, bayram olsa ülkemde, tüm dünyada...
ya da biz, masal olsak…
6 Ocak 2011 Perşembe
K A D E R
Daha biraz önce, mutluluktan güneşin yedi renginin oynaştığı ela gözleri gölgelendi kadının. Sevdiği kadar sevildiğine inandığı adamın gözlerinde başka bir kadının izleri vardı. Buğulu gözlerini kaçırarak “kalkalım artık, eve gitmek istiyorum” dedi.
Karşı masada oturan kadının davetkar bakışlarına bıyık altından gülerek karşılık vermişti, kulağına sevda sözleri fısıldayan adam, kocası.
Henüz birkaç ay önce evlenmişlerdi. Üstelik ne engeller aşmışlardı kavuşana kadar. İlk O’nda açmıştı kadın gözlerini, ilk O’nun ellerini tutmuştu elleri.
“Amma da büyüttün ne var bunda…” demişti adam sırıtarak pişkin pişkin, karısının ağlamaklı gözlerine bakıp.
Büyütmüş müydü sahiden..? Bir gülücükten ne çıkardı..?
Kadınsı sezgilerinde yanılmadığını “büyütmediğini” anladı kadın çok geçmeden.
Ne yapmalıydı..? Geri dönüşü yoktu ki bu yolun.
“Gelinliğinle çıktığın bu kapıdan ancak kefeninle girersin” demişti babası evlenirken.
Önce susmayı öğrendi, görmemeyi
boyun eğmeyi.
“Kader” dedi “alınyazım böyleymiş…”
Kocası başka bir kadın için evi terkettiğinde
O’nu suçladılar “sen de kadın olsaydın da tutsaydın kocanı elinde” dediler.
Boynunu büktü “kader” dedi yine…
MİMMM
“SMILES ON FACES” ÖDÜLÜ
JIVAGO ve izler ve yansımalar – Esmir arkadaşlarım bu güleryüzlü ödülle mimlemişler beni. Çok mutlu oldum, teşekkürler her iki arkadaşıma da.
Gönlünüzden sevgi, yüzünüzden gülücük eksik olmasın diyor ve yolu burdan geçen tüm arkadaşlarıma, hayatın onlara hep güleryüzlü davranmasını dileyerek, bu ödülü armağan ediyorum.
3 Ocak 2011 Pazartesi
ATLANTİS VE METRO İNŞAATI
Yolun bir tarafında 5, diğer tarafında 3 yüksek blogtan oluşan lüks binalar ve ana caddenin iki yanındaki bu binalardan caddenin her iki yanına kolay geçişi sağlamak amaçlı, raylı sistemle taşımacılık yapacak olan bir üst geçiş inşaatı var bir süredir, Ankara Batıkent’te. Bunun yanısıra; alışveriş merkezleri, sinemalar, eğlence merkezleri de olacakmış. Ne güzel !!!
Güzel güzel olmaya da; halkın, bankalar ve alışveriş merkezlerine en önemlisi de birçok dersaneye ulaşımını sağlayan bu yolu 4- 5 aydır kapatmaya, insanları çamur batağında yürütmeye kimin ne hakkı var, çok merak ediyorum.
Böyle pervasızca, herhangi başka bir kolaylık sağlamadan halkın geçiş yolunu bataklığa çevirirken; kim, hangi güçten cesaret alıyor, bunu da çok merak ediyorum.
Bu yola girmemek için, iki adımlık yola arabayla gitmek zorunda kalıyorum. Birkaç gün önce mecburen yürüyerek burdan geçmiş ve sessiz boyun eğişimizi sömürenlere isyan etmiştim. Bugün yine yürümek zorunda kaldım bu yolda.
Bileklerime kadar çamura battım tabii yine. İnşaatta çalışanlara, yetkili biriyle konuşmak istediğimi söyledim. “Yetkili kişi Büyükşehir Belediyesi” dedi işçi sırıtarak. Atlantis’le Büyükşehir belediye’sinin ne ilgisi var..??? bunu bilmem ama yolumu yeniden açması gerekenin, büyükşehir belediyesi olduğunu biliyorum.
………………………………………
On onbeş gün kadar önce tv de, İzmir Belediyesi’nin metro inşaatı sırasındaki beceriksizliğinden dem vurarak; “Ankara metrosunun yapımı sırasında mağdur edilmiş bir tek Ankaralı olmuş mu sorun bakalım” diyordu bir sayın milletvekilimiz.
Fotoğraflarla cevap veriyorum:
Batıkent metrosunu Sincan’a bağlayacak metro inşaatı nedeniyle 5-6 yıldır, üç şeritli çift yönlü caddemiz kapalı. Üstelik metro inşaatı tamamen durdurulduğu için, artık içinden şırıl şırıl dereler akmakta ve kargalara mesken olmuş durumda kapalı alan.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)