Arnavut kaldırımı taş sokaklarda faytona kurulmuş gidiyor olmak, üstelik te gece el ayak çekilmiş, sokak sessizliğe bürünmüşken, ne güzel bir duygudur bilemezsiniz. ( Gerçi tamamen yok olmuş değil ama artık, bazı yerlerde ve yalnızca turistik amaçlı kullanılıyor faytonlar. ) Eğer biliyorsanız da benim yaşlarımda yani birazcık yaşlısınız demektir. Her ne kadar kendimi bir türlü o sınıfın içinde hissedemesem de:))) Gençlerin, “o da ne ki? “ dediği pek çok şeyi yaşamış olmak hoş bir duygu. Ee bu da yaşlı olmanın ayrıcalıklı kısmı. Kendinize bilmiş bir eda verir başlarsınız anlatmaya, “sen bilmezsin, biz eskiden… “ diye. Modası geçmiş adı sanı unutulmuş bir takım şeyleri yaşamış biri olarak anlatmanın her ne kadar cazip bir yönü yokmuş gibi görünse ve biraz fosilleşmek anlamına gelse bile; şu, her şeyi bir kendisi bilen genç neslin karşısında onların bilmedikleri şeyler de olabileceğini ispatlamak hiç fena olmuyor doğrusu.:)
Tv de gördüğüm bir fayton, beni taa çocukluğuma götürdü bu akşam.
Kasabada bir tek fabrikalar sinemasına yabancı –ejnebi – film gelirdi. Annem Hint filmlerini çok sevdiği için her seferinde mutlaka giderdik. ( O zamanlar Hint filmleri furyası vardı ) Filmin yarısından fazla kısmı, aşırı makyajlı bir kız ve bir erkeğin kah bir ağacın arkasından, kah pat diye başka bir yerden dansederek fırlayıp, göz süzüp gerdan kırarak şarkılar söylemesi ve birbirlerine kur yapmalarıyla geçerdi. Pek birşey anlamazdım ama masalsı havası, rengarenk giysileri benim de ilgimi çekiyordu sanırım.
Evimiz çok uzak olmamasına rağmen; sinemada, kardeşim ve ben en çabuk kim içecek yarışı yaparak, arkası arkasına gazozları midemize indirdiğimiz için sıkışır eve yetişemeyecek duruma gelirdik film bittiğinde. Babam eve daha çabuk yetiştirebilmek için sinemanın önünde sıralanmış bekleyen faytonlardan birine bindirirdi bizi söylene söylene.
O ılık yaz gecelerinde; faytonun koltuğunda, kendimi gecenin sessizliğine bırakır, başımı Babamın ya da Annemin omuzuna dayar, iyice mahmurlaşmış, ağırlaşmış göz kapaklarımı kapatır, faytonun tentesinin etrafında sıralı minik çan seslerini, arnavut kaldırımı taş sokaklarda, atların yürürken çıkardıkları ahenkli “tak tuk tak tuk” nal seslerini ve homurtularını dinlerken uyuyakalırdım her seferinde…