29 Ağustos 2009 Cumartesi

KISA BİR ARA

 

             3 O AGUSTOS ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

 

images

 

 

 

Kısa bir süre yokum…

Oğlumun GSF özel yetenek sınavı için Çanakkale’ye gidiyoruz.

Ve de bu bahaneyle,  Gelibolu’yu bir kez daha ziyaret edip kahraman şehitlerimize dualar okumak, onlara tekrar binlerce kere teşekkür etmek,kimisi daha 15- 16 sındayken  ülkenin bağımsızlığı için gözlerini kırpmadan canlarını  verdikleri bu vatanı tepe tepe kullandığımız,  acımasızca ormanlarını yakıp kesip talan ederek  rant arazisi haline getirdiğimiz, yarını hiç düşünmeden hoyratça davrandığımız, DUR diyemediğimiz demediğimiz, bu ülkeye yaptıklarımız için binlerce kere özür dilemeye gidiyorum.

 

Bir kaç yıl önce bir kez daha gitmiştim Gelibolu’ya, her taşını her avuç toprağını öpüp kucaklamak hislerimle, saygıyla minnettarlıkla, bir o kadar da ezik,şehitlerimizin kanlarıyla kazandıkları bu ülkenin değerini  yeterince bilemediğimiz için ezik gezmiştim her adım yerini…

 

Çanakkale’den Gelibolu’dan  Gökçeada ve Bozcaada’dan haberlerle fotoğraflarla   dönmeyi umuyorum…

 

Tüm blog arkadaşlarıma sevgiler…

                                             

                        

 

Not:  4-5 gün sonra dönerim (İnşallah). Yorumlarınızı dönüşte cevaplayacağım.

28 Ağustos 2009 Cuma

Ama Ben Sizi Çok Seviyorum (dum) …

 

            Bunu bana yapmayın artık. Canıma tak etti. Sonunda yolacağım tüylerinizi ya da daha ötesi koparcam boynunuzu o olacak.

 

            Komşular sizin siteden yok edilmenizi istediklerinde şiddetle karşı çıkmadım mı ben?

 

 

            _ Bizim ne kadar yaşamaya hakkımız varsa bu dünyada, onlar da bizim kadar yaşam hakkına sahipler. İnsanoğlu daha güçlü diye diğer canlıları yok etme hakkına sahip değil.  Dünya kuşuyla böceğiyle tüm canlılarla birlikte güzel demiştim.

 

 

            _ Ama Çınar Hanım, görüyorsun her tarafı, balkonları pencere kenarlarını  hatta camları boydan boya pisletiyorlar. Sen hiç rahatsız olmuyor musun? dediklerinde

 

 

            _ Rahatsız olsam ne yapacağım? Altlarına bez bağlayacak değilim ya. Yapacaklar tabi kuş onlar.Siliyorum yıkıyorum temizleniyor. Pisletiyorlar diye yok edecek değiliz ya. Hem ben onları seviyorum. Varsın pislik olsun… Onların etrafta uçuşmalarını ,Havuzdan su alıp gagalarını havaya dikerek içişlerini,sıcakta mayışıp çimlerin üzerine serilerek güneş banyosu yapmalarını, ekmek kırıntılarını yerken gurk gurk diye sesler çıkarmalarını birbirlerinin ağzından ekmek kapma savaşlarını izlemekten büyük keyif alıyorum. Hele koca güvercinlerin minicik serçelere ağızlarındaki ekmeği kaptırmalarını izlerken kahkahalarla gülüyorum.Diyerek sizi savunmamış mıydım?

 

 

            Bu arada serçelerin bu kadar uyanık olduklarını bilmezdim. Güvercin ağzına ekmek alınca,pıt pıt seke seke geliyorlar usulca masumca sanki oralı değillermiş gibi.Sonra güvercin  ekmeği gagasından arkaya savurtturarak minik parçalara ayırıp yemeğe başlayınca hopp bir çırpıda ağzından kapıveriyorlar ekmeği güvercinin.

 

 

 

SDC10165 

 

 

            Ben sizi bu kadar severken şimdi bu sizin yaptığınıza ne demeli? Benim sevgime böyle mi karşılık verecektiniz?

 

 

            Bu sene balkonda sebze yetiştirmek istiyorum dedi eşim. Peki dedik,gittik organik, maydonoz minik çeri domatesi,arnavut biberi,soğan sarımsak tohumları aldık yanında da koca birkaç torba toprak yüklendik geldik eve.Daha önceki yıllarda çiçek diktiğimiz uzun balkon saksılarını yeni topraklarla doldurup bir güzel tohumlarımızı ektik. Doyumluk mahsul toplamak değildi tabi amacımız. Yemeklerin yanında,  biz yetiştirdik zevkiyle birer ikişer tadacaktık sadece. Çok gördünüz.

 

 

            Maydonoz soğan sarımsak daha bir karış olmamıştı ki,başladılar taciz etmeye güvercinler. Bir sabah balkona çıktım ki ne göreyim. Güzelim tazecik yeşillikleri poposuna yer açıp yerleşmek için bir güzel ezmiş yetmemiş rahat edememiş, toprağı yerlere döküp saçarak oymuş oturacağı yeri kırım kırım kırıtıyor. Bir hışımla kovaladım. Ne kadar olabilirse düzeltmeye çalıştım, bitkileri suladım kendine gelsin zavallılar diye… Ertesi sabah baktım yine aynı yerde, yine toprakları döküp saçmış oturuyor saksıda. Öyle korku falan yok güvercinde iyice yüzgöz olduk.Nerdeyse elimle iteliyorum git balkonumdan diye.

 

 

            Böyle böyle biz kovduk o(onlar?) geldi. Sebze falan kalmadı tabi bu arada.Ezdiler kırpık kırpık ettiler yetmedi, yuva yapacağız diye kolum kadar(!) çöpleri taşımaya başladılar. Yuva yaparlarsa bozamam kıyamam diye attım çöpleri.Saksıların üstüne altlıklarını kapattık uygun yer bulamasın da başka yere gitsinler diye.

 

 

            Ayakları burdan kesildi. Ohh rahatladık dedik.Baktık, balkon sevimsiz göründü gözümüze, gittik iki gül ve bir karanfil aldık geldik.Üstleri çiçek dolu, bir yığın da tomurcukları vardı.

 

 

            Ahh ah! Yine bir sabah,bir yerlerden gak gak diye bir ses geliyor.Bu da ne ki diye aranıyoruz evde. Bir de ne görelim? Balkonda bir saksağan… Karanfilin ve gülün tomurcuklarını koparmış, gagasıyla da bir güzel ezmiş atmış yerlere. Yine topraklar eşelenmiş dağıtılmış…

 

 

            Söylene söylene temizledim ortalığı. Ezilmiş tomurcukları içim acıyarak attım çöpe…

 

 

            Dün de balkonda buz kasesiyle yanında da minik bir tabakta leblebi unutmuşum.Sabah baktım yine bir saksağan. Kaseye başını sokmuş debeleniyor. Bağırınca uçtu gitti. Bir de ne göreyim üşenmemiş leblebileri bir bir kasedeki suyun içine doldurmuş.

 

 

 

images

 

 

            Bu sabah ta kocaman açmış gülümü koparıp ezmişler.Saksımı düşürmüşler, topraklar yerlere dökülmüş.

 

 

            Delireceğim yaa inat mı yapıyor bunlar bana?  Bütün yaz kuş kovalamakla geçti. Sonunda altlarını bağlayıp gagalarına düğüm atacağım görecekler günlerini.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

HANİ BENİM ÇOCUKLUĞUM..? NERDE HOROZ ŞEKERİM...?

 

 

Biz çocukken, oyunlarımız vardı. sokakta oynadığımız oyunlarımız. Mahallenin bütün çocuklarının birlikte oynadığı oyunlar. Gece yarılarına kadar içeri girmezdik biz. Açlıktan midemiz guruldardı da yine girmezdik. Bir  kere girersek,  bir daha çıkamama ihtimali vardı çünkü.” Artık eve gel “demekten bıkan annelerimiz, elimize üstüne sanayağ sürülü ekmekler verirlerdi. Bir taraftan oyuna devam eder bir taraftan da aceleyle yer bitirirdik ekmeklerimizi, yine sokakta. Mahalledeki herhangi  bir komşu teyzeden su isterdik, kendi annemiz yerine. Annelerimiz görürse eve çağırır diye.

 

“Yeter artık ! Sabahtan beri sokaktasın. Elin yüzün kapkara olmuş. Açlıktan öleceksin. Aklına yemek yemek gelmiyor oyun kalacak diye.” Arkadan da;”off of bu ne biçim kız çocuğu Allah’ım” diye söylenirdi  annem.

 

Ya babalarımız; onlara hiç yakalanmamak gerekti oyun aralarında. İtiraz hakkın falan olmaz öyle. Baba, “artık çıkmayacaksın yeter” dediği zaman. Çok üstelersen yerdin tokatı.

 

Hepsi tek katlı, bahçe içinde olan evlerin bahçeleri yetmez, sokaklarda oynardık oyunlarımızı.Geniş alan isteyen oyunlardı birçoğu. İp atlamak, Saklambaç, yakantop,istop,dalya  gibi. Sokaklar da şimdiki gibi değildi ki,nadiren bir araba,çokça da fayton geçerdi.Rahattık yani, alabildiğince rahat.

 

Tabi her zaman tatlı tatlı oynanmazdı.Kavgalarımız da olurdu sık sık. (Ben çok kavga edemezdim. Küserdim çokça) Çocukların kavgasına karışan büyükler de çıkardı mahallede. Annesi, arkadaşından dayak yemiş çocuğunu, elinden tuttuğu gibi sürükleyerek,dayak atan çocuğun annesine götürürdü şikayete.iki anne arasındaki bağırış çağırışla  mahalle ayağa kalkardı bazen.

 

Arkadaşımızla küsünce ”Ayağımın altı pekmezz  yala yalaa bitmezz” derdik. Arkamızı ona dönüp, ayak tabanlarımızın bir birini bir ötekini  ona doğru kaldırarak. Yazarken çok komik geldi şimdi:)

 

Çığlık çığlığa neşe içinde oynarken çocukları, anneler de komşunun bahçesinde toplanır,hem elişlerini  (işlengi-Kaneviçe-, dantel örgü vs ) yapar, çay içip sohbet ederlerdi.

 

Birçok ev işi imece usulü yapılırdı;

 

Biri badana yapacaksa komşular hemen yardıma koşardı. (Badana; kireçle yapılırdı.  Öyle yağlı boya plastik duvar kağıdı ya da başka bin türlü badana malzemesi yoktu. Bembeyaz kireçle boyanırdı evler ve mis gibi kokardı.Şimdilerde en sağlıklı boya olduğu söyleniyor kirecin)

 

Odun kömür mü taşınacak (kalorifer henüz kimsede yoktu) el birliği ile taşınıverirdi.

 

Akşam gezmeleri olurdu. Komşular ve akrabalar arasında.Kışın, sobanın üstünde közlenmiş kestane,Patlamış mısır, Kuru üzümle birlikte kavurga(Buğday kavurması)  ikram edilirdi misafirlere. İkramlar basit sohbetler koyu olurdu, TV yoktu çünkü henüz ülkede.  En önemli şey radyodan ajans (haber) dinlemekti.Asla kaçırmazdı büyükler ajans saatini bir de erkekler maç saatlerini.

 

Doya doya çocukluğun dostluğun akrabalığın ve komşuluğun yaşandığı , hayatların içiçe olduğu bir dönemden geliyorum.

 

Bugünkü çocukların gençlerin çoğunun, adını bile bilmedikleri çok zevkli oyunlar oynayarak büyüdüm. İstedim ki, biraz çocukluğuma döneyim. O oyunları bir kez daha hatırlayıp  hatırlatayım. Tanıtayım, yazımı okuyan gençlere ...

 

 

 

İşte, bizim çocukluğumuzdaki sokak oyunlarından sadece bazıları:

 

 

 

 

Aç Kapıyı Bezirgan Başı Oyunu;  İki aşamada oynanır. Şarkılı bölüm ve çekişme. Bir çizgi çizilir.Sayışarak, iki çocuk seçilir.Bunlar bezirgan dır. Bezirganlar diğer çocuklara duyurmadan, kendilerine birer ad takarlar. Mesela elma ve armut gibi.Bezirganlar çizginin iki yanında karşılıklı durur elele tutuşurlar ve ellerini yukarı kaldırarak kapı gibi yaparlar. Diğer çocuklar tek sıra halinde dizilir ve kervan olurlar.

Kervancılar, Aç kapıyı bezirgan başı şarkısını söyleyerek bezirganların oluşturduğu kapıdan geçmeye başlarlar sırayla.

Şarkının devamını “Arkamdaki yadigar olsun,yadigar olsun” söylerken, kapının içinde kalan çocuk, bezirganlar tarafından kollarının arasında sıkıştırılarak esir alınır.

Bezirganlar esir aldıkları çocuğun kulağına eğilir”elma mı armut mu?”der,esir hangi bezirganın ismini söylerse onun arkasına geçer. Oyun şarkılı olarak son çocuğa kadar devam eder. Sonra bezirganlar teker teker”bir sıçan, iki sıçan ”diye çocukları bırakırlar. Çocuklar diğer çocukların etrafını koşarak dolaşır tekrar kapıdan girip kendi bezirganının arkasına geçip belinden sıkıca tutar.

Sonra çekişme başlar.Bezirganların arkasında, iki grup halinde birbirlerinin bellerine sıkıca sarılan çocuklar, birbirlerini çekmeye başlarlar. Çizgiyi geçen ya da düşen grup oyunu kaybeder.

 

 

 

Saklambaç oynardık biz. Nasıl mı?  Şimdi de bilinen bir oyun bu ama biz gece oynar, komşu bahçelerde ve ağaç üstlerinde  saklanırdık. En az 3-4 kişiyle oynanır saklambaç.Oyuncular aralarında sayışarak bir ebe tespit edilir.

Bir tekerleme söylenir ebeyi seçmek için, mesela;

Ya şundadır  ya bunda
Keçe külah başında


gibi

Ebe, bir duvara ya da ağaç gövdesine yüzünü döner elleriyle gözlerini kapatarak saymaya başlar. Sayma işlemi bittikten sonra “sağım solum önüm arkam sobe” der “oldu” diye bağırarak gözlerini  açar. Bu arada bütün çocuklar çeşitli yerlere saklanmışlardır. Ebe diğerlerini ararken saklandığı yerden çıkan çocuk ebenin saydığı yere elini vurarak “sobe” der ve  ebe olmaktan kurtulur. Ebe birini görüpte ondan önce “sobe” derse, sobelenen ebe olur. Eğer ebe bir kişiyi görür ama ismini yanlış söylerse, herkes saklandığı yerden çıkar ve “çanak çömlek patladı” diye bağırırlar. Bu durumda ebe yeniden ebe olur.

 

 

 

 

 

cocuk-oyunlari-saklambac2 

 

 

 

 

Yakan top:

En az 4 kişiyle oynanır.Oyuncular yine bir tekerleme söyleyerek eşleşirler ve iki eşit  gruba ayrılırlar. Bir grup ortaya geçer, diğer grup ortadaki grubu vurmaya çalışır.Eğer atılan top birine gelirse o kişi oyun dışına çıkar ama  topu havada yakalarsa 1 tane can almış olur yani oyundan çıkmaz oynamaya devam eder.Ortadaki gruptaki herkes vurulunca diğer grup ortaya geçer.Ve bu sefer de ötekiler onları vurmaya çalışır topla.

 

 

 

 

  cocuk-oyunlari-yakantop

 

 

 

 

Yağ Satarım:

Önce bir ebe belirlenir. Oyuncular yüzleri birbirine dönük halka oluşturacak biçimde yere otururlar. Ebe eline bir mendil alır, arkasında saklayarak halkanın çevresinde dolaşmaya başlar. Bu sırada da oyuna adını veren şarkıyı söyler:


Yağ satarım, bal satarım,
Ustam öldü, ben satarım.
Ustamın kürkü sarıdır.
Satsam 15 liradır
Zam-bak Zum-bak
Dön arkana iyi bak


Dolaşırken mendili belli etmeden oyunculardan birinin arkasına bırakır. Arkasına mendil bırakılan çocuk, bunun farkına vardığı anda mendili alarak ebeyi kovalamaya başlar. Ebe, yakalanmadan onun yerine oturursa, mendili alan çocuk ebe olur; yakalanırsa, oyun aynı ebeyle devam eder.

 

 

 

 

1227583264786

 

 

 

 

Seksek : Bugün de oynanan bir oyun.
Seksek oyununda yere tebeşirle kare ve diktörtgenler çizilir ve numaralandırılır. Sırasıyla herbir kare ya da dikdörtgenin içine düşecek şekilde taş (düzgün yassı bir taş)  atılır. Tek ayakla seke seke son kare yada dikdörtgene kadar gidilir ve dönülür. Sadece dikdörtgenlerde yere iki ayakla basılır. Dönüşte taş alınır,  bir sonraki yere atılarak tekrar edilir oyuna. Çizgiye basan  ya da taşı doğru yere atamayan “yanar” yani oyunu kaybeder. Sıra diğerine geçer.

 

 

 

 

 seksek

 

 

 

 

İp atlama : İşte benim en sevdiğim oyun.Şimdi bile ip atlayan çocuklar gördüğümde ben de atlayayım mı ? dediğim ama bir iki zıplamada dilim bir karış dışarda nefes nefese kaldığım  oyun.

Daha çok kızlar oynar. (Gerçi benim kardeşimde oynardı ya.İzin vermezsek oyunumuzu bozardı) Tek başına ip atlamak isteyen çocuk boyuna uygun kalın bir ip alır ikiye katlar. iki ucundan tutarak ipi başının üzerinden çevirir. Bu arada da zıplayarak ipi ayaklarının altından geçirir.

Diğer bir ip atlama oyunu,en az 3 kişiyle oynanır.  iki çocuk uzun ve kalın  bir ipin iki ucundan tutar. İp çevrilirken öbür çocuklar sırayla zıplayarak ipi ayaklarının altından geçirirler. Bu sırada ipin düzgün çevrilmesi ve her çevrilişinde yere değdirilmesi gerekir. İp, atlayanın ayağına takılırsa oyuncu yanar.

Çift ip atlamaksa en keyifli olanıdır. Karşılıklı iki çocuk, uzun ve kalınca iki ipi iki ellerinde tutarak eşit hızda, bir birini bir ötekini çevirirler, içe doğru yada dışa doğru. İp atlayan çocuk, bu sefer iki ipe de takılmadan arasından atlamak ve ayaklarının altından geçirmek zorundadır.

 

 

 

 

 18

 

 

 

 

 Ve Kız çocuklarının gözde oyunu evcilik: Bunu anlatmaya gerek var mı? Evcilik oynamayan kız çocuğu hatta erkek çocuğu var mıdır?

 

 

 

 

 images.php

 

 

 

 

Et Top la oynadığımız bir oyunumuz daha vardı. Farklı büyüklüklerde şimdiki stres toplarını andıran, ( ceviz kadar olanları da vardı Portakal büyüklüğünde olanları da)toplardı. 1, 2 ,3  der bacağımızın birini kaldırır altından topu geçirirken buçuk derdik 4, 5 6 buçuk diye devam ederdik.10 buçuk ta biterdi.

Bir de bu topların büyük olanlarıyla oynadığımız bir başka top oyunu: Topu atabildiğimiz kadar yukarı atar, kendi etrafımızda top düşene kadar dönebildiğimiz kadar döner top yere düşmeden yakalamaya çalışırdık. Sonra, yine topu yukarı atar, bu kez top aşağı düşene kadar,  ellerimizi önde ve arkada birbirine vurarak ve bu arada da 1- 2-3-…diye sayarak topu tutardık. Tutamayan “yanar” sıra diğer oyuncuya geçerdi.

 

 

Ayrıca bir de genelde kız çocukların oynadığı, beş taş oyunu vardı ki,adı üstünde 5 tane, fındık büyüklüğünde muntazam taşla oynanırdı. Taşlar yere atılır. Taşların içinden  bir tanesi alınır ve o taş  yukarı atılır. Atılan taş yere düşmeden, yerden  bir taş alıp, aynı elle düşmekte olan taşı tutarak başlanır oyuna. Yerdeki taşlar bitince yine yere atılır taşlar ve aynı şekilde bu kez yerden ikişer ikişer taş toplayarak devam edilir. Sonraki el,  1 taş alınır yerden ve sonra 3 taş birden toplanır. Son elde, eldeki taşı atıp tutana kadar yerdeki 4 taş birden toplanarak atılan taşın tutulmasıyla biter oyun. Attığı taşı tutamayan ya da yerdekileri toplayamayan “yanar”Sıra diğer oyuncuya geçer.

Bunun 50 –100- 150 taşla oynanan versiyonları da vardı. Ki onlar daha zevkliydi.

 

 

 

Körebe, istop, birdir bir, uzuneşek, çember çevirme, misket,  köşe kapmaca, Yerden yüksek, çelik çomak, komen, çanak çömlek patladı, mendil kapmaca, topaç çevirme, kızak, gazoz kapaklarıyla oynanan oyunlar,ve  adını hatırlamadığım daha onlarca oyunumuz vardı bizim sokakta oynadığımız.

 

Ayrıca şarkılar eşliğinde (Yukarda , Aç Kapıyı Bezirgan Başı gibi)  oynanırdı birçok oyun sokakta .

 

Sokağın başından arabasının senini duyduğumuz, ki bu araba, hani şu, sinema girişlerinde cornflakes (patlamış mısır)satılan küçük “arabalar” vardır ya onları andırırdı. Üstünde tentesi vardı. Tentenin uçlarında rengarenk süsler asılı olurdu. Elle itekleyerek sürerdi dondurmacı arabasını. Tekerleklerin çıkardığı sesi ve dondurmacının”donnduu kaymakk”diye bağıran sesini duyar duymaz oyunu bırakır, herkes  evlerine koşuştururdu annelerinden para almak için. Parasını avcuna sıkıştıran, dondurma arabasının önünde kuyruk oluştururdu. Ben neden hiçbir dondurmada o dondurmanın tadını bulamıyorum..?

 

Ya da pamuk şeker veya horozşekeri satıcıları bizi oyunumuzdan uzaklaştırabilirdi yalnızca.

 

 

Biz dışarda oyun oynar bol oksijen alır enerjimizi toprağa akıtırdık. Çok yorulurduk birçok zaman oyun arası bir dilim ekmekle geçiştirirdik öğünümüzü. Kir pas içinde kalır, kavga eder küser barışırdık ama paylaşmayı bilirdik.

                                    Mutluyduk…

25 Ağustos 2009 Salı

BİR TANIŞMA

 

 

Dün blog arkadaşım  Leylak Dalı’yla buluştuk tanıştık.

 

Önce telefonlaştık tabi, daha önce hiç görüşmemiştik ki,nasıl tanıyacaktık birbirimizi?

 

Kıyafetlerimizi tarif ettik, o bana ,ben ona:)

 

Bir pastanede buluştuk . Leylak Dalı’ nın seçtiği, anılarının olduğu bir pastaneydi. Nostaljik bir mekan yani.

 

Ben  önce gelmiştim Pastaneye. Başladım beklemeye merakla. Yazılarından tanıyıp sevmiştim. Az çok bir fikrim vardı onunla ilgili.

 

Ama gerçek hayatta yeni bir insanla tanışmak farklı birşey. Yeni tanıdığım biriyle hemen samimi olamam ben. İlk gördüklerinde soğuk bulurlar hatta biraz. Sonra fikirleri değişir tabi:)

 

Leylak Dalı pastanaye  Gelir gelmez sarıldık kaynaştık.

 

Başladık sohbete.Sanki biraz önce tanışmamıştık.

 

Sanki yılların birikimi vardı.

 

Koyu bir sohbet başladı.

 

Nelerden bahsetmedik ki?

 

Çocuklar eşler ailelerimiz geçmişimiz. Hayatımız.

 

Ve nerdeyse aynı tarihlerde kaybettiğimiz annelerimizden bahsettik.

 

Çok candan samimi buldum sevgili Leylak Dalını. Sıcakkanlı konuşkan neşeli

 

Üç saat nasıl geçti anlayamadım.

 

Yeniden buluşmak üzere sözleşip ayrıldık…

 

Teşekkürler arkadaşım bu güzel gün için…

20 Ağustos 2009 Perşembe

TCDD ANKARA GARI (Tren İstasyonu)

 

 

                  Yıllardır, yüzlerce kere önünden geçtim garın. 24 yıl önce sadece merak ettiğimiz için bir kez tren yolculuğu yaptık( Bin pişman olmuştuk). Ondan sonra da hiç gara gelmemiştik.

 

 

 

SDC10333

 

 

 

 

                   Bu sabah küçük oğlumu hızlı trenle Eskişehir’e yolcu etmek için  geldik gara.  

 

 

 

 

SDC10317 

 

 

 

 

                         Ne kadar değişmiş, modern bir yer olmuş çok hoşumuza gitti.

 

 

 

 

SDC10318 

 

 

 

“Şu Çılgın Türkler” kitabında Turgut Özakman’ın bahsettiği,

Atatürk’ün Milli mücadele yıllarında kullandığı “Direksiyon  Binası”nın burada olduğunu biliyordum. 

 

Fotoğraflarını çekip sizlerle paylaşmak istedim.

 

 

Anadolu _ Bağdat demiryolu üzerinde yapılmış bulunan”Direksiyon Binası” Mustafa Kemal Atatürk’ün  27 Aralık 1919 da Ankara’ya ilk geldiği günlerde konakladığı ,Ziraat Mektebi’nden sonraki konut ve karargahıdır.

 

 

 

 

SDC10320

 

 

 

 

“Direksiyon Binası” uzunca bir süre Kurtuluş Savaşı’nın Ankara’daki merkez üssü olmuştur.

 

 

 

 

SDC10323 

 

 

 

Bu bina 1920-1922 yılları arasında Ankara Hükümeti Reisi ve TBMM orduları  Başkumandanı Mustafa Kemal’in aldığı çok önemli kararlara tanıklık etmiştir.Kurtuluş Savaşımızın harekat planları burada hazırlanmıştır.

 

 

 

21 Ekim 1921 de Fransızlarla yapılan Ankara Anlaşması’nın görüşmeleri bu binada yapılmış ve anlaşma burada imzalanmıştır.

 

 

 

TBMM nin açılışı kararıda bu binada alınmıştır.

 

 

 

SDC10331 

 

 

 

Kurtuluş savaşı Ankara’sının bir dönem kalbi olmuş bu bina, başta Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Paşa ve yakın çalışma arkadaşlarının saygın anılarını yaşatmak, sonra aynı yapı ve çevresindeki saklı tarihimizin bu kesitini gelecek kuşaklara aktarmak düşüncesi ile bu bina MÜZEye dönüştürülmüştür.

 

 

 

 

SDC10330

 

 

 

Müze iki kattan oluşmaktadır. Binanın üst katında Atatürk’ün Çalışma toplantı ve yatak odası ile Fikriye Hanım’ın kaldığı oda bulunmaktadır. Kendisine ait eşya ile o gün kullanılan mobilyaları olduğu gibi korunmaktadır. Alt katı demiryollları müzesi olarak düzenlenmiştir.

 

 

 

 

Atatürk’ün Treni;

 

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1935-1938 yılları arasında yaptığı yurt gezilerinde kullandığı, Alman Linke-Hofmann firmasına yaptırılan ünlü “Beyaz Tren in” günümüze kanal tek vagonu.

 

 

 

SDC10324

 

 

 

 

 

SDC10325

MİMLENDİM

 

ads%C4%B1z

Sevgili Nalan ve ramazan arkadaşlarım beni bu ödülle ödüllendirmiş vee MİMlemişler aynı konuyla.Teşekkürler arkadaşlar


Bu ödülün kuralları varmış.

 


1-Sizi ödüllendirene teşekkür edin
2- Sizi ödüllendirenin blog linkini yayınlayın.
3- Ödülün logosunu yayınlayın
4- 7 yaratıcı blogeri ödüllendirin.
5- Bu 7 bloğun linklerini yayınlayın.
6-Ödüllendirdiklerinizi bundan haberdar edin.
7- Kendiniz hakkında 7 ilginç şey yazın.


Kendimle ilgili 7 ilginç şey ;

Nerden başlasam ki. Tepeden tırnağa ilginç bir tipim

 
1- Son derece hoşgörülü yumuşak bir yapım olmasına rağmen, katı ve kesin kurallarım vardır aynı zamanda.  İlk tanıdıklarında bu yönümü asla tahmin edemez  dostlarım.



2- Bir şeyi kafama takmaya göreyim eninde sonunda yaparım .Zor ya da imkansız anlamam. Yeter ki o şeyi yapmaya karar vereyim.


3- Bazen çok unutkan olabiliyorum.

Hani bir fıkra vardır;

Biri arkadaşına yakınıyormuş “Azizim o kadar unutkan oldum ki,akşam ne yediğimi hatırlamıyorum”

Arkadaşı; Çok şükür benim öyle bir sorunum yok. Şeytan kulağına kurşun. Demiş ve tık tık diye masaya vurmuş.Arkasından da seslenmiş “Kim o”:))

Hani bu derece olmasa da, unutkanım işte.

 

4-Doğada olmak istiyorum diye can atarım. Pikniğe gideriz. Bir minicik örümcek görsem üstümde,çığlığı basarım.

 

 

5-Tüm duygularımı uç noktalarda yaşarım.Mutluluğumu ya da sevincimi de,acılarımı da. Yaşadığım acılar bu nedenle çok daha fazla yıpratıyor beni.

Ya mutlu ve sevinçliyken verdiğim tepkiler?  Onlar da yakınımdakileri yıpratıyor. Nasıl mı?

Mesela: Yıllarca önce direksiyon dersi alırken, çiçeklere bezenmiş ağaçlarla dolu bir bahçenin yanından geçerken öyle bir çığlık atmışım ki ! ” Aman allahım, olamaz !bu ne güzellik !” diye, hocam neye uğradığını şaşırmış.Kaza yaptık sanmıştı:))

 

 

6- Genç kızlarla öyle iyi anlaşırım ki, Beni yaşıtları sanıp başlayıverirler aşklarından özel konularından bahsetmeye.

Hele Elçin’cim; “Şekercim Nurişcim, ben geldim. Bi konu birikti bi konu birikti, anlata anlata bitiremem otur bakiim şuraya” diye başlar:)





7-Şakacı ve neşeli bir yapım vardır ama aynı zamanda herkese karşı  ölçülü ve saygılı olmaya çalışırım. Karşımdakilerden de aynısını beklerim,göremediğim zaman mutlaka tepkimi koyarım.

 

 

Sevgili nalan ve ramazan arkadaşlarım,ben artık 7 kişiyi mimlemeyeyim. Çünkü aynı konu birçok arkadaşa yollandı.  Arkadaş kalmadı yav:))

 

17 Ağustos 2009 Pazartesi

1999 MARMARA DEPREMİ

 

 

b-311855-deprem_1

 

 

 

              1999 Gölcük depremi (Marmara Depremi)

 

              17 Ağustos 1999 sabahı,yerel saatle 03.02 de gerçekleşen,Kocaeli Gölcük merkezli deprem, richter ölçeğine göre 7,5 şiddetinde olup,büyük çapta can ve mal kaybına neden olmuştur.

 

 

              Deprem,tüm Marmara Bölgesinde ve Ankara’dan İzmir’e kadar geniş bir alanda hissedildi.

 

 

              Resmi rakamlara göre 17 binden fazla ölü ve 24 bine yakın yaralı oldu.Yüzlerce kişi sakat kaldı. Binlerce konut ve iş yeri hasar gördü.

 

              Resmi olmayan bilgilere göre, 50 bin ölü, on bine yakın yaralı oldu. Yaklaşık olarak 16 milyon insan depremden,çeşitli düzeylerde etkilendi.

 

               17 Ağustos depremi,gerek büyüklük,gerek etkilediği alanın genişliği,gerekse sebep olduğu maddi kayıplar açısından yüzyılın en büyük depremlerinden biridir.

              

                ……………………..

 

                Bu geçen 10 yıl içinde, yeni bir depreme karşı ne gibi önlemler alındı?

 

 

                Depremde hasar gören binalar ne derece sağlıklı onarıldı, onarıldı mı? Ya da boşaltıldı mı?

 

 

                İnsanlar deprem konusunda ne kadar eğitildi?

 

 

               Yapılan binalar, yeni bir depreme karşı ne kadar dayanıklı?

 

 

               Olası bir depremde ilk yardım konusu çözüme ulaştı mı?

 

 

               Olası bir depremde,deprem bölgesinin güvenliği için alınması gereken önlemler hazır mı?

 

               Aradan on yıl geçti ve bir anne,  depremden sağ olarak kurtulduğunu görenlerin olduğu, kayıp kızını arıyor hala.

              Ölenlerin bilekleri kesilerek bileziklerinin çalındığı haberlerini  duymuştuk deprem sonrasında.

              Deprem bölgesine giden yardım kamyonlarının yolda çevrilerek içinin boşaltıldığına tanık olanlar vardı.

 

 

              Eğer güvenlik hemen sağlanabilmiş olsaydı bu gibi olaylar yaşanmayacaktı.

 

 

              Diyelim, on yıl evvel hazırlıksız yakalanmıştık depreme, ki bu mazeret olamaz. Biz bir deprem ülkesiyiz her zaman hazırlıklı olmak durumundayız.

 

 

              Şimdi,10 yıldır Marmara’yı etkileyecek olası büyük bir depremden bahsedilirken, tüm bu hazırlıkların tamamlanmış olması gerekmez mi bunca yıldır? Sadece Marmara için değil tüm yurtta.

 

 

              Bir kez daha böyle bir acı yaşarsa bu ülke bunun hesabını kim verecek?

 

 

              Deprem doğal bir afettir. Allah’tan geldi, sandığımızdan da yıkıcı oldu. Yapacak birşey yok deyip, sıyrılacak mı yetkililer?

 

 

               Tekrar aynı acıyı  yaşamamak için, gerekli önlemlerin alınmış olduğunu ummak istiyorum…

12 Ağustos 2009 Çarşamba

HADİ GEL KÖYÜMÜZE GERİ DÖNELİM

SDC10250

Torosların eteğinde şirin mi şirin bir köy. Köyüm. Babamın köyü. 13 yaşında okumak için ayrıldığı ve hayatı boyunca da iki üç yılda bir, bir hafta on günlüğüne gelebildiği köyü. Hep hasretini çektiği, dilinden düşürmediği sonunda da hasret gittiği köyü, köyümüz.

Gençliğimde denize gitmek yerine oraya gittğimiz zaman mızırdandığım, sonraları, gitmek oksijenini çam kokularını içime çekebilmek için can attığım yer.

Şimdilerde köyün nüfusu yeniden artmaya başlamış. Nerdeyse tamamen boşalmaya yüz tutmuş köyde muhtar,köyün nüfusuna kayıtlı aynı soyadı taşıyanlara, sembolik bir bedel karşılığında arazi veriyor ev yapmaları için. Böylece şehirde yaşayan, aslı buralı birçok insan emekli olduktan sonra doğa harikası bu köye yerleşmiş tekrar. Bazı kuzenlerim gibi.

İki dağ arasındaki ovada kurulu köyde sayılamayacak çok çeşitte meyve yetişiyor.

Ve başka, çeşitli tarım ürünleri;

Pamuk; ne yazık ki, kota konduğu için artık eskisi kadar çok değil. Ben çocukken bembeyaz pamuk tarlalarının arasından girilirdi köye.Şimdi tek tük pamuk tarlası var.

Buğday; ki buna da kota konmuş. yerine ayçiçeği ekene prim verilmeye başlanmış. Oysa esmer buğdayının lezzeti eşsizdir. Biliyorum, çünkü kuzenlerim her sene gönderirler. O buğdayla yaptığım kısır ve pilavın lezzeti yiyen dostlar tarafından tescillidir.

Oksijeni bol, şehrin boğucu sıcağına karşın, daha serin, mis gibi çam kokulu köyümden manzaralar.

SDC10228

SDC10218

SDC10220

SDC10223

Köyün Çevresinden eşsiz manzaralar. Bir kayanın üstünde büyümüş çam, beni büyüledi. ( İlk resim)

Köyün yakınındaki Kadıncık Barajından manzaralar.

Kadıncık Barajı; Tarsus Çamlıyayla mevkiinde, kadıncık suyu üzerine inşa edilmiş olan hidroelektrik santralına ait, baraj gövdesinin yukarısında oluşan, çok güzel bir baraj gölü. Gölün rengi alışılmışın dışında,mavi değil zümrüt gibi yemyeşil. Göletin üzerinde Çamlıyayla- Pozantı yolunu bağlayan upuzun bir köprü var. Çevredeki lokanta ve çay bahçeleri muhteşem göl manzaralı. Ayrıca çeşitli alabalık üretme çiftlikleri var.

SDC10243

SDC10241

SDC10244

SDC10248

Ve köyde yetişen meyvelerden sadece bazıları;

Sumak Ağacı: (İlk resim) 3 metreye kadar yükselebilen, çiçekleri sarımtırak yeşil, çalı tipi bir ağaç. Mevsimi geldiğinde toplayıp kurutuyorlar. Sonra da (sanırım)ezerek kullanıma hazır hale getiriyorlar

İncir; Dalında da kuzenim:)

Lap İnciri; (Yöresel adı bu.Başka adı var mı bilmiyorum) (3. 4. Resim) Bildiğimiz kaktüs bitkisi. Üstü çok dikenli olduğu için çıplak elle dokunulmuyor. Eldivenle toplayıp dikeninden arındırıp, dış kabuğunu soyup ikram ediyorlar. Bize sadece yemesi düşüyor:) Çok çekirdekli, tatlı ve barsaklar için çok yararlı bir meyve.

Keçi Boynuzu (Harnup); 10 metreye kadar yükselen ağacı var.Meyvesi ilaç yapımında,kozmetikte kullanılıyor. Ayrıca pekmez yapılıyor.

SDC10230

Ve nar ve hurma

Zeytin ağaçları bana Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun, çok sevdiğim şu dizelerini anımsattı resmi çekerken,

Önde zeytin ağaçları arkasında yar

………..

Seni kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar

Köşk; Üstünde yaşlı bir çınarın dinlendiği bu köşk yapılalı yüz yıldan fazla olmuş. Dedemin babası yapmış. Sıcak yaz günlerinde daha serin olan, üstü resimdeki gibi ya da başka farklı şekillerde kapatılan, Yerden kalın ahşap ayaklarla yükseltilmiş bu tip yapılara köşk diyor yöre halkı. Yaz gecelerinde yer yatakları yaparak burda yatıyorlar.

SDC10267

Ali Baba’nın Çiftliği:)

Bunlar da diğer resmini çekebildiğim canlılar

Size sevimli gelir mi bilmem ? (Daha öceki yıllarda kaplumbağa ve bukalemun( Bulunduğu yere göre renk değiştirebilen sürüngen) da görünüyordu etrafta. Bu kez göremedim. Böyle, görmek için can atıyor gibi yazdığıma bakmayın ödüm kopar aslında :))

Dört günlük kısa tatilimde edindiğim izlenimleri gözlemlerimi ve köyümün güzelliklerini paylaşmak istedim sizlerle. Nasıl? Güzel bir köyüm var değil mi?:)

5 Ağustos 2009 Çarşamba

İŞTE (Ben)

 

 

 

Sevgili Arkadaşım Sünter, mimlemiş beni.

Bir sanatçı seçip onun şarkılarıyla (Ben’i) tarif etmemi istemiş.

Seve seve canım benim,

İşte Sezen İşte Ben;

( İngilizce sorular Sünter’den )

 

MY LIFE ACCORDING TO: Sezen Aksu

 

Pick Your Artist:

Sezen Aksu

 

 

Male or Female:

Firuze

 

 

Describe yourself:

Kaçın Kurrası :))

 

 

How do you feel ?

Son Sardunyalar :)

 

 

Describe where you currently live:

Lunapark:)

 

 

If you could go anywhere, where would you go:

Yeni Yerler

 

 

Your favourite form of transportation:

Sarı Odalar ( Buna cevap olacak bir şarkısını bulamadım, ben de sevdiğim bir şarkısını yazdım) :)))

 

 

Your best friend (is):

Belalım (Şaka şaka eşim) :))

 

 

What's the weather like:

Kasım Yağmurları  ( Gibi, hep yağdı  bu yaz)

 

 

Favorite time of day:

Dua ( Kandil nedeniyle)

 

 

If your life were a TV show, what would it be called:

Kaybolan Yıllar

 

 

What's life to you:

Sarı Odalar

 

 

Your fear:

Keskin Bıcak

 

 

What's best advice you have to give:

Hoşgörü

 

 

Thought for the day:

Gelsin Hayat Bildiği Gibi

 

 

How  would like to die:

Ayışığı (nda)

 

 

My soul's present condition:

İkinci Bahar

 

 

My motto:

Biliyorsun

(Bence de; Olmaya Devlet Cihanda Bir Nefes Sıhhat Gibi)

4 Ağustos 2009 Salı

EVE DÖNÜŞ (MÜ?)

 

          29 temmuz tarihli postumda oğlumun Ukrayna’ya konser vermeye gittiğini yazmıştım…

 

          Geldi…

 

          Oğlumun dönüşte ayakları yere basacak diye ummuştum

 

          Ama bulutlardan zıplamış

 

          Bir yıldıza tutunmuş

 

          Ve orda kalmış

 

          Şöhret sarhoşu dolaşıyor :)

 

          Bu arada hakkını yememek gerek

 

          Gelir gelmez çok hasta olmasına rağmen (fena üşütmüş) yaz okuluna kaldığı yerden devam ediyor

 

          Bugün de 2. vizesi için okula gitti ama dedim ya çok hasta. Çalışamadı:(

 

          ……………….

 

          Ukrayna’da organizasyon şirketinden 3 kişi bizimkileri almak için havaalanına gelmiş.

 

          Almışlar bizimkileri ve eşyalarını düşmüşler yola. iki saat kadar yol gittikten sonra araba bozulmuş. Organizatör telefon ederek bir minibüs istemiş. Hava da kararmış bu arada. İki yanı omanla çevrili yolda karanlıkta, bir saatten fazla bekledikten sonra, minibüs gelmiş. Tekrar yola koyulmuşlar. Bir saat kadar daha gittikten sonra, turistik bir sahil kasabasına gelmişler.

 

          Festival için gelen kalabalık gruplar, sahilde rengarenk çadırlar, öbek öbek yakılmış kamp ateşleri, eğlenen gençler… Bizimkiler çok mutlu…

 

          Çok sevmiş oğlum Ukrayna’yı… “ Yoldan geçen kızlardan biri Jennifer Lopez’se diğeri Adriana Lima daha aşağısı yok” diyor:)

 

          Konser çok güzel geçmiş. Boyunlarına sarılan, vücuduna imza attıran, resim çektirmek için yarışan gençlerden yolda rahat yürüyememişler. Ünlü oldular ya:))

 

          “Üff… Bu şöhrette kötü şey be… Rahat vermiyorlar adama” diyor:)))

 

          Seneye tekrar gitmek için planlara başladılar, geldikleri gün.

 

          Yani;

 

          Ben, oğlum hevesini alıp gelecek derken,

 

          O hayallerinin peşinde,

 

          Bulutlarda değil artık.

 

          Bulutların üstünden “hoop” diye zıplayıp,

 

          Tutundu bir yıldıza

 

          Eve döndü mü..? Yoksa, evden tamamen uzaklaşmak için bir basamak daha mı atladı? Bilemiyorum…