27 Ekim 2018 Cumartesi

BİR BİDON GÖZYAŞI


Bir litre gözyaşı diye bir dizi var TV de. Bir litre gözyaşı...
Ağlama Anne, Beni ağlatma, Ağla gözlerim... Falan ikna etmemiş olmalı yapımcıları ki, bir litre ağlatacaklar illa izleyenleri. Yakında dizilerde 'Bir bidon gözyaşı dökmek garanti... ' gibi bir alt yazı geçerse şaşırmamalı.


Öyle ya ağlamaktan içi dışına çıkmalı izleyenlerin, göz pınarları kurulmalı, ciğerleri sökülmesi, perperişan olmalılar ki, kendi kırık dökük, yamalı hayatlarını düşünmek akıllarına gelmesin. Otursunlar ailecek TV karşısına, hangi kanalı açarlarsa açsınlar önemli değil; ağlamak garanti. Kırmızı rujlu dudaklarını titrete titrete, burunlarını çekiştirerek, takma kirpikli, bol makyajlı gözlerinden inciler gibi yaşlar döken; abiye kıyafetli, sivri topuk ayakkabılı, gösterişli kadınlara üzüm üzüm üzülsün izleyenler. Entrikadan entrikaya sürüklenen, acılardan acılara savrulan, dövülen, taciz edilen, ölümcül yaralar alan ama hiç yıpranmayan, saçı bozulmayan, elbisesi bile kırışmayan insanları izleyip ağlasınlar. 


Onlara ağlasın ki izleyici; alamadığı ayakkabı, çanta, defter kitap, kalem, silgi nedeniyle boynunu bükmüş yanı başında oturan çocuğunu görmesin. Piyasada bulamadığı, karaborsadan almaya gücü yetmediği ilacın yokluğunda, gözünün önünde hastalığı ilerleyen muma dönmüş anasını yok saysın. Kış geliyormuş odun kömür gerekliymiş, doğal gaz fiyatı uçmuş gitmiş, iş yokmuş, aş bitmiş, dolar fırlamış ve alım gücü iyice düşmüş falan böyle lüzumsuz şeyleri düşünüp de beynini yormasın sevgili izleyici diye, bidon bidon ağlatan diziler yapacaklar yakında hayırlarına, daha ne olsun.

Böylece beyin kıvrımları bir birine düğümlü, vicdanları kelepçeli, kalpleri asma kilitle kilitli ama mideleri, bağırsak ve mesaneleri, üreme organları gayet sağlıklı çalışan ancak görmeyen, duymayan, sahibinin sesi zararsız, ruhsuz ruhlar olarak yaşasınlar işte hep birlikte, ne güzel...

               nurten y tartaç
              ( 27.10.2018 )







23 Eylül 2018 Pazar

BİR MEVSİM DAHA GEÇERKEN İÇİNDEN




Ulu çınara kurulu boş bir salıncak
bir bahara, bir yaza gider gelirdi salınarak

En uzun, en kısa mevsimdi bahar,
hiç bitmeyecek sanmıştın,
bitiverdi...
Rüyadan uyanıp, hayale daldığın,
iki kalp çarpıntısı arası...

Irmaklar akardı ovalar boyunca
söğüt dallarıyla gölgeli
kana kana içmek varken,
ayağını bile ıslatmadan atlayıp geçmiştin üstünden.

Yaz...
Ah! Yaz...
Denizin gökle buluşup
mavilerin ufukta öpüştüğü
sarı - mavi büyülü mevsimdi
geçiverdi.

Sen planlar yaparken gelecekle ilgili
ve koşarken yarına, yaşamadan bu günü
gelecek ne planlar peşindeydi bir bilsen...

Her mevsim geçip gitti içinden
koparak senden...
Ya da sen...
Kırıklarını sararken
geçiverdin bir mevsimin daha içinden...

Direndin, inat ettin, hırpalandın da ne oldu..?
Ne karıncayı örnek aldın kendine,
ne ağustos böceğini...
ne çalışıp biriktirdin
ne eğlendin gönlünce
ömrünce...

Bak bu mevsim de geçiyor
güneş bile hoşnut değil gönderdiği ısıdan
asmış sarı suratını, duruyor gökte öyle
vazifeden...

Nasıl baktıysan koca bir ömrün ardından
bakarsın işte öyle buğulu gözlerle
rüzgarda sürüklenen sarı bir yaprağın ardından


n y tartaç
23 Eylül 2018 

4 Haziran 2018 Pazartesi



DUYURU!

Sevgili arkadaşlarım! Benim yine yardıma ihtiyacım var. Teknik konulardaki cehaletim nedeniyle bloguma girişte aldığım bu mesajdan hiçbir şey anlamadım ben. Bu yazı ne demek istiyor acep, konuda bilgisi olan bana yardım eder mi ki..? 

Teşekkürler
Sevgilerimle


Avrupa Birliği yasaları uyarınca, blogunuzda kullanılan çerezler ve toplanan verilerle ilgili olarak Avrupa Birliği ziyaretçilerine bilgi vermeniz gerekmektedir. Çoğu durumda bu yasalar izin almanızı da gerektirir.

Nezaket gereği olarak blogunuza, Google Analytics ve AdSense çerezlerinin kullanımı da dahil, Google'ın blogunuzdaki belirli Blogger ve Google çerezleri ile Google tarafından toplanan diğer verileri kullanmasıyla ilgili açıklamalar içeren bir bildirim ekledik.

Bu bildirimin blogunuzda iş görüyor ve görüntüleniyor olduğunu onaylama sorumluluğu size aittir. Başka çerezler (örneğin, üçüncü taraf özellikleri ekleyerek) kullanıyorsanız bu bildirim sizin işinize yaramayabilir. Başka sağlayıcılara ait işlevler eklerseniz kullanıcılarınızdan ek bilgiler toplanabilir.

Bu bildirim ve üzerinizdeki sorumluluklar hakkında daha fazla bilgi edinin.
Bu bildirimi yoksay
Blogger artık OpenID'yi desteklememektedir. Mevcut OpenID yorumları ve OpenID ayarlarınız değişmiş olabilir. Daha fazla bilgi.
Bu bildirimi yoksay

17 Nisan 2018 Salı

BİR D SMART KALMIŞTI ...





Hani derler ya iki ucu şeyli değnek... diye Yok! Artık değneğin iki ucu değil yalnızca, her yeri şeye bulanmış.

Aman sakın ha! Herhangi bir alışverişte söylenen, size vaat edilen şeylere inanmayın. Alacaksanız da 'ne çıkarsa bahtıma' deyip gözünüzü kapatıp öyle alın. Karşınıza çıkan sorunla da sakın şaşırıp, isyana kalkmayın çünkü başvurabileceğiniz bir yetkili mevki bulamayacaksınız.

Dedim ya! değnek baştan sona şeye bulanmış vaziyette.


TV kanallarındaki programların kalitesi iyice düştü. Biz de izlenebilecek program seçeneği olsun dedik. D SMART aldık bir ay önce. E inandık saf saf verilen vaatlere de. Bir ay sonra kanallardan bir kısmı kesildi. Oysa 6 AY bu yayınlardan faydalanacağımız söylenmişti.

D SAMART'ı aradım haliyle bir yanlışlık oldu mutlaka diye düşünüp yine safça. Bir ay süresi vardı izlediğiniz kanalların, süre dolduğu için kestik dediler. Ama... falan, kar etmedi tabii.

"Bana yetkili birini bağlar mısınız, ya da telefonunu verir misiniz..?" dedim.

"En yetkili kişi benim." dedi telefondaki memur. Daha üst düzey bir yetkili yokmuş.

"Ee! Peki bana yapılan haksızlık, yanlışlık, yazım hatası, anlaşamama... her neyse işte... Onu kiminle çözeceğim..?" dedim.


"Size D SMART bağlamaya gelen bayii ile çözeceksiniz sorununuzu." dedi.

"Ama ben D SMART'ı aramıştım zaten. Bağlamaya gelen kişiyi de siz yönlendirdiniz..." gibi itirazlarım da fayda etmedi anlaşılacağı üzere. Oysa bağlantı için gelen arkadaştan bir telefon ya da isim istediğimizde; bizimle ilginiz yok, bundan sonraki herhangi bir sorunda D SMART'la görüşmeniz gerekiyor demişti.


Neden mi yazdım..? Ben yandım siz yanmayın arkadaşlar. Ama ne yaparsınız onu da bilmiyorum, haksızlığa uğramanız durumunda.

En iyisi D SMART almayın.



1 Nisan 2018 Pazar

MUTFAĞIN HATIRA DEFTERİ



Blog arkadaşım Sevgili Nurşen Şenol Güllüoğlu'nun kitabı;

-  Mutfağın Hatıra Defteri -


Çocukluk çağını 60'lı yıllarda yaşayan ve tadı damağında kalanları geçmişin büyülü anlarına götüren, şimdikilerin ağzının sularını akıtacak lezzette bir kitap. 
Yalnız bir önerim var; sakın karnınız açken kitabın başına oturmayın. Kendinizi elinizde kitapla buzdolabını karıştırıyor bulabilirsiniz :) 

Bazı yerlerinde birebir aynı anılarla geçmişe gidip gülümsedim. Değişik çevrelerde yaşanmış olunsa bile, çocukların o yıllarda nasıl da aynı şeylerden mutlu olduklarını, aynı oyunları oynadıklarını okurken yine kendimi buldum kitabın çok yerinde. 

Ve hayret; balkonunda hanımelleri olan, hanımeli kokan evler bana da hep çok sıcak gelmiştir.

Ah! Hele anneanneye bayıldım. Kendi anneannemi hatırladım özlemle. Bu kadar mı benzer şiveleri iki anneannenin? Mekanları cennet olsun.

Bu kitap bittiğinde okuyanın ağzında şeker tadında bir lezzet kalacaktır.  
 Okumalısınız.

8 Mart 2018 Perşembe

DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ


Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Tam kutlamak için yazmaya başlayacağım;

11 yaşaındaki S.N. nin tecavüze uğradıktan sonra 8 bıçak darbesiyle göğsünden bıçaklanarak ve boğazı sıkılarak  öldürüldüğü geliyor aklıma.

20 yaşında Özgecan... boğazı kesilerek öldürülen...

Önce öldürülüp sonra tecavüze uğrayan Cansu Kaya...

12 yaşında dayısının oğlu tarafından tecavüze uğradıktan sonra öldürülen G.E.

Sadece Türkiye'de mi?

Hindistan'da başka köyden bir delikanlıyı sevdiği için babası ve abisi tarafından taşlanarak öldürülen 19 yaşındaki Pratipha Khan... 

Pakistan'da tecavüz edildikten sonra boğularak öldürülen 7 yaşındaki kız çocuğu...

Kadınla ilgili her konuda erkek konuşur hala...

Bu çağda bile kadını ikinci sınıf insan yerine koyan hatta insan gibi bile görmeyen hadsizler var. 

Tecavüze uğradığı için suçlanıp (!) en yakınındaki erkekler tarafından katledilerek cezası kesilenleri mi dersiniz...

6 yaşındaki kızla evlenilir fetvası verenleri mi dersiniz...

Asansörde halvet olanları mı dersiniz...

Dizine oturan kendi kızından tahrik olanları mı dersiniz...

 Kendi babası tarafından daha bebekle oynama yaşında dedesi yaşındakine kuma olarak verilenleri mi dersiniz... 

Sırtından sopası, karnından bebesi eksik olmayanları mı dersiniz... 

Çalışıyorsa, gece sokağa çıkmışsa, açık giymişse her türlü tacize açıktır düşüncesindeki 'kalasları' mi dersiniz...

Kocasından dayak yiyen, aşağılanan, hırpalanan; "Kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim." diyenleri mi dersiniz...

Kadına karşı her türlü şiddete binlerce, onbinlerce örnek varken

ama bu konuda yapıcı, etkin, caydırıcı yöntemler uygulanamamaktayken...


 Tam kutlama mesajı yazacağım... 

Elim kilitleniyor. Kalbim donuyor. 

Umalım ki; 

bir gün gelecek, kadın ve erkek toplumu oluşturan iki eşit birey olarak aydınlığa, güzele doğru yürüyecek el ele...

O günün hayaliyle 

Günümüz Kutlu Olsun


nurten y tartaç




13 Şubat 2018 Salı

ESKİ BİR AŞK HİKAYESİ





Madem Sevgililer Günü hadi bir aşk hikayesi anlatayım size.

Hazır bu sıralarda soy ağacı sorgulama uygulaması gündemdeyken, ben de soy ağacımızı şöyle bir sallamış olayım :)


Bu hikaye Annemin büyük büyük dedesi, belki onun da dedesinin kızı ile ilgili gerçek bir masalsı hikaye. Masalsı hikaye diyorum çünkü nesilden nesile sülalenin büyükleri tarafından anlatıla anlatıla ulaştı bize kadar. Darb-ı mesel(Bkz. int.) haline gelmiş bu hikayeyi tamamen unutulmadan anlatılanlardan aklımda kaldığı kadarıyla paylaşmak isterim sizlerle.

Dediğim gibi Annemin büyük büyük büyük dedesi derebeyi gibi, astığı astık, kestiği kestik bir beymiş. Ve bu beyin dillere destan güzellikte Gülbahar adında, gözünden sakındığı bir kızı varmış. Gülbahar da iki abisi kadar ata binmeyi, kılıç kullanmayı, ok atmayı iyi bilirmiş. Atına atladığı gibi dağ, ova, bayır demez gezer, avlanırmış.

Yine böyle bir gün pınar başında dinlenmek için atından inmiş Gülbahar. Pınardan elini yüzünü yıkayıp, suyunu içtikten sonra başını bir kaldırmış ki, başucunda yakışıklı bir bey atının üstünde O'na bakıyor hayran hayran.

Neyse işte Gülbahar'la başka bir yörenin beyinin oğlunun aşkı böyle başlamış. Dağ başındaki bu ıssız pınar iki sevdalının buluşma noktası olmuş uzun zaman. Yerin kulağı var derler ya, Gülbahar'ın zalim babasının kulağına kadar gitmiş zamanla kızıyla, diğer beyin oğlunun aşkları. İşin en kötüsü de bu iki bey birbirlerine düşmanmış.

Gülbahar'ı hapsetmiş babası, bir daha delikanlıyla buluşamasın diye. Ama Bir gün Gülbahar bir yolunu bulup, kaçmış düşman beyin oğluna.

Bey adamlarını toplamış ve delikanlının köyünü yerle bir etmiş. Bulamamışlar iki aşığı önce. Sonunda Gülbahar'ı bir mağarada saklanırken bulmuşlar.

Karnı burnundaki kızını da alıp giderlerken, kızı bu haliyle köyüne/yöresine götürürse itibarının ayaklar altına alınacağını düşünüp duruyormuş Bey.

Bir Kürt köyünden geçerlerken konakladıkları yerde koyunlarını otlatan bir çobanla karşılaşmışlar. Bey çobana durumu anlatmış, " Eğer kızımla evlenirsen sana iki kese altın veririm." demiş. Kızı orada çobanla bırakıp gitmişler. Sonra da hayatı boyunca kızını hiç görmemiş Bey.

Yıllar sonra bey oğlu sevgilisi Gülbahar'ın izini bulmuş. Oğlu ve sevdiği kadını alıp kaçmaya çalışırken, kayınpederinin iki kese altınla birlikte verdiği, zümrüt ve yakut işlemeli kınından kamasını çıkarıp beyoğlunu oracıkta öldürüvermiş çoban.

Bu arada kan davası güdüp iki oğluna kıyacaklar korkusuyla, oğullarını Orta Anadolu'da iki farklı şehire göndermiş bey. Böylece üç kardeş de yaşamları boyunca birbirlerini hiç görmemişler.

***

Annemin dedesinde de zümrüt ve yakut işli bir kama varmış. Ama savaş yıllarında ülke kıtlıktan kırılırken, minik minik kırıp yiyecek alarak yemiş bitirmişler kamayı. :) (Neyse en azından birinin canını almamış kama.)

***

Yıllar önce Dayım bu hikayenin peşine düşüp araştırma yapmıştı. Ve sonunda Kürt köyünde bırakılmış, çobanla evlenmiş ve adı Güley olmuş ve nesiller içinde de kürtleşen Gülbahar'ın soyundan gelenlere ulaştı.

Şimdi Gülbahar'ın torunlarıyla gayet iyi dostuz.

Annem Kırıkkale'ye yerleşen abinin soyundan geliyormuş.

Diğer abi Konya'ya yerleşmiş. Onları tanımıyoruz.


nurten y tartaç


Sevgililer Gününüz Kutlu Olsun

12 Ocak 2018 Cuma

ÖYLE BİR GÜNDÜ İŞTE



Karşı kapının üstündeki ışıklı dijital panoda, " 02 nolu oda " yazısı kayıp duruyor. 
Onun sağındaki kapının üstüne bir kağıt yapıştırılmış. Bir uyarı yazısı... 
" EMG çekiliyor
  İçeri girmeyiniz
  Gürültü yapmayınız "
İçeri girmek mümkün değil oysa. Zaman zaman hastane görevlisi bazı kişiler gelip zorluyorlar. Açılmıyor. İçeriden kilitli çünkü.
Onlarca kez okudum. Tekrar okuyorum aynı yazıyı, zihnimden her bir kelimenin üstüne basa basa. Ezberledim.

" 02 nolu oda " nın solundaki odada iki memur çalışıyor. Bir makineye bağlı onlarca kablonun diğer ucunu bir hastanın başına yapıştırmışlar. Bilgisayardan grafiğini çıkarıp, rapor yazıyorlar.

Biraz önce önümüzden geçen hasta bakıcı bu odaya giriyor. Telefonla konuşmaya başlıyor, telefonun sesini dışarı vererek. Hararetli konuşmasının hepsini dinliyoruz ister istemez, can sıkıntısından ve ses bizimle konuşuyor kadar yüksek olduğundan. Belli ki doğum günü. Kutlama, tebrik sesleri.

Yanımda tekerlekli sandalyede sırasını bekleyen yaşlı kadının ellerine ilişiyor gözlerim bilmem kaçıncı kez. İlk kez görmüş gibi aynı şeyler geçiyor içimden.
 " Ne kadar beyaz elleri var. Pürüzsüz, kırışıksız. Kar gibi denileninden. Tek bir leke, tek bir damar bile görünmüyor. Seksenin üstünde olmalı yaşı. Elleri ve yaşı arasındaki tezat şaşırtıcı geliyor bana.

Elleri tekerlekli sandalyenin kollarına sıkı sıkıya yapışmış genç kadın teyzenin kızı olmalı. Yorgun ve uykusuz herhalde. Solgun görünüyor. EMG odasının kapısından gözlerini ayırmıyor. Kapı bir açılsa, fırsatı kaçırmadan dalacak içeri. Ama açılmıyor...

Şu karşı panodaki üniversitenin ve hastanenin amblemine kaydı tekrar gözlerim. 
" 1945
  AÜ
 ...
 ... "
Yazının iki yanında, kendi kendilerine düğüm olmuş, bir iki yerlerinden de kopmuş, dikine iki yılan, 'AÜ' kısaltmasının iki yanından birbirlerine tıslıyorlar. 

"Acil çıkış" yazısı ve altındaki koşan adam figürüne atlıyor bakışlarım. Koşan adamın adımlarının duvara doğru olması komik geliyor. Şimdi duvara toslayacak diye geçiyor içimden. Gülüyorum kendi kendime.

Yerdeki tekerlekli sandalye ve sedye tekerleklerinin izlerini incelemeye başlıyorum. Yine defalarca kez olduğu gibi. Hangi izin diğerinin eşi olduğunu çözmeye çalışıyorum. Ne işime yarayacaksa..?

Ne kadar yazı, işaret, amblem varsa hepsini de bininci defa okuduktan sonra doktorum çıktı nihayet odadan. 

" Biraz daha zamanı var. Bekleyeceğiz. Endişelenmeyin, geçecek..."
Dedi.

Eee! Yani..? Uzun uzun okuttun bize de, ne şimdi bu yazının ana fikri..? Derseniz...

Derim ki;

hastaneler ve doktorlar hep olsunlar. Var olsunlar. İyi ki varlar.
Ama mümkün olsa da işimiz düşmese. Sağlıklı olsa hayatlarımız.


(Tüm hastalarımıza şifa dileklerimle...)

nurten y tartaç