11 Nisan 2016 Pazartesi

MELEKLER KORUSUN

 Nostaljik Pazartesi



Ne zaman Ali 'yi hatırlasam; siyah, uzun kirpiklerle çevrili iri mavi gözleri gelir aklıma; mavinin en güzeli, en derin, en anlamlı bakan o gözleri... Ve o gözlerin ateş saçan bakışlarının, bakıcısının zehirli dilini delen oku... Oysa küçücüktü Ali. Ağzı süt kokuyordu daha.  Ne zaman, hangi kahrolasıca katran karası yürekler öğretmişti O'na nefret etmeyi..? 

Üç yaşlarında falandı sanırım. Aradan çook uzun yıllar geçti, tam hatırlamıyorum... Daha küçük bebeciklere biraz önce mamalarını yedirmiştik odalarında. Kimisini yatağına bırakmış, kimisini bakıcılarına teslim etmiştik. Yatağında olanlar başlarını sağa sola, yerde oturanlar öne arkaya sallayıp duruyorlardı. Durmaksızın. Sonradan öğrenmiştim; bu davranış, sevgiye açlıktanmış. 

Altı-yedi yaş ve üstü çocuklarla daha yuvaya gelir gelmez kapıda karşılaşıyorduk. İlk gelişimizde elimizdeki pakete atılmıştı hepsi birden. Kuru pastalar yerlere saçılmış, tozun toprağın içinden toplamışlardı. Kendimi tutamayıp hıçkırıklara boğulmuştum. Henüz acemiydim o zaman. Sonra anladm onların yiyecek içecekten daha çok sevgiye, ilgiye, onları saran sıcacık kollara hasret ve muhtaç olduklarını. Hepsinin annesiydim. Uzaktan görür görmez koşarak üstüme atlarlardı "Annee! " diye. Kimisi kucağıma oturmak ister, kimisi en çok o okşamak ister, bazısı sadece kendisi sevilsin ister diğerlerini itelerdi. Biraz büyük kızların en çok ilgi duydukları şey ise takılarımızdı. " Anne ! yüzüğünü bana versene." "Kolyeni de bana versenee! " Daha yirmi - yirmi iki yaşında falandım. Çok gençtim ama hepsine yetmek çabasıyla onlarla olduğum o bir kaç saat içinde ne mümkünse yapmaya çalışıyordum.

Ali yaşındakilerle ancak bakıcıları da yanımızdayken ilgilenebiliyorduk. O gün bakıcıları bir kabın içine salatalık doldurmuş, sekiz-on çocuk ve biz, bahçeye çıkıp, ağaçlık gölge bir yere, çimenlerin üstüne örtümüzü yayıp oturmuştuk. Küçücük pamuk elini elimin üstüne koymuş, Kafasını koluma, yumuşacık bedenini bedenime yaslamıştı Ali. Bakıcının uzattığı salatalığı almadı."İstemem!" anlamında omuz silkti. Bir daha ısrar etti bakıcı ama yine istemedi Ali. Daha bir sokuldu koltuğumun altına. Kinle bakıyordu kadına. O kadar güzel bir çocuktu ki, içim sızladı minik yüzüne hiç yakışmayan o ifade dikkatimi çektiğinde. "Canı istemiyor herhalde. Israr etmeseniz..." Kadın beni duymamıştı sanki. Rakibine, düşmanına bakar gibi nefret kusan gözlerini dikti Ali'nin gözlerine. " Bunun anası var ya, bunun anası..." dedi, salatalık kemiren ağzından köpükler saçarak. "Kocasını arkadaşıyla aldatmış. Adamı bırakıp kaçmış aşığına. O... bunun anası. İşte biz de böyle bunların bebesini avutuyoz." Allah'ım, başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. "Bu çocuğun ne günahı var..?" demek istedim ama Ali'nin öfke saçan minicik suratına bakınca orada konuşmak yerine müdüre durumu anlatmanın daha uygun olacağını düşünerek yerimden kalktım. Arkamı dönüp gidiyordum ki, Ali'nin çığlıklarıyla geri döndüm. Bakıcısının elinden kurtulmuş, "Anne! Gitmee! " diyerek bana doğru koşmaya başlamıştı minik çocuk. Ve yüzükoyun kapaklandı toprağın içine. Bakıcı onu yerden kaldırırken bana seslendi. "Geri dönme git. Gelirsen bir daha susturamayız, bırakmaz seni..."  Bakıcı bu arada çocuğu kucaklamış odasına götürüyordu. Olduğum yerde kalakaldım. Gözyaşlarım sel gibi akıyordu, gözümün önünü göremiyordum. Hırsla müdürün odasına daldım. "Ne vardı..?" dedi. Durumu anlattım. Bakıcının duyarsızlığını... "Sen niye ağlıyorsun?" "Ali'nin yanına gitmek istiyorum." dedim. "Şimdi sen evine git. Tekrar geldiğinde gör Ali'yi. Şu an çok sinirli görünüyorsun." dedi.

Eve gittim. Gidene kadar gözyaşı döktüm. Birkaç gün yemeden içmeden kesildim. Sonunda Babam; " Henüz çocuk yuvasına gidecek olgunlukta değilsin. Her çocuğu ayrı ayrı dert ediniyorsun. Bu şekilde bir faydan olamaz onlara. Böyle devam edersen hasta olacaksın. Biraz daha büyüyüp, olgunlaşana kadar ara ver." demişti.

Sonra... Hayat bir telaşla aktı gitti, seline bizi de katarak. Daha dün dediğimiz, çeyrek asrı çoktan geçti. Bir daha gidemedim o yuvaya. İçimde hep ukde kaldı. Yapmam gereken bir işi yarım bırakmış gibi...

Ali hiç aklımdan çıkmadı ama. Hayat ona nasıl davranmıştı acaba..? Daha kaç kere düşmüş kalkmıştı..? Kapanmış mıydı yara izleri..? Düştükçe doğrulmuş, güçlenmiş yoluna devam edebilmiş miydi..? Yoksa her düşüş O'nu daha da derine mi çekmişti? 

Belki yüreği sevgi dolu bir aile kucak açmış, yaralarını sarmıştır Ali'nin. Şimdilerde çocukları, eşi ile mutlu bir ailesi bile vardır belki de. 

Ahh! Ali ... umarım başlangıçta  onca acımasız davranan hayat, yüzünü güldürmüştür sonunda.

Dilerim melekler korusun tüm masum, günahsız, kimsesiz çocukları.

nurten y tartaç



4 yorum:

EQ dedi ki...

Dünyadaki tüm "Ali"lerin mutlu olmalarini yürekten diliyorum...

Ellerine, yüregine saglik.

Cafe Tigris dedi ki...

Ahhhhh içim nasıl da burkuldu yazıyı okurken, bu sahneyi bir de görsem kimbilir neler yaşardım. Benim de çocuk yuvası deneyimim var, ama ilk ve son oldu. Onların anne diye seslenmelerine yüreğim dayanamadı. Bir daha da gitmedim gidemedim . Bütün çocuklar sevgiyi ve mutluluğu hak ediyor onların boynunu bükük bırakanlar hiçbir zaman mutlu olmaz

Çınar dedi ki...

EQ, Ben de Ayşe'cim, ben de yürekten diliyorum...

Sevgiler

Çınar dedi ki...

Cafe Tigris , benim gittiğim yıllarda durum sahiden de içler acısıydı. Umarım artık çocukların psikolojisi ve rahatı için uygun ortam sağlanmıştır çocuk yuvalarında.

Bir gün tüm çocukların mutlu yaşadıkları bir dünya hayaliyle ...

Sevgiler