30 Ağustos 2015 Pazar

YAZ ORTASINDA HAZANDI SANKİ





Çok değil, beş dakikacık geriye sarsan zaman bazen

Durdurabilsek, değiştirsek bazı anları.


 Sen hep böyle sadık mısın gelecekle randevuna?


Yorulmaz, durmaz,


durdurulamaz mısın?


Koşar durur musun bir meçhule doğru;


yakıp, yıkarak,


peşine takarak ne var, ne yoksa..?


Ne güzel bir güne açmıştık gözlerimizi oysa. 

Güneş daha sabahtan ateşten bir toptu gökte.


Yaz bahçelerinde erguvan kokuları,


cıvıltılı kuş sesleri vardı.


 Çarşaf gibi kıpırtısızdı deniz...


mavi, masmavi...


 davetkar bir edayla salınıyordu gözlerimizin önünde.  


Serin, dost kollarıyla saracaktı bizi.


Hava mı karardı birden..? 

Ne zaman soldu gökte güneş..? 

Bu şimşek, bu yağmur da ne..?

Bir beni mi savuruyor ordan oraya bu fırtına bulutu..?


Herkese yaz... Bana hazan mı geldi ?

Yapma deniz! Ver aldığını geri.

Sokma hançerini kalbime... Yaşatma bunu bana...

Ah! Dayıcığım... 

Kaç olursa olsun yaş, her ölüm erkenmiş ya biraz.

Yarım kaldı yine ertelediklerimiz.

Gittin...

 ve seninle yitip gitti


 sohbet aralarında kayıp, tarihe iz düşülesi o eşsiz anılar...


n y tartaç





25 Ağustos 2015 Salı

YAZ HÜZÜN GETİRDİ BU KEZ :((((





Yaz hüzün getirdi bu kez.

O kadar ısrarla çağırmıştı ki, sonunda planladığımdan bir gün 

önce yola çıkmaya karar vermiştim. 

" Çık gel artık evladım." demişti.

"Seni bekliyorum denize gitmek için."

Gittiğimin ertesi sabahı, daha saat sabah sekizde dikildi odamın 

kapısında, giyinmiş, elinde plaj çantasıyla.

"Hadi geç kalmayalım, birazdan sıcak basar." dedi.

Zor bekledi bir bardak su içmemi.

Koşa koşa, neşeyle, coşkuyla gittik plaja, O önde, Alper ve ben

 arkada. 

Yetişmekte zorlandık 83 lük delikanlıya.

Çok seviyordu denizi ve yüzmeyi...

Bu sefer bırakmadı deniz O'nu...

Yüzerken kalp krizi geçirdi. Ve buna bağlı boğulma.

Çok üzgünüm.

Beni sevdiğini biliyordum. 

Ama o son dakikalarına tanıklık etmem için dokuz saatlik yoldan 

ısrarla çağıracak kadar çok sevdiğini bilmiyordum.

Ölümüyle yaşadığım büyük acı bir yana, o kabus gibi son 

anları nasıl unutacağımı da bilemiyorum.

Ailemizin koca çınarı; bilgi birikimi, eğitim ve kültürüyle çevresini

 aydınlatan, sohbetine doyamadığım,  azmi, enerjisi, yaşam tarzı, 

hayata bakış açısıyla çevresine örnek olan  Ankara Barosu

 Avukatlarından Sevgili Dayıcığım M. Esat Ulusoy'u  kaybettik.


Mekanın cennet olsun, rahat uyu

Dayıcığım.




17 Ağustos 2015 Pazartesi

MASAL ANLATASIM GELDİ








Bilirsiniz, "Fareli Köyün Kavalcısı." masalını. Ama ben yine de anlatayım, sıkılmazsanız ;)

***

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berberken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallarkenn...

Köylerden bir köyde her şey yolunda giderken, herkes işinin gücünün başında ortalama bir hayat yaşarken, bir anda fareler kol gezmeye başlamış köyde. Bir iki on yüz derken, köy kısa zamanda binlerce farenin istilasına uğramış. Köylüler bakmışlar olacak gibi değil muhtara gitmişler. " Aman!" demişler. "Kurtar bizi bu farelerden. Ambarlarımızda ne var ne yok yediler. Yakında aç kalacağız. Dahası bu fareler aç kalıp bizi yemeye başlayacaklar bir süre sonra. Muhtar koca göbeğini kaşımış, düşünmüş taşınmış aklına bir yol gelmemiş farelerden kurtulmak için. 
Neyse ki bir gün başka bir köyden bir yabancı çıkagelmiş. Demiş ki; "köyünüzü farelerden kurtarırım ama isteklerim var."  "Söyle " demiş muhtar. "Ne istersen yaparım, yeter ki kurtar köyümüzü bu beladan. " Yüz kese altın..." demiş yabancı. "Aman ne yapıyorsun nerden bulurum ben o kadar altını..?" "Dur !" demiş yabancı, "bitmedi... Tarlalarınızdaki tüm mahsulü bana vereceksiniz. Yüz baş da koyun isterim. Muhtar düşünmeye başlamış. Yabancının istediklerini vermesi asla mümkün değilmiş. Ama yakında da muhtar seçimi varmış. "Bir kurtulursak bu beladan, kesin yine muhtar seçilirim. Üstelik kahraman olurum köylünün gözünde. El üstünde taşırlar beni. Ohh! ondan sonra her seçimde beni seçerler artık. Hele farelerden bir kurtulalım, bu adamı  defetmesi kolay. Nasıl olsa köylü ne desem inanır artık bana. İnkar ederim, ben böyle bir söz vermedim bu adama derim." diye düşünmüş.

Yabancı sabah erkenden köyün meydanına gelip kavalını üflemeye başlamış. Gerçekten de köyde ne kadar fare varsa kavaldan çıkan namelere ayak uydurup peşine takılmışlar. Yabancı köyün çıkışındaki dereden geçerken, peşindeki tüm fareler dereye düşmüş ve sulara gömülüp kaybolmuşlar.

Yabancı geri gelip, "hadi..." demiş. " Ben sözümü tuttum, sıra sende."  Muhtar planladığı gibi köylünün desteğini de arkasına alarak yabancıyı tekme tokat köyden atmış. Yabancı kendisine yapılan bu haksızlığı gururuna yedirememiş. Ve ertesi sabah daha gün doğarken köyün meydanında kavalını üflemeye başlamış. Köyde ne kadar çocuk varsa, içlerinde muhtarın çocukları da olmak üzere ve bütün koyunlar takılmışlar kavalcının peşine. Tıpkı farelerde olduğu gibi dereden geçerken hepsi sulara kapılıp kaybolmuşlar.

 Bir daha kimse çocuklarını görememiş. Ve koyunlarını. Çocuklarının yasını tutmaya fırsat bulamadan, bir de bakmışlar ki tarlaları alev alev yanıyor.

Muhtar mı ne olmuş..? Köylüler yalancılığı, üç kağıtçılığı ve koltuk sevdası yüzünden çocuklarının ve koyunlarının yok olmasına, tarlalarının yanıp kül olmasına neden olan muhtarı aynı dereye kadar kovalayarak sulara gömmüşler...  (... dir umarım.  ;) )

***

Masal bu... Aranır mı mantık? Sorulur mu doğrusu, yanlışı? Maksat, "kıssadan hisse" çıkarsın kendince dinleyen ve de okuyan. Eğer düşerse gökten üç elma onu da yesinler bir güzel, tüm kötülerin cezalarını bulması dilek ve şerefine ;) :) 

n y tartaç