19 Ocak 2015 Pazartesi

GÜCÜNÜ ACILARDAN MI ALIR İNSANOĞLU..?




Acıdan, üzüntüden besleniyor sanırım insan ruhu. Keyif alıyor kederden... Mutluluktan olduğu kadar...

İki arkadaş karşılıklı oturmuş sohbet ettiğinizi farzedin. Mutluluklarınızı da anlatırsınız tabii ama birlikte olduğunuz zamanın büyük bölümünde sizi inciten, sizde derin yaralar açmış anılardan söz edersiniz daha çok. Hatta bakın şöyle gelişir sohbetiniz büyük ihtimalle.


Siz başlarsınız, geçmişte yaşadığınız, hala unutamadığınız ve inceden hala kanatmakta olan anınızı anlatmaya. Gözleriniz buğulanmış, karşınızdaki arkadaştan kayıp, uzata bir yerlere kilitlenmiştir. Hafif transa geçmiş haldesinizdir... Siz tatlı tatlı (!) anlatırken en kötü ve etkisinden hala sıyrılamadığınız anınızı, sözünüzün sonunu getirmenize fırsat bırakmaz karşınızda oturan arkadaş. O çoktan kendi geçmiş yaralı anısına dalmıştır. "Ahh ah! ben neler yaşadım bir bilsen" diye başlar anlatmaya. Sizi dinlememiş ama anlattıklarınızdan feyz alarak kendi anısına dalmanın bir açık noktasını bulmuştur. Gözleri nemli nemli başlar anlatmaya. Çayından bir yudum almayı, kekin lezzetinden bahsetmeyi ihmal etmeden. Onun acısı sizinkini dövmüştür. :)


Kendi gerçeğimizdeki kötü yaşanmışlıklar ve yaşanmakta olanlar azmış gibi bir de dizilerimiz vardır acı mı acı sosa bulanmış. Unuturuz dizi izlerken... Unuturuz kırık, buruk, acı dolu, kederle harmanlanmış, zor hayatımızı. Ve ahh! ne çok üzülürüz o dizilerde yaşayanların(!)mutsuzluklarına, haksızlığa uğramışlıklarına. Bilirler ruhumuzun hüzne ne kadar aç olduğunu.(!) O nedenle; entrika, suç, keder, gözyaşı fışkıran, kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan dizilerle bağlarlar, başka hiçbir eğlencesi olmayan halkı ekran başına. Eğlencemiz kederdir bizim. 


 Kendi üzüntümüz gibi benimser, sahipleniriz dizilerdeki başrol oyuncusu saf ve salaklık derecesinde iyi kalpli kızın başına gelenleri. O kadar üzülürüz ki, ertesi haftayı iple çekeriz biraz daha üzülmek için...


Sahi söylemeden geçemeyeceğim; o dizilerde kadınlar niye , yelpaze gibi takma kirpikler ve yüzlerinde bir karış boyayla ve hep yirmi santim ince topuklu ayakkabılar, apoletli, pırıltılı, yaldızlı, janjanlı, bırak içinde rahat etmeyi, sağdan sola dönmek mümkün olmayacak kıyafetlerle dolanır dururlar evlerinin içinde, yatak odasında bile. İzleyen herkesin aptal olduğunu mu düşünürler acaba? Ya da izleyenler rüya gibi bir dünyanın hayaliyle ağızları bir karış açık ekrana bakarken, aslında derin bir rüyaya uyutulduklarını fark etmesinler diye midir; her akşam, bu kadar gösterişli hayatları, sofrasında ekmeğine katık bulamayanlara sunmak..?


Bir de şunu söylemeden edemeyeceğim; son zamanlardaki dizilerde birşey dikkatimi çekmeye başladı. Manken gibi (büyük ihtimalle mankenler zaten) kızlar hep kötü, karaktersiz, acımasız rollerde. Ve neredeyse sünepe diyebileceğim, çocuksu, ezik, sönük, vur kafasına al ekmeğini tipler esas kız :) rolündeler. Ve bu kızları seven, onun için olmadık çileye katlanan esas oğlanlarsa :) yaşını başını almış, makam sahibi, paralı pullu olgun erkekler oluyor. Neden kii..?Toplumu usul usul, sindire sindire birşeylere mi hazırlıyorlar acep diziler aracılığı ile :p)  İyice paranoyak oldum galiba, komplo teorileri üretip duruyorum :) ;)


Ya şarkılarımız... "acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir" bizde. Şarkı dinlerken derin hülyalarla gözlerimiz ufka dalmalı, şarkının sözleri içimizi iyice yakmalı ve hatta hüngür şakırt ağlatmalı ki,  keyif alalım, mest olalım dinlerken. Kederin dibine vurmak gerek sözlü sazlı toplantılarda da. En sevilen şarkılarımız aşk ve ayrılık acısı anlatır. Bir de ölümü anlatan şarkıları severiz... Makber gibi. (ben de çok severim :)) 


 Bir arabesk şarkıcımızın konserinde birbirini ezip yaralayan ve  ( damar ) şarkıların etkisiyle kendini jiletle doğrayan insanlarımız var bizim...


Türkülerimizi hiç saymıyorum bile. Acı, keder ve hüzün içermeyen türkülerimiz yok denecek kadar azdır.


Edebiyat da acıdan beslenir büyük çoğunlukla. Aşk, ayrılık, yoksulluk, cinayet içeren roman ya da şiirlerin yanında komedi türlerinin azlığı göstermektedir bunu.


O halde insan ruhu mutluluk kadar kederi de mi yaşamayı seviyor..? 


Böylece; kırılgan, naif insan kalbinin, acılara dayanma, direnme gücü artıyor mu acaba ..?


1 yorum:

bilge dedi ki...

Ne güzel bir konuya değinmişsin sevgili arkadaşım sahi biz izleyicileri ne sanıyorlar hele bir de güney doğuda çekilen dizilerde o kadar sorun la iç içe yaşarken takma kiprikler ..makyajın en abartılısı hele saçlar devamlı fönlü...yaaaaaa sıktı artık bu diziler...sevgiyle kall..