7 Mart 2014 Cuma

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ


Gönül isterdi ki bugün kadınlar; evlerinde, iş yerlerinde, tarlalarında, bahçelerinde her ne yapıyorlarsa o konuda gösterdikleri başarıları, emekleri ile dillendirilsinler,
ödüllendirilsinler. 
Ana olarak, yar olarak yüceltilsinler. İnsan 

ırkının iki cinsiyetinden biri olarak yeryüzünü paylaşan kadınlar, diğer taraftan gördükleri baskılar, horlanmalar, tacizler ve cinayetlerle anılmasınlar. 

Oysa beyin ve yürek gücünden önce fiziki gücün kuralları
belirlediği bu alemde, zayıf, narin ve ince yapılarıyla, erkekler karşısında kendilerini savunamıyor bazı kadınlar.


Sayıları az da olsa kadınları tarafından dövülen, baskı gören erkeklerin haklarını da aynı şekilde savunmalıyız elbette. En doğrusu kimse kimseyi ezmemeli, kendini karşısındakinden üstün görmemeli...

 Kadın ve erkek yan yana, el ele, yürek yüreğe ve eşit olmalı.

Şiddetin fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik yönleri,
çeşitleri var. 


Ve günümüzde her dört kadından biri herhangi bir şekilde şiddete maruz kalmaya devam ediyor ne yazık ki.


 Kadına şiddet konusunda yapılan araştırmaların sonucu yalnızca bizim ülkemizde ya da geri kalmış ülkelerde değil, gayet gelişmiş
ülkelerde de pek iç açıcı değil. Ve tahsilli, çalışan ve meslek
sahibi kadınlar bile partnerleri tarafından şiddete maruz
kalıyorlar. Bu da şöyle bir sonuç çıkarıyor korkarım... Erkek
fiziksel güç üstünlüğünü, zekası ve kişiliğiyle alt edemediği
kadını ezmek için kullanıyor... (Gücünü sevdiğini - eşini sarıp
sarmalamak, kollamak ve kadınına destek olmak için
kullanan gerçek anlamda güçlü erkeklere sevgi ve saygılar.)

Anadolu'nun bazı yörelerinde her bakımdan erkeğin gerisinde
olan kadınlar açısından düşünüldüğünde ve ne kadar çaresiz
oldukları dikkate alındığında, bir kadının erkeği karşısında
kaderini kabullenişi, sessiz boyun eğişi belki kabul edilebilir.
 Yüreğiniz, mantığınız aksini söylese de. Haksızlıklar karşısında baş kaldırmak, insanca yaşam hakkı, eşitlik gibi bazı kavramlar ona öğretilmemiştir çünkü. O sanır ki; erkeğine hizmet cennetin kapılarını aralayacaktır. Allah katında kutsal bir görevdir erkeğine hürmet etmek. (!) Öyle bilir. Öyle öğretilmiştir.

Bebekken bile susturulmuştur kız çocukları ayıplarla, günahlarla. Önce ailedeki erkeklere hürmet ve hizmet öğretilir bazı yörelerde kadına. Sonra eşine, eşinin ailesine.

Sorgusuz, sualsiz susmayı öğrenir zaman içinde kadın. Çünkü
bilir ki; ilk isyanında, ilk başkaldırısında, eline bohçası verilip
baba evine yollanacaktır. Oysa baba evinin kapısı,
"Gelinliğinle çıktığın bu kapıdan kefeninle girersin ancak..."
diye kayıtsız şartsız kapanmıştır yüzüne. Bu; ölene kadar
sana ne yapılırsa yapılsın sesin çıkmayacak demektir bir anlamda. Bir kadının baba evine geri dönmesi namus meselesidir çünkü.

Erkeğe de daha bebekken öğretilenler vardır. Onlar kadınlarının namus bekçileri olarak yetiştirilmişlerdir. 
Mesela; tecavüze uğrayan bir kadın için yapılacak tek şey vardır.
Kadının mağduriyeti, yaşadıkları önemli değildir. Kirlenmiştir
ve o pisliği kan temizler ancak. Bu iş de ailenin erkeğine, mümkünse rüşdünü ispat etmemiş olanına düşer. Namusu
için cinayet işleyen ve 'namus ve töre cinayeti' olduğu için cezasında indirim alarak bir süre yatıp çıkan erkek bu gururla kasıla kasıla gezer köyün meydanında. Oysa 'namus cinayeti' diye
adlandırılan bu cinayetler, kadına karşı şiddetin ve insan
hakları ihlalinin en gaddar şeklidir. Ve son yıllarda hızla
artmaya devam etmektedir.

İşte bütün bu baskıların da etkisiyle Anadolu'daki kadın yazgısına boyun eğer. Başına ne geldiyse kaderindendir çünkü. (!)
Baş kaldırmak, isyan etmek olmaz. 
Ama görülen odur ki, ekonomik özgürlüğünü eline almış ve
tahsilli, kültürlü bazı kadınlar da şiddete karşı dik bir duruş
sergileyememektedirler. Boşanmış bir kadının toplumda hala
farklı değerlendiriliyor olması mıdır onu her şeye rağmen erkeğin kanatları altında saklanmaya zorlayan..?

Kadının sırf terk etti diye sokakta erkeği tarafından dövülmesi, kurşunlanması, daha 13 yaşında başlık parası için dedesi yaşındaki sapıklarla, sapıkça, bilmem kaçıncı kuma olarak evlendirilmesi, küçücük yaşta onlarca kişinin tecavüzüne uğraması ve mahkemede "Kendi rızasıyla birlikte oldu." sonucuna varılması, toplumdaki konumlarından dolayı aşağılanıp horlanmaları ve hala Anadolu'nun bazı yerlerinde kadının yerinin, kocasının gözünde
öküzünden sonra geliyor olması kabul edilebilir gerçekler
değildir elbette.

Kanun ve düzenlemelerle kadının toplumdaki ve ailedeki yerini çağdaş normlara oturtmak hiç de zor olmasa gerek. 
Ne olamaz şeyleri olur yapmayı başardıklarını biliyoruz saygın
beyefendilerin.(!)

Her devirde kadına karşı şiddet eğiliminin altında - eğitimsizlik dışında - yatan neden; kadının zayıf, narin, korunmasız yapısı nedeniyle erkeklerin gözünde kolay sahiplenilen, kıskanılan ve de zevkli bir meta (!) olarak görünmesi midir yoksa..? Bu nedenle mi kadın yüzyıllardır bastırılıp, susturulup, eğitimsiz bırakılıyor acaba..?

Çünkü böylece kadına uygulanan ruhsal ya da fiziksel şiddet ve baskıyla; kadının yasal, sosyal, siyasi ve ekonomik eşitliği sınırlanacak, girişimcilik ruhu ve öz güveni yok edilecektir. Bu da kadının toplumdaki rolünü ve etkisini azaltacak, eve kapanmasına neden olacak, eğitimsiz kadın eğitimsiz çocuklar yetiştirecek, dolayısıyla toplumlar cahilleştirilecektir.

Ve böylece yönetenler; cahil, fikri olmayan, eleştirmeyen
isyan ve itiraz etmeyen, kolayca yönlendirilebilen
topluluklara istediklerini yapabilecek, yaptırabilecektir ve istedikleri gibi yöneteceklerdir.

nurten y tartaç



6 yorum:

Mehmet Osman Çağlar dedi ki...

Kadın veya erkek şiddet uygulayan tarafın, aileden gördüğü, toplumdan ve yanlış eğitimden edindiği sağlıksız düşünsel izdüşümlerinin pratik eyleme dönüşmesi, sizin de çok kapsamlı yazdığınız gibi hiçbir tutarlı ve açıklanabilir gerekçesi olmadığı gibi, kabul edilebilir tarafı da yoktur. Kaldı ki kadınların sevgi barındıran sezgisel ve anaç biyolojik üstünlükleri her iki tarafın ortaklaşa anlayış ve çabasıyla ve iyi niyetiyle daha da geliştirilebilir. Yine düşünmeden yapamıyorum, eskiden de kadın cinayet ve tacizleri, boşanmalar bu kadar yüksek oranda mıydı, teknolojik iletişim araçları olmadığından biz mi duymuyorduk, yoksa ekonomik boyut işi tetikleyen bir faktör mü oldu? Yüksek sesle ve argo konuşulmayan bir evde yetiştim ve şimdiki gençlere hep söylediğim, evlilikte ilk 2 yıl çok önemlidir... sabırlı, dürüst olmaları, sonrası mı, su gibi akıp gider diye düşünürüm.

Evet o vefakar, cefakar, elleri öpülesi Anadolu kadınlarımız... tüm bunların gölgesinde; Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü(zü) kutluyor, bu çok değerli düşündürücü yazı için teşekkür ediyorum.

Saygılar

Çınar dedi ki...


Mehmet Bey; evlilik iki kişinin bir hayatı paylaşması üzerine yapılan, yazılı(imza) ve yazılı olmasa da önemli kuralları olan bir akit.
Aynı aileden gelmelerine, aynı evde büyümelerine rağmen iki kardeş arasında bile doğalarından gelen ciddi karakter farkları olabildiğini düşününce, farklı çevrelerden ve belki farklı kültürlerden, alışkanlıklar örf ve adetlerden gelmiş iki kişiyi 90-100 m2 lik bir eve koyup "hadi yaşayın bakalım" dendiğinde; davranışsal, ruhsal farklar ya da hayatı algılama biçimleri nedeniyle sorunlar çıkmamasını beklemek hiç de mantıklı değil aslında. Bunun üstüne bir de ailevi (her iki tarafın aileleri. Ki, bu etkenin rolü ülkemizde hiç de küçümsenemez) nedenleri de eklersek evlilik hiç de kolay yürütülecek bir kurum değil. Üstelik evlenerek bir evi paylaşmaya başlayan bu iki gencin daha düne kadar ana - baba evinde yediği önünde yemediği ardında ve herhangi bir yükümlülükleri olmadan yaşadıklarını düşünürsek.

Sağlıklı bir evliliğin, olmazsa olmazları olduğunu düşünüyorum naçizane. Bir kere sizin de belirttiğiniz gibi huzurlu bir ailede yetişen gençlerin bunu kendi yuvalarında da devam ettirme gayreti içinde olduklarını gözlemliyorum. Tabii ki; bu iyi niyetin eş tarafından takdir ediliyor olması gerekir. Tek taraflı hiçbir gayret iyi sonuç bulamaz. Sizin de belirttiğiniz gibi bunun için zamana ihtiyaç vardır. Bu nedenle karşılıklı tanışma(!) bakımından evliliğin ilk yılları çok önemlidir.
Bir de sanırım bizim neslimiz çocuklarımızı nazik kelebekler gibi yetiştirdik kız olsun erkek olsun. Hiç incitmedik, ne istedilerse yaptık. Bu nedenle de bu çağın gençleri hayatın güçlüklerine karşı direnç gösteremiyorlar. Ya hemen pes edip boşanıyorlar ya da yine aileler devreye girip kızları - oğulları ayrılmasınlar diye onların evliliklerini kendileri yürütüyorlar adeta. Buna benzer çok örnek var çevremde. Biz idare etmesek çoktan ayrılırlardı diye, çamaşırından ütüsüne ev temizliğine ve çocukların tüm gereksinimlerine kadar, genç çiftlerin yapması gereken herşeyi ebeveyn olarak onlar yapıyorlar. Boşanmasalar da gerçek anlamda evli de olamıyorlar tabii gençler bu durumda.
Öyle çok yazılacak şey çıkar ki bu konuda, böyle uzayıp gidecek. En iyisi şu şekilde bu kısmı kapatayım. Herşeye ve her şarta rağmen güzel yürüyen evlilikler olduğunu düşünüyorum. Bence bunun için kesin kural, sevgiden de önce karşılıklı saygıdır. Kişilik haklarına saygı, özel yaşama saygı(evlilik de bile olsa, eşlerin birbirlerine nefes alacak bir alan bırakmaları, özel zevklerine saygı göstermeleri gerekmektedir diye düşünüyorum)

Ve mutlu bir hayat sürmek isteyen eş, önce eşini mutlu etmeyi bilmelidir.

Ayrıca kadın erkek eşitliğine her ne kadar inansam da, evlilikleri yürütmede doğası gereği kadının rolünün çok daha fazla olduğunu düşünmekteyim.

Kadın cinayetleri, tacizleri konusuna gelince; (Mümkün olduğunca kısa yazmaya çalışacağım. :)) mutlaka eskiden de oluyordu tacizler cinayetler tecavüzler. Şimdilerde iletişim araçlarının çeşitliliği ve hızı nedeniyle daha çok duyar olduk belki. Ama toplumdaki yozlaşmaya (son yıllarda yönetimdekilerin erkekler lehine yaptıkları söylemler nedeniyle falan) ters orantılı olarak teknoloji nedeniyle en ücra köşede yaşayanların bile diğer (diziler filmler tv haberleri ve programları aracılığıyla) hayatlardan haberi var. Ve böyle hayatlara özentisi... Bu nedenle kadınlar boyun eğmezken, erkekler kadınlar üstünde daha çok hak iddia edebiliyorlar. Sonuç dayak cinayet tecavüz.

Ay! ben keseyim artık burada konu dağıldı ve çok uzadı. Daha da neler yazmak istiyorum. Biri beni durdursuun! :)

Güzel yorumunuz için çok
teşekkürler Mehmet Bey.

Aileye selamlar

Hayalbemol dedi ki...

Şalvar Davası diye eski bir Türk filmi vardı. O mizahın içinde kadının köy hayatında nasıl bir mala dönüştüğüne dikkat çekiyordu. Ben bazı köy ziyaretlerinde bu durumun halen aynı olduğunu görüyorum. Özellikle bir kahvehane kültürümüz var ki, bu erkeğin evi ile bağlantısını çok daha güzel yansıtıyor. Çünkü kahvehane müdavimi erkekler, resmen kahve hayatını iş hayatı gibi görüyor. İş sonrası oynanan okeyler, yapılması gereken iş gibi belirlendiğinden gelemeyenlerden hesap bile soruluyor. Bir de kahvede bitirir erkekler memleken sorunlarını. Bu da oturduğumuz yerden yaptığımız boş işleri ve gereksiz sohbetleri görmemizi sağlıyor. Her başarılı erkeğin arkasında, iyi bir kadın vardır. Bu kadın anne olur, eş olur farketmez. Ama her başarılı kadının arkasında bir erkek vardır diyemeyiz. Bu da önemli bir ayrıntı. Şahsen ben böyle dşünüyorum.

Çınar dedi ki...

Hayalbemol;'Şalvar Davası' filmini hatırlıyorum. O mizahın altında yatan ana fikir oldukça düşündürücü aslında. Erkeklere kendi fikirlerini kabul ettirmek için kadınların kullandıkları yöntem bile, yine cinsellik.(kadının cinselliği)
Köyde kahve kültürü sanırım, tarla bağ bahçe işleri yazın yoğun olup kış aylarında genellikle işlerin olmalarından kaynaklanıyor olmalı. Ama alışkanlık haline gelince yazı kışı kalmıyor kendi başına 'iş' olup çıkıyor demek ki sizin gözlemlerinizden anlaşıldığına göre. Bu durumda da memleket sorunları burada çözümleniyor anlaşılan :)
Her başarılı erkeğin arkasında başarı bir kadın olduğu bir gerçek. Fiilen destek vererek, evinin tüm yükünü omuzlayarak, çocukların hiçbir sorununu yansıtmayarak, eşine başarı sağlaması olanağını verebilir. Ya da sadece sabredip sessiz beklediği için erkeğinin başarısında mutlaka bir payı vardır kadının diye düşünmekteyim ben de. Başarılı kadınların arkasında da sabırlı, hoşgörülü, onur duyarak destek veren erkekler vardır mutlaka ama kadın bazen erkeğine rağmen başarmak için uğraşı verir.

Fikirlerinizi paylaştığınız için teşekkürler.

Sevgiler

ELİF dedi ki...

Ah çınarım!
Eski zamanlar da eski siyah beyaz fotograflarda insanlar daha mutlulardı.şimdi butun fotograflar renklendi,butun zamanlar renklendi ama biz kendi rengimizi kaybettik.neden boyle oldugumuzu cok guzel dile getirmişsin.
Kadınlar gunümüz kutlu olsun canım

Çınar dedi ki...


"ELİF"; Zaman bizi çarkında öğüttü /ufaladı/ Gülümsemeler siyah-beyaz fotoğraflarda kaldı."butun zamanlar renklendi ama biz kendi rengimizi kaybettik." çok doğru. Öyle renkli ki herşey boğuluyoruz renk karmaşası içinde...

Teşekkürler canım

Sevgiler