28 Nisan 2013 Pazar


OFFFFF!!!

Neden yazamıyorum ki ben yinee..? Yarısı çıkmıyor yazdıklarımın.

Yardıma ihtiyacım var yinee...

Biri bana yardım eder mii..?
"Sevgili Çınar'ım;

 Çiçeklerin masamda şu anda ve ısrarla dimdik fire vermeden boyun bükmeden içime bahar ve renklerin armonisini ekliyorlar.Sohbetimiz ve o güzel ses tonunsa kulaklarımdan hiç silinmiyor inan. İyi ki varsın ve iyi ki bir iki saatini ayırıp da bana gelebildin.Seni tanımak çok güzeldi, teşekkür ederim güzel dostum, kocaman sevgilerimle tontini."

 Bir demet kasımpatıydı kucağımdaki. Öyle sıcacık bir sevgiyle karşılamıştın ki, önce kasımpatlarını sonra beni. Hiç unutmuyorum çiçekleri buyur edişini evine. Onlarla konuşmanı, tek tek sevmeni. "İnanır mısın hiçbiri solmadılar, getirdiğin günkü gibi duruyorlar" demiştin bir keresinde. "O kadar ilgi gösterdin, o kadar sevdin ki, utanmışlardır solmaya" demiştim.

Birkaç saate sığan sohbetimiz sırasında; çevrendekileri, eşini, dostunu, arkadaşlarını nasıl da bitmeyen bir sevgiyle sarıp sarmaladığını gözlemlemiştim. Hayran kalmıştım enerjine.

 Evet giremiyorum bloguna. Girsem de kaçıyorum çabucak. Ama hiç unutmadım seni. Yüreğimde koca bir yer açtın kendine ve hep orada kalacaksın.

 Işıklarda uyu Sevgili Sufi'm. Çiçeklerle bezensin ebedi mekanın.

17 Nisan 2013 Çarşamba

BİZ ESKİDEN ...



Çok zaman olmuş o naftalin kokulu sandığı açıp içindekileri didiklemeyeli. Anılarda hoş bir yolculuğa çıkmayalı. Okumakta olduğum romandaki bir cümle yine geçmişe sürükledi beni...

Bizim oyun alanımız cadde ve sokaklardı. Öyle içinde türlü oyuncağın olduğu çocuk parkları yoktu o zamanlar. Ya da vardı belki de bizim haberimiz yoktu. Belki de vardı da uzaktaydı, bilmem. Yakında olsaydı orada oynar mıydık, onu da bilmem. Sanırım oynamazdık. Biz özgür çocuklardık çünkü.  Öyle küçük alanlara sığmazdı yüreklerimiz. Alabildiğince koşturcağımız büyük alanlar isterdik.  Caddeler şimdiki gibi kalabalık değildi eskiden. Nadiren bir araba geçer, sıkça da fayton ve at arabası geçerdi bizim oyun alanı olarak kullandığımız caddeden. Bir araba sesi duyduğumuzda kenara çekilir bekler sonra kaldığımız yerden oyunumuza devam ederdik. Hele fayton ya da at arabalarının sesini taa uzaktan bile duymamak mümkün değildi. Şimdi bile atların arnavut kaldırımı taş sokaklarda yankılanan yeknesak sesi kulaklarımdadır. Ne çok severdim o sesi...

Kızlar ayrı bir yerde kümelenmiş et topumuzla oynuyorduk. (Tenis topu gibi, biraz daha yumuşak) Arkadaşım(kuzen) yandı ve sıra bana geldi. Gücümün yettiğince havaya fırlattım topumu. Ve top yere düşmeden kendi etrafımda dönerek saymaya başladım. Niyetim belirlenen sayıda dönüp sonra topu yere düşmeden yakalamaktı.  Kural gereği. Ama daha bir kez dönmüştüm ki; annemin yeni diktiği ve ilk kez giydiğim, olabildiğince çok büzgülü, kısa eteğime takıldı gözlerim. Ben döndükçe eteğim bir şemsiye gibi açılarak dönüyodu. Gözüm hayran hayran yeni eteğime bakmakta olduğundan, topu unuttum tabii havada :)  Ancak pat diye kocaman bir kütleye çarptığımda, kendime gelip başımı yukarı kaldırdım. Bir de ne göreyim dev gibi bir amca. Değişik bir amca. Ne babama ne akraba erkeklerine ne de, her akşam üstü fabrikadan evlerine dönerken gördüğüm; bakışları yerde, yılgın, yorgun, yüzlerindeki çizgileri yaşlarından önce koşan, omuzları düşük, suratları asık ve sanki hiçbirinin mendili yokmuş gibi  yerlere tükürüp duran, bir an önce evlerine kapağı atıp, bir lokma yavan yemeklerini yeyip, yatağa kendilerini zor atacak olan yorgun fabrika işçilerine hiç benzemiyordu. Dedim ya dev gibi, saçları kaşları hatta kirpikleri sapsarı bir amca bakıyordu tepemden boncuk mavisi gözlerle. Boynum ağrımıştı saçlarımı okşayan, gülümseyen bu garip amcanın yüzüne bakacağım diye kafamı yukarı kaldırmaktan. Hiç anlamadığım birşeyler söyledi. Sonra gülümseyerek yanındaki uzun saçlı diğer amcaya baktı. Yine anlamadığım birşeyler konuştular aralarında. Uzun saçlı olanı sırtından kirli kocaman çantasını indirip yere koydu. İçinden şimdiye kadar görmediğimiz (O zamanlar herşey bol ve çeşitli değildi. Birkaç çeşit şeker birkaç çeşit sakız olurdu mahalle bakkallarında.AVM lerin hayali bile kurulmamıştı daha.)  şekerler ve sakızlar çıkarıp sokaktaki çocuklara dağıttılar ve kasabanın merkezine doğru yollarına devam ettiler. Uzaydan gelmiş olmalıydı bu çevremizdeki hiçbir erkeğe benzemeyen yabancılar.

"Turist bunlar akıllım" dedi yüzündeki toz terle karışıp çamurlu yollar oluşturan bilmiş bir oğlan.
Turistti onlar...

Sekiz yaşında falandım sanırım. Turistik bir yer değildi o kasaba. Doğa güzelliği olmayan kıraç bir Ortaanadolu  kasabasıydı. Deniz kıyısı değildi.Tarihi kalıntılar falan da yoktu ilgi çekecek. Nerden yolları düşmüştü bu sönük kasabaya bilmem...

 ***
Yok yok valla bu kez hiçbir siyasi ya da başka bir mesaj içermiyor yazım. Sadece okuduğum romandaki bir cümle bana bu anımı hatırlattı ve paylaşmak istedim.

Ammaa !!! İlle de bir mesaj isterseniz,  şunu demek isterim kii ...  (Uysa da uymasa da :)) Keşke  yabancılar hiç gelmeseydi de, bizi şekerlerine, sakızlarına alıştırmasalardı.  Biz öyle daha mutluyduk. Azıcık aşımız, ağrısız başımızdı :) :)


15 Nisan 2013 Pazartesi

KÜTÜK


Üzgünüm küçük kız, üzgünüm o anda gözlerimiz buluştuğu için.

İri kıyım çam yarması /kütük/ adam, balyoz gibi yumruğunu kızının suratında patlattığında, Babasının kafası kadar yumruğunun şiddetinden sarsıldı önce yerinde çocuk. Sonra büzüldüğü yerden bana baktı kan çanağına dönmüş gözleriyle. İyice büzüldü oturduğu yerde. Küçüldü iyice. 

Alışveriş merkezinde, onca kalabalığın arasında bunu hakedecek ne yapmış olabilirdin..?  Ki; görevi seni her türlü kötülükten korumak olan, gözündeki bir damla yaş için dünyayı yıkmaya hazır babandan böyle bir şiddet görmüştün. Bilemedim... 

O sahneyi görmemek,  hele de, gördüğümü görmemen için neler vermezdim küçüğüm. Biliyorum kazındı bu sahne minicik beynine. Hiç unutamayacaksın bu utancı. Yüzünü kızartan yediğin yumruk değil, bu sahneyi bir yabancının görmüş olmasıydı biliyorum. Keşke tesadüfen o anda sana bakıyor olmasaydım  :(

7 Nisan 2013 Pazar

RÜYALAR DA OLMASA :)



Rüya bu ya...  Olur mu mantık onda..?

Ufacık bir çocuktum.

Beyaz bir bulutun üstünde, sörf yapıyordum azgın denizde.

Bir yunus çıktı birden, yakaladı eteğimden.

Çevirip başının üstünde, fırlattı beni gökyüzüne.

Yağmur başladı aniden, gökkuşağı çıktı ardından.

Elimde pamuk şekerim, saçımda yıldızdan tacım.

Gökkuşağına uzanmıştım ...

Kim inanır ki buna..?

Rüyadır en sonunda ...

Ama rüyalar da olmasa, dayanılır mı kabuslara ...