28 Şubat 2012 Salı


O      SOKAK


Şu çocuk yine takılmıştı peşine.  Ağzına kadar uzayan sümüğünü çekiştire çekiştire,  eğri büğrü,  üstüste binmiş dişleriyle sırıtarak yapışacaktı örgülü saçlarına şimdi.  Koşmaya başladı kurtulmak için ama tökezleyip yüzü koyun yere serildi.

***
Koca  kadın olmuştu ama hala zaman zaman  o  sokakta görürdü kendini rüyalarında.   Birçok zaman  da aynı çocuk peşinde, korku içinde kaçarken.   Çocukluğunun bir kısmının geçtiği, bir Ortaanadolu kasabasında tek katlı bahçeli evlerin yol boyunca sıralandığı,  arnavut kaldırımlı bu dar sokakta…   “Bu kadar korkak bir cocuk muydum ben..?”   diye düşündü yatakta bir yandan öbür yana dönerken. Oysa hava karardıktan sonra mahallenin çocuklarıyla saklambaç oynarlardı da hiç korkmazdı.   Öyle hatırlıyordu…   Evlerinin yanındaki, sahipsiz yıkık dökük evin bahçesindeki, meyve ağaçlarının,  sonbaharda sararıp düşmüş ve zemini  halı gibi kaplamış yapraklarının arasına uzanarak saklanırdı karanlıkta, ebeye yakalanmamak için.  Yaprakların nemli kuytusuna yuvalanmış börtü böcek olabilirdi.  Annesi bu konuda sürekli uyarıyordu.   Ve böceklerden şimdi olduğundan daha da çok korkardı küçükken.   Koca koca ağaçların tepesine kadar tırmanıp orada saklandığını da hatırlıyordu.  Hatta bundan öylesine keyif alırdı ki, o incecik bedeniyle incecik bir dala tüneyip yıldızları seyre daldığı için oyunu unuttuğu bile olurdu. 

Ne gizemli bir büyüsü vardı gökyüzünün… Uçsuz bucaksız o mavilikte ışıl ışıldı yıldızlar…  Aydede…     İşte şuradaki…   En parlak olanı…   Ne kadar da yakındı..   Elini uzatsa tutuverecek gibi.  En çok,  yusyuvarlak olduğu zamanlarda severdi aydedeyi.   Koca bir tepsi gibi.   Bulutlar üstünden yavaş yavaş kayıp  giderken bir insan kafası olurdu birden aydede.  Ağzını kocaman açmış kahkahalarla gülerken, hemen ardından,  hışımla kaşlarını çatmış sinirli biri de olabiliyordu.   Bazen kocaman gökyüzünde yapayalnız kaldığı,  bir arkadaşı eşi çocukları olmadığı için gözyaşı döküyordu.  Kimse görmezdi onun yalnızlığını ama O,  bilirdi…  Konuşurlardı bazen.   Üzüntülerini anlatırlardı birbirlerine.  Sırdaştı onlar…   Yıldızlar şakacı şeylerdi.  Kıpır kıpır kıpırdar,  yanıp sönerek, yeryüzünde  hayran hayran gözlerini yukarı dikmiş onları seyreden küçük kıza  gözkırparlardı.   Kederleri üzüntüleri yok gibiydi.   Arada bir,  bir yıldız kayardı yalnız…   O zaman üzülürlerdi belki… 

İşte böyle zamanlarda Unuturdu gerçekliği, saklambaç oynadığını…    Bir yıldız olurdu  uçsuz bucaksız mavilikte keyifle danseden.   Kendisi gibi milyonlarca parlak çocuk yıldızla birlikte …

Yıldızlarla dansı aydedeyle sohbeti,  arkadaşlarının   “Meralll !  hadi çık artık saklandığın yerden,  oyun bittiii… “  diye seslenmeleriyle son bulur,  ışıltılı gökyüzünden,  sokak lambasının titrek,  sönük ışığının altında toplanmış arkadaşlarının yanına inerdi kayarak…

***

17 Şubat 2012 Cuma

KADININ ADI

Sevmek...  Nereye kadar..?  Aşağılanan hırpalanıp dayak yiyen gecenin bir yarısı sokağa atılan bir kadın hala kocamı seviyorum/dum/  derse, "sevgi" bidiğimiz anlamından çıkıp başka bir anlama bürünmez mi..? Bu sapkın bir duygu olmaz mı..? Mazoşistlik gibi birşey...

Arkadaşımdaydım bugün.   Mutfakta oturmuş sohbet ederken bir komşusu geldi.  Oldukça üzgün görünüyordu. Konu açıldı, başladı kadın  anlatmaya.

Üzüntüsünün nedeni kızının kocasından ayrılmasıymış.  Çok haklı tabii...  Kim ister ki  bir yuva dağılsın, hele bu bir de kendi evladının yuvasıysa. Kız ihtisasını yapmış uzman bir doktor, damat bir savcı. Daha nişanlıyken başlamış tatsızlıklar, damat daha o günlerde göstermiş nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu ama derler ya;  seven göz kör olurmuş,  kız pek üstünde durmamış  gelecekte daha büyük sorunlara neden olacağı belli tutum ve davranışların.  Sevgiyle dağlar aşalır sanmış belli ki. Öyle olmamış elbette.  Evliliklerinin ilk günlerinde başlamış kavga gürültü baskı kıskançlık ve dayak...  Evet dayak... Hem de öyle böyle değil, adam alıp alıp duvarlara çarpıyormuş kızı.  Her seferinde evden kovuyormuş üstelik. Aradan bir süre geçince de  "sinirlenince gözüm birşey görmüyor" deyip yalvar yakar barışıyorlarmış ama kısa süre içinde yeniden  şiddet başlıyormuş fındık kabuğunu doldurmayacak nedenlerle.  Doğuda görev yaptıkları sırada  gene kızı dövüp evden atmış bir gece.  Etrafta teröristin kol gezdiği bu yerde kız cebindeki üç kuruşla korka korka bir minibüse atlayıp havaalanına zor atmış kendisini. Yanında parası olmadığı için ailesinin  aldığı biletle Ankara'ya gelmiş.  Nihayetinde de boşanmışlar.

Daha birçok şey anlattı kadıncağız ağlayarak kızının yaşadıklarına dair. Çok üzüldüm ama kızdım da aynı zamanda. Anadolu kadınının yazgısıdır erkeğinin karşısındaki ezikliği...  Ama çaresizdir o. Ardında güvenebileceği kimsesi olmadığındandır.  Yokluktan, yol bilmezlikten, cahillikten, parasızlıktandır çektiği...  Bundandır boyun eğişi, susuşu.  Bundandır "kader" deyişi yaşadıklarına ...

Okumuş, parası olan,  kariyer sahibi bir kadın neden yaşasın ki bunca aşağılanmayı, tacizi..?

"Neden"  dedim " neden çekti ki kızın bunca şeyi yıllardır. Boşanıp kurtulsaydı ya çok daha önceden."

"Seviyordu...  Hala da unutamadı."  dedi.

" Ben hiç kötülüklerini hatırlamıyorum ki, aklımda hep güzel zamanlar kaldı"  diyormuş

"Ee sen niye ağlıyorsun hala..?  Kızın kurtulmuş işte sevinmelisin"  dedim

O sırada temizlikçi kadın geldi yanımıza içerden.

"Abla niye ağlıyorsun hayırdır..?  "  dedi.

Kısaca anlattı kadın durumu

Temizlikçi kadın " Gözün aydın ablam verilmiş sadakası varmış kızının.  Ya benim yerimde olsa ne yapacaktınız..? Kocamın yıllarca dayağını yedim. Bir lokma yiyecek bulamadığım zamanlar oldu. Konuya komşuya gider,  hal hatır sorarmış gibi yapardım,  içeri çağırırlar belki de  kızımın karnını doyurabilirim diye. Sonunda ne yaptı kör olasıca... Bir kadın aldı getirdi eve.  Hem dayak yedim kadının yanında, hem ikisine de hizmet ettim.  Baktım bu böyle gitmez; aç mezarı yok ya dedim, aldım sekiz yaşındaki kızımı  çıktım evden. Şimdi azıcık aşımm ağrısız başım. Temizliğe gittiğim evlerden kazandığımla kızımı okutmaya çalışıyorum.  Başım dinç en azından.  Benimki sürünüyormuş şimdi.  Kadın da terketmiş. Beter olsun geberesice."

İki kadın hikayesi dinledim bugün.  iki kadın için de üzüldüm ama birine çok saygı duydum...

10 Şubat 2012 Cuma

MİMMMM




Sevgili  Asuman  mimlemiş beni çok teşekkürler.  Cevap vermekte  geciktim üzgünüm ama zevkle cevaplıyorum.

Anlamlı bir söz.

Ne çok anlamlı sözler,  özdeyişler vardır dilimize yerleşen,  savımızı güçlendirmek amaçlı konuşmalarımızda aralara serpiştirdiğimiz.  Hangisini seçmeli şimdi..?   Bu günlerde sık kullandığım medet umduğum anlamlı bir söz, bir özdeyiş var.

" Gecenin en karanlık olduğu an, aydınlığa en yakın zamandır " 


İçinde umut barındıran, en zor zamanlarda dayanma gücünü kamçılayan bu söz umarım gerçektir, gerçekleşir...  De,  boşuna bekliyor olmayız karanlıklar aydınlığa kavuşacak  diye...

Makyajda olmazsa olmazım.

Göz kalemim ojem  rujum.  En sıkışık anımda bile onlarsız olmam :)  Saçlarım uzadığı için şimdilerde pek gerek duymasam da;  bir de küpelerim. - e daha ne olacaksa - :)  Aslında en önemli davetlere giderken bile  ilave olarak bir de rimelim vardır.  Pudraymış, fondötenmiş kullanmam  - hiç gerek duymam deerrmişimm- :))

Uyguladığım güzellik tüyosu.

Tek kelimeyle SEVGİ...  Sevgiyle bakan bir çift göz...  Hiçbir yüz düşünemiyorum ki;  gözleri sevgiyle ışıldarken çirkin görünsün karşısındakine.  O yüz bir de gülümsüyorsa, dünya güzelidir... 


İşte açıkladım güzellik sırrımı...  Bu iyiliğimi unutmayın  :))))) Bu kadar da megolaman olunur yanii :)))

En sevdiğim çiçek.

Bütün kır çiçekleri ve en başta, nefis kokulu güzelim nergis çiçeği.  Özenle yetiştirilen hiçbir gül - gülü de severim ama - dağda açan narin minicik isimsiz bir sarı çiçek kadar güzel görünmez gözüme.

Nefret ettiğim bir şey.

Sanırım nefret ettiğim şeyler içinde en başta umutsuzluğa kapılmak yani bir bakıma hayal kırıklığı geliyor.  

En çok sevdiğim iltifat. Çok duyduğum (uz) bir şey.

Hımmm...  " Ayy! inanmıyorummm,  valla hiç yaşınızı göstermiyorsunuzzz..."   -Hatta eni konu abartıp-  "genç kız gibi duruyorsunuz..."  derlerse,  e daha mutlu olurum tabii ki :))))))

Favori kitabım.

Çok sık, hatta aralıksız, birinin kapağını kapatıp diğerine başladığım için  - hiç okuyamadığım zamanlar olsa da-  hangi kitap favorim olmuştur bilemedim şimdi. 

 Ama farklı nedenlerle iki kitabı hiç unutamam. Birincisi;  Esat Mahmut Karakurt'un, Erikler Çiçek Açtı romanı. Henüz ortaokul ikinci sınıftaydım bu kitabı okuduğumda. Annem henüz bu tip romanları okuma yaşımın gelmediğini düşünerek yasaklamıştı kitaplarını okumamı. Bense işte tam da bu nedenle yani yasak olduğu için annem kapıdan çıkar çıkmaz kalemi kitabı bir tarafa fırlatır roman okumaya başlardım. Yine böyle bir günde, Erikler Çiçek Açtı romanına öyle bir gömülmüşüm ki; ne zaman kapı çalındı ve ben ne zaman kapıyı açtım bilmiyorum.  Ama kendimi;  karşımda, ne söylediğini asla duymadığım - o sırada hala kitabın içinde geziniyor olduğumdan-  ama dudakları kımıl kımıl, belli ki bana birşeyler anlatan belki soran bir teyzenin karşısında kıpkırmızı bir suratla dikilir buldum - suratımın kıpkırmızı olduğunu sonradan  teyze Anneme söylediği için biliyorum- :)) Neden bu kadar etkilenmiştim bu kitaptan ve kapıyı açtığımın bile neden farkına varamamıştım hala bilmiyorum :)))))     

 İkinci unutamadığım kitap (!);  - aslında kitabın ve yazarının adını hiç hatırlamıyorum. Yıllar önce okumuştum ama tanınmış bir yazarın bilinen bir kitabıydı bunu biliyorum - :)  Kitapta Avustralya yerlileri Aborjinler'in ilginç hayatı konu ediliyordu ve ben  bu ilkel kabileye hayran kalmıştım.

Bana görünüm olarak yakın bulduğum ünlü.

Ha ha ha!  Böyle birşey mümkün mü, onlar da kim oluyorlarmış..? :))))

Herkesin sevdiği ama benim sevmediğim bir ürün.

Sevgili Yaşamın Kıyısında - Nur- gibi ben de cep telefonlarını sevmiyorum. Gerçi getirdiği kolaylıkları inkar etmek nankörlük olur. Benim de cep telefonu sayesinde hayatım oldukça kolaylaştı bunun farkındayım ama yaşlı genç çoluk çocuk tüm toplumun kulağında yapışık telefonla gezmesi, wc de  bile telefonla konuşmaları en kötüsü de insanların, bu ve benzeri kolaylıklar nedeniyle  yüzyüze görüşmeye gerek duymaz hale gelmeye başlamaları beni korkutuyor.

Şu an en çok almak istediğim kozmetik ürün.

Şu anda çok almayı istediğim bir kozmetik ürün yok sanırım.



4 Şubat 2012 Cumartesi

BİR GARİP YOLCUYUZ


Küçük bir sinek gibi

örümceğin ağında asılı kalmış

 tutsak ruhlar.

Ne o kadar güçlü, ne o kadar dayanıklıdırlar.

Yorgun bedenlerinin peşinde sürüklenir dururlar.

Kurtulmak için  çırpındıkça, sona yaklaşırlar...

Yaklaştıkça sonları, çırpınırlar.

Çırpınırlar...

Zamana karşı ümitsiz bir savaştır bu.

 Son durak, son noktadır.

Bilirler...

El işi hamağına uzanmış sinsi örümcek

Gizli bir hazla izler avını 

Zaman gelir

Zafer örümceğindir...

Ne zamanın, ne örümceğin

yoktur aslında kini öfkesi ona buna.

Önemli olan yolcuyu taşımaktır sona...


          nurten y tartaç

1 Şubat 2012 Çarşamba

BARIŞ MANÇO



Barış Manço

81300 Moda.  

"Adam Olacak Çocuk" adlı programında her seferinde tekrar ettiği bu posta adresi tüm çocuklar tarafından ezbere bilinirdi sanırım. 

 2 Ocak 1943,  1 Şubat 1999)

7 den 77 ye herkesin anılarında yaşıyorsun.

Nurlarda uyu  Barış Manço 

 Geçen yıl gittiğimiz İstanbul gezisi sırasında,  Barış Manço'nun müze haline dönüştürülen Moda'daki evinde çektiğimiz fotoğraflar.