28 Ocak 2012 Cumartesi

SEVİYORUZ AMA O KADAR DA DEĞİL...


Yaşasınnn kar geldii!  Aman da ne güzel yağarmış falan dedik de herşeyin bir sınırı var di mi..? 


Gerçi;   kar yağarken izlemeye doyamıyorum. Perdelerimi açmış koltuğu çevirip ayaklarımı da radyatöre dayayıp oturmuş ve  bırakmışsam kendimi yumuşacık bir kar tanesinin üstüne, süzüle süzüle inmekteysem onbinlercesiyle birlikte yeryüzüne, yüreğim de arınıp yumuşuyor sanki beyaza boyanırken doğa.  Elime kahvemi  almış bir de sigara yakmışsam yanında ohh! değmeyin keyfime artık.



Ama sıcacık evinde oturup karın yağışını izleyemiyor herkes. Birçokları için kar kabus demek hele de günlerdir  yağmaya devam ettiyse burada olduğu gibi.



Evsizlerin, yoksulların, sokak hayvanlarının hayatını daha fazla zora sokmadan,


e artık gitsen diyorum ... 





24 Ocak 2012 Salı

ŞİKAYETNAME


Evde üç bilgisayarın tepesinde sabahtan akşama kadar tüneyip her türlü haberi didik didik eden biz bile şu;
"Zorunlu GENEL SAĞLIK SİGORTASI       ( GSS )"     kapsamında 25 yaş üstü (bazı haberlerde 21 yaş üstü erkek öğrencilerin okuldan yazı getirmesi gerektiği yazıyor)   öğrencilerle ilgili bölümü ve takip edeceğimiz bürokratik yolu tam anlamıyla anlayamadık. Peki evinde bilgisayarı olmayan konuyla ilgili diğer vatandaşlar anladılar mı acaba ne yapacaklarını diye merak etmekteyim.  Ya bizim algılama ile ilgili ciddi sorunlarımız var ya da her kafadan bir ses çıkması nedeniyle sadece biz değil, kimse ne yapacağını tam olarak bilemiyor. 
Bir de;  " 31.OCAK.2012 tarihinden sonra,  GELİR TESTİ yaptırmadığınız taktirde şahsınıza en yüksek GSS primi olan aylık 213 TL 'lik bir borç tahakkuk edecektir."  deniyor.  Beş yıldızlı sağlık hizmeti yani...  Şahane...


Böyle bir konunun medyada sürekli gündemde tutulup, konuyla ilgili  detaylı açıklamalar yapılması  gerektiğini düşünmekteyim nacizane. 


Bugün SGK da idim, konuyla ilgili bilgi almak ve gerekeni yapmak için. Mahşer yeri gibiydi. Başardım, bilgi almayı... Kaymakamlığa gidecekmişiz.


Yarın kaymakamlığa gideceğiz  " Karda kışta buraya kadar yorulmuşsunuz.   Aşkolsun niye zahmet ettiniz..?  Bilgisayarlı sistemle çalışıyoruz, bütün bu bilgilere ulaşmak çocuk oyuncağı bizim için.  Ama madem taa buraya kadar geldiniz,  buyrun oturun lütfen.  Size bir çay söyleyelim, siz dinlenirken biz işlemlerinizi halledip getiririz."  demelerini bekliyorum elbette :)


***
Bir de, yukardaki konuyla hiç ilgisi yok tabii ki;  ama Telekom, iki de bir beni arayıp;  "Siz şu paketi kullanıyorsunuz takip ettik hiç konuşma yapmamışsınız ama bu pakette ayda 23 tl ödemek zorundasınız. Sizi şu pakete alalım yalnızca 21.90 tl ödeyin, artı bilmem kaç dk fazla konuşun"  deyip durmayın.  Gördüğünüz gibi fazla konuşma yapmıyorum. Bunu size defalarca söyledim.  Ayrıca böyle bir değişiklik gereği hissedersem, her dakika bangır bangır medyada ilan ettiğiniz paketlerden haberim var, istersem geçerim başka pakete. Hem benim bu kadar yararıma olan bir değişikliği yapma konusundaki israrınız beni pirelendiriyor.  Altında birşeyler arıyorum ister istemez.  Toplum olarak, bizim iyiliğimiz için bunca uğraşa alışık olmadığımızdan olmalı...


Ya medyada dakika başı reklamını duyduğumuz, gördüğümüz cep telefonları kampanyaları...   "konuşun konuşun daha daha daha fazla konuşun"  kampanyaları...  Ne yapmak istiyorsunuz Allahaşkına siz..?  Zaten;  metroda, otobüste, karşıdan karşıya geçerken, telaşla evine işine koşuştururken, yatarken, sabah daha gözünü açmadan kulağımıza yapıştırdığımız telefonlarla durup dinlenmeden konuşup duran bir toplum olduk.  Daha ne kadar konuşmalıyız..? İşte bunun altında da bir bit yeniği arıyorum.  Çenesi kuvvetli ama sosyal ilişkileri sıfır, yüzyüze bakmaya korkan,  elele tutuşup sıcacık ilişkiler geliştirmekten aciz bir toplum yaratmak çabasında mısınız..?  


Değildir tabii...  Her bizim için iyi şeyler yaptığını söyleyenin,  kafamıza indirdiği yumruktan olsa gerek  bu şüpheci durumum...  



17 Ocak 2012 Salı

KAR MANZARASI GÜZELDİR AMA...



Kar manzaraları güzeldir...  Bir camın ardından bakıldığında.


Güzeldir kar keyfi;   giyinip sıkı sıkıya, yeni yağmış kar üzerine ilk izleri bırakarak yürümek doya doya,  sindirmek beyazı içine miss gibi.  Ve geri dönmek,  sıcacık güvenli  ıhlamur kokulu bir yuvaya... 






Her ağacın karla kucaklaması çok güzel ama farklı,  kendine özgü ...









 Kırmızının beyazla buluşması, karla sarılıp sarmalanması ise nefes kesen bir görüntü...  













































Kardanadam üşümüş bu havada :)) Baksanıza büzüşüp kalmış, boynuna atkı mı sarmalı :))


Her kar yağışında çocuklar gibi şendir bir yanım. Çığlık çığlığa koşmak yuvarlanmak isterim henüz hiç ayak değmemiş pürüzsüz bembeyaz kar üzerinde. 
   Evi -  barkı olmayan, yakacak odunu kömürü hatta sobası bile bulunmayan,  aç-açıkta kalanlar ne yaparlar bu soğukta diye düşünüp, sızlar bir yanım  inceden inceye... 


NOT:  Hava buz gibi, sokakta kimsesiz birini görürseniz telefon edin lütfen,  gelip alıyorlarmış.


İzmir:   0232 361 71 51.

İstanbul:  (0212) 455 13 00.

Ankara:  0312  418 66 62 ..."








15 Ocak 2012 Pazar

İLK HEDİYEM DOĞADAN



İLK     HEDİYEM     DOĞADAN



Kar var günlerdir Ankara'da yüksek yerlerde.  Çankaya, Balgat, Dikmen gibi semtlerde oturan yakınlarımız, karın günlük hayatlarını nasıl da zorlaştırdığından yakınırken, bize şööyle bir gülüp geçmişti kar ve bir daha da uğramamıştı.  Ama yağmalıydı, kıştı bu...



Kar yağdı nihayet,  hem de lapa lapa. Hem de  gece yarısı,  tam da doğduğum gece, aynı saatte.  Öyle yağdı ki; Pespembe oldu önce gökyüzü, sonra kapkara gece aydınlandı ipekten bir  toz bulutuyla ve karbeyaz oldu yeryüzü yarım saat içinde. Gelinlik giymiş genç kızlar gibiydi;  kollarını göğe açmış, sevdiğine kavuşmanın neşesiyle danseden çamlar.  

İlk doğumgünü hediyemi doğa verdi.  Biliyordu;  baharda bembeyaz papatyaları nasıl seversem,  öyle sevdiğimi kışın yağan karı...















Gece başka,  gündüz başka güzeldi kar manzaraları.  Ve ben yazımı yazarken yağmaya başladı yine son hızla.

Böyle bir hediye alır da bunu hayra yormaz mıyım ben şimdii:))

Hımmm!  Üç vakte kadar bembeyaz bir sayfa açılacak hayatımda, tertemiz.  Yeni yaşımda gökten kısmet yağacak lapa lapa, yere göğe sığdıramayacağım. :)))  Vee en karamsar hissettiğim  anda karanlıklar yerini aydınlığa terkedecek bir anda.  Pespembe umut çiçekleri açacak gönlümde,  umutsuzluklarım mazgallara karışacak eriyen kar sularıyla. Aminnn :))

Kaç yaşıma mı girdim..?  Boşverrr ...




NOT:  Hava buz gibi, sokakta kimsesiz birini görürseniz telefon edin,  gelip alıyorlar.


İzmir:  361 71 51.

İstanbul:  (0212) 455 13 00.

Ankara:   418 66 62 ..."




11 Ocak 2012 Çarşamba

Yaşamak; Umutlar Anılar Birikimler Yükler ... BİZ ...

Yaşam nedir?  Uzun ince bir yol mu, inişli çıkışlı engebelerle dolu?

 Ya zaman...  Geçip giden, biz arkasından bakarken...

Geçmiş... Anılar yığdığımız, geri dönemediğimiz zamanlar...

Geri dönmek...  Gerçekten kaç kişi ister ki geri dönmeyi..?

Yeniden çocuk olsak, düşe kalka büyüsek... Çok sıkıcı ...  Yeniden konuşmayı yürümeyi, okuma yazmayı, yanmamak için sobaya dokunmamak gerektiğini deneyerek öğrenmek. Ve daha nicelerini öğrenmek defalarca tekrar ederek.  Off! Ya büluğ çağı, kişilik oturana kadar yaşanan kararsızlıklar - uyumsuzluklar... Tam bir kabus.  Hem bedenen ve hem de ruhen ne depremler yaşar çocuk da, kimse farkına varmaz.

Büyümek içinse bütün bu uğraşlar... E büyüdük işte. Hem de çok büyüdük. Yaşlandık bile.

O halde nedir çocukluğumuza geçmişe duyduğumuz özlem,  yeniden bu deneyimlerden geçmek hiç de cazip olmadığına göre..?

Saflığa, doğallığa, tazeliğe,  gözlerdeki o canlı pervasız ışığa,  hemen hergün yeni birşey araştırmanın ve keşfetmenin insan ruhuna kattığı hazza, geleceğe yani bilinmeyene duyulan sonsuz merak ve heyecana, ve hayallerimize  özlem duyuyoruz sanırım...  Hangi ortamda yaşıyor olursak olalım sınırsız hayallerimiz vardı hani.  Gerçek dünyayla tanışalı; " piyangodan para çıkarsa bahçe içinde havuzlu bir ev alırım" ya da  "yurt dışına tatile giderim" den öteye geçemiyor genelde hayallerimiz.  Bir film yıldızı olmayı hayal edemeyiz artık mesela.

Yaşanmışlıklar biriktirdik bir ömür. Acılar - sevinçler,  umutlar - umutsuzluklar,  coşkular - hayal kırıklıkları biriktirdik, bir de sevgiler nefretler.  Beynimizin yüreğimizin bir köşesinde paslı sandıklarda saklı duruyor hepsi. Hatırlamak istediklerimizi çıkarıyoruz ara sıra,  döküyoruz ortaya,  teselli buluyoruz. Ya hatırlamak istemediklerimiz...  Onları taa diplere itekliyoruz en günyüzü görmeyecek karanlık köşelere.  Unutuyoruz, öyle sanıyoruz...

Yalnızca beynimiz yüreğimiz mi taşıdı bu birikimleri, yalnızca onlar mı yoruldu taşıdığı bunca yükün ağırlığından..?  Ya bedenimiz, gözlerimiz  yüzümüz ellerimiz kolumuz bacağımız...  Onlara da ağır geldi  zaman.  Sessizce feryat ettiler, ince - kalın, yumuşak - derin çizgilerle.  Hayat,  yeni bir çentik attı,  yeni izler bıraktı  vücudumuza her yaşanmışlığın ardından. O izlerdir değil midir, bizi bugünlere taşıyan, bizi biz yapan..?

İnsanın yaşamını belirleyen seçimleridir derler.  Bize sunulan başka seçenekler de olmuştur zamanında.  Onları tercih etseydik bugün hayatımız nasıl olurdu, bunu bilmemiz hiç mümkün değil.

Seçtiğimiz hayatı yaşıyoruz engel olamadığımız gelişmeler dışında, öyle ya da böyle.  Nereye kadar devam edeceğini, nerede son bulacağını bilmeden.

Ve aynı hayatı yaşıyoruz;  hem bugünkü bizler,  hem dünkü o çocuklar...

9 Ocak 2012 Pazartesi

KOCA CEVİZ AĞACI ve O SERÇE YUVALARI

Anneleri arkalarından seslendiğinde onlar yamaçtaki ceviz ağacına doğru koşmaya başlamışlardı çoktan. Duymadılar, "elinizdekileri yeyin de öyle oynayın" diye seslendiğini.  Kan ter içinde kalmıştı küçük kız kardeşini geçip ceviz ağacına ilk dokunan olmak için. Son bir hamle yaptı tepeye yaklaştığında dili bir karış dışarda. Tam da elini uzatmıştı;  koca gövdeli,  dalları gökyüzüne kadar uzanan, koyu gölgeli yaşlı ceviz ağacını kucaklamak için.  Kardeşinin,  örgülü saçlarından tutup çekmesiyle yere yuvarlandı.  Hem yarışı yine kaybetmiş olmanın hırsı,  hem de canı yandığı için tepine tepine ağlıyordu  yemyeşil çimenlerin arasına kafasını gömmüş ama reçelli ekmeği yere değmesin diye kolunu upuzun yukarı kaldırmayı unutmadan.  "Hemen de ağlarsın sulugöz.  Ben erkekim akıllım beni geçemezdin ki zaten. Hep ben birinci olmuyor muyum..?"  diyerek elini uzattı kalkması için, bir yaş küçük ama daha iri, azıcık hınzır, çokça da yaramaz kardeşi.

En büyük,  belki de tek eğlenceleriydi babalarının öğretmenlik yaptığı bu köyde, lojmanın karşısındaki  yemyeşil tepede,  annelerinin anlattığı masallardaki devleri andıran,  tek ve kocaman ceviz ağacının serin ve koyu gölgesinde oyun oynamak.  Rüzgarın uğultusuyla gizemli sesler çıkaran yapraklar küçük kızın ürpermesine neden olsa da bazen,  yine de orda olmayı severdi.  Kimi zaman da ağacın altında çimenlere uzanıp gözlerini kapatır,  yaprakların hışırtısını dinlerdi bir ninni dinler gibi.

"Aaa bak! " dedi kardeşi, ilerdeki yıkık kerpiç evi göstererek.  "Kuşlar yuva yapmışlar. Hadi gidip bakalım." "Hayır! Ben korkuyorum o evden" dese de dinletemedi kardeşine. Belki merak da ağır bastı biraz.  Bir kısmı yıkılmış duvarın dibinde,  kerpiçler üst üste yığılmış bir tümsek oluşturmuşlardı. Bu tümseğin üstüne tırmanıp, evin tavanını oluşturan  çürümeye yüz tutmuş sıra sıra kalasların arasına elini sokup bir yumurta çıkardı çocuk. "Bak abla! içinde kuş var" Güneşe tutmuştu yumurtayı.  Kardeşinin uzattığı yumurtanın içinde gördüğü gölge minicik bir serçe yavrusu olmalıydı gerçekten de. "Kırayım mııı..?" dedi, güneşten ve harcadığı efordan kıpkırmızı olmuş suratına yerleştirdiği hain gülücükle.  Küçük kız Ağlamaya başlamıştı  "Tamam bee! yine başladın, koyuyorum işte yerine..."   "Bak! burada bir yavru varrr! Yeni doğmuşş ..."  demesiyle elini başka bir yuvaya daldırması bir oldu.  Henüz tüylenmemiş koca gagalı minicik bir et parçası avucunda titreyip duruyordu.  Yine yalvarmaya başladı küçük kız kardeşine yavruyu yerine koyması için. Tepelerinde çaresizlikle uçup duran anne serçe olduğunu düşündüğü serçeyi göstererek. Nihayet kardeşi yavruyu yerine koyarak indi aşağıya.

 Ertesi gün,  serçelere  ellerindeki reçelli ekmeklerinden vermek için eski eve geldiklerinde, ne yumurta ne de yavru serçe yoktu yuvalarında...  Bir kedi yalanıyordu iştahla duvar dibinde ...

***

Altı - yedi yaşlarındaydık sanırım...  Çok üzülmüştüm.  Hala o serçe yumurtasını ve tüysüz serçe yavrusunu hatırlarım zaman zaman.  Ve o yıkık kerpiç evi.  Suçlanırım,  biz  dokunmasaydık belki de o kedi farketmeyecekti kuş yuvalarını diye...

2 Ocak 2012 Pazartesi

KAVUŞMA ...

Halsizdi nicedir.  Yaşlı...

Güçsüz bacakları taşımakta zorlanıyordu yorgun bedenini.

Doğruldu oturduğu yerden son bir çabayla...  Sendeledi...

 Bir el uzandı karanlığın içinden,  tutundu.  Tanıdıktı...

 Kuş gibi hafifledi. Yürüdü,  iki kömür karası gözün peşi sıra.

 Kayboldular elele sisler arasında.

 Artık,  mutluydu ikisi de...