29 Ekim 2011 Cumartesi

29 EKİM'DE ANITKABİR' DE OLMAK



Anıtkabir'deydik bugün. Çiçeklerle bezeliydi her taraf.  Ve insanlar;  aydınlık yüzlü, güzel, mutluydular kendilerini en güvende hissettikleri Ata'larının huzurunda.





















Ahh! Atatürk resimleri, bayraklar ve balonlarla donatılmış yüzden fazla ( wolksvagen ) vosvos' un Anıtkabir'e Ata'yı ziyarete gelirkenki muhteşem şovlarını paylaşmak isterdim sizlerle ama fotoğraf makinemin şarjı bitmişti :(



28 Ekim 2011 Cuma

BİR CUMHURİYET BAYRAMIYDI ...

Bugündü ;  dolabından çıkarıp balkona astığın  kocaman  al bayrağını.

Estesi gün bayramdı .

29 Ekim 1923 te cumhuriyet ilan edilmiş,  "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Ulusundur..." denmişti.

En büyük bayramdı bu bayram...

CUMHURİYET BAYRAMI ...

Her bayramda olduğu gibi ;

çıkardın dolabından,  yıkanmış ütülenmiş itinayla katlanmış,  bir sonraki bayrama kadar saklanmış

bayrağını .

Öptün okşadın önce .

Gururla astın sonra, balkonuna boydan boya.

Dalgalansın  şanla şerefle vakurla diye...

O sabahtı CANIM BABAM .

 O bayram sabahı ...   Gittin ...

Seni alıp götürdükler el üstünde ebedi mekanına ...

***

İşte bundandır ;

her Cumhuriyet bayramı' nda hüznü ve coşkuyu bir arada yaşamam ...

Bundandır ki ;

Babam Cumhuriyet,  Cumhuriyet Babamdır benim ...

Geçilir mi hiçbirinden ..?

***

Bayrağın her bayramda dalgalanır balkonumda ...

Ama artık yalnızca bayramlarda değil ne yazık ki .

Biliyor musun BABAM..?  Bu taptığın ülkenin üstünde kara bulutlar dolanmakta şimdilerde .

"Ben varım,  buradayım dünya durdukça dalgalanacağım, silin ağzınızdan akan salyaları soysuzlar ..."

demek içindir,  balkonumdaki  bayrağın varlığı bazen  ...

SEN YATTIKÇA TOPRAĞINDA ,  CUMHURİYET VAROLSUN BABAM ...

24 Ekim 2011 Pazartesi




Ve öyle bir yazgıdır ki yazılan, bu ulusun alnına

aynı kalemle ...

kırılası ...

***

3 ŞEHİDİMİZ VE 6 YARALI ASKERİMİZ VAR BUGÜN DE, HABERLERDE BAHSİNİ GÖRMEDİĞİMİZ.

MEKANLARI CENNET OLSUN ŞEHİTLERİMİZİN.  YARALI ASKERLERİMİZE ACİL ŞİFALAR DİLİYORUM .


VAN' DA Kİ 7'2 LİK DEPREMDE HAYATINI KAYBEDEN VATANDAŞLARIMIZA ALLAH'TAN RAHMET, GERİDE KALANLARA SABIRLAR VE KOLAYLIKLAR DİLİYORUM .

16 Ekim 2011 Pazar

BİR NEFES MUTLULUK ( 6 )

Pembe pancurlu değildi evleri.  Pembe boyalıydı gerçi.  Yer yer boyaları dökülmüş rengi solmuş, duvarlarında yol yol çatlaklar oluşmuş, damı akan, menteşeleri pas tutmuş pencerelerinden birinin camı kırık ve gazete kağıdıyla kapatılmış olsada, sevgiyle çarpan iki yüreği barındırıyordu pekala. Başkaca hayali yoktu ki zaten genç kadının.  Seviyordu imam nikahlı kocasını. O'nunda kendisini aynı aşkla sevdiğini sanıyordu, başkasına aşık olduğunu söyleyip, çaresizliğini umursamadan çekip gidene kadar...

Karnındaki bebekle gözleri yaşlı,  parasız ve büyük bir hayalkırıklığı ile ablasının kapısını çaldığında henüz onaltı yaşındaydı kadın.

Birgün,  haber bile vermeden  ipsiz sapsız bir gencin peşine düşüp giden kız kardeşine çok kızgındı ablası. Şimdi de karnında bebesiyle karşısına dikilmişti.  Olacak iş değildi.  Hadi kendisi kabul etti diyelim,  kocasına bunu nasıl kabul ettirebilirdi.  Üç kuruşluk geliriyle dört boğaz doyuruyordu adamcağız, o da yarı aç yarı tok.  İki boğaza daha bakamazdı.  Kardeşi o çocukla kaçtığından beri konu komşunun dedikoduları çalınıyordu kulağına bir de.  Yerin dibine giriyordu utancından.  Yanlarında kalması mümkün değildi. Oturup konuştular, sonunda karar verdiler.  Palas pandıras mahalledeki  kimsesiz dul orta yaşta bir adamla kızı evlendirip köydeki ninelerinin yanına yolladılar.

***

Küçük kızı yaşlı ninesiyle bırakıp  giden  adam,  aradan geçen bunca zaman içinde arayıp sormamış, şimdi karşılarına oturmuş kızını almaya geldiğini söylüyordu.  Neye uğradıklarını şaşırdılar Bahar ve kocası. Ne yapmalıydılar..?  Elif'in üvey babasıydı bu adam ama nüfusta öz babası görünüyordu. Kanunen kızı almaya hakkı vardı.

Aylar olmuştu Elif'i elinden tutup eve getireli. Konuşmuyor da olsa artık neşesi yerine gelmiş sessiz cıvıltılarıyla evi şenlendirmişti.  Hala psikolojik destek alıyordu ve hergün daha da iyiye gittiği müjdesini veriyordu psikologu.  Bahar'ın desteğiyle okuluna da devam etmeye başlamıştı...  Anne babası olmayan, teyzesinin de istemediği  kimsesiz  küçüğün ailesi oluvermişlerdi bir anda.  Şimdiyse bir adam gelmiş kızımı verin diyordu.

İki saattir karşılıklı oturmuş adamı iknaya çalışıyordu karı koca.  Kirden rengi kaybolmuş ceketinin eteği sökük, pantolonunun paçası yırtık gariban görünüşüne bakılırsa kendine bile bakacak hali  yoktu.   "Nasıl bakacaksınız peki kızınıza, neyle geçiniyorsunuz ?" diye sorduklarında, "o benim bileceğim iş, aç mezarı yok ya" diyordu adam sigara içmekten sararmış bıyıklarının arasından pis pis sırıtarak ve ağzında seyrelmiş  uzamış üç beş çirkin sarı dişini göstererek.  "Kızımı verin şikayet ederim sizi" diyordu da başka birşey demiyordu.  Yapabilecekleri birşey yoktu karı-kocanın.  Vermek zorundaydılar çocuğu bu adama ama yoksul olması değil de,  karı-kocayı tedirgin eden başka birşey vardı adamın kan çanağı sinsi bakan gözlerinde.

14 Ekim 2011 Cuma

YANILGILAR YALANLAR YANLIŞLAR

Yaşam,  elinize tutuşturulan yanılgılar yumağını çözmek için debelenip durmak olmalı. Yanıla yanıla deneyim kazanmak,  doğruyu buldum derken yine yanılmakmış yaşam. Bir daha yanılmam, en azından bu konuda dersiniz ama tam da kendinize en güvendiğiniz anda yaşadıklarınızla tüm ezberleriniz bozuluverir.  En başa dönersiniz sınama yanılma yöntemiyle deneyim biriktirmeye.

En çok insanları tanımak konusunda önsezilerime güvenirim/dim.  Artık böyle düşünmüyorum. Yanılmışım... İnsan tanımak hiç te öyle kolay bir iş değilmiş.  Bu kadar değişken, bencil,  kafasının içinde binlerce tilki dolaşıp, hiçbirinin kuyruğunun birbirine değmediği insan ırkını tanımak zormuş,  hatta mümkün değilmiş. Anladım ...

Konunun benimle ilgisi yok aslında.

O gençlerin aşkla bakan gözlerine  inanmıştım, inanmıştı herkes.

Ne kadar mutluydular.. ?  Mutluluk rolü oynana bilirmiş. Mutluluktan uçuşabilirmiş insanın etekleri, mutlu olmasa da. Nerden bilelim ..?

Gençkız, delikanlı, onların güleryüzlü candan en yakın kız arkadaşları,  geçkin patron hepsi de mi rol yapar..?  Yaparlarmış ...

Yanılırmış; anne - babalar, akrabalar ve biz yakın aile dostları.

Güzelliklerden koca bir sorun yumağı yaratılırken uzaktan yakından hiç rolümüz olmadı ama bu düğüm düğüm olmuş sorun yumağını çözmeye yardım etmek için biz yakın dostlara ağır roller düştü.

Yardım etmemiz için  ağladı yalvardı yakın dostumuzun çok sevdiğimiz kızı, babasının O'nu affetmesi için.

Biz se ne yapmalıyız bilmiyoruz çünkü nasıl davranırsak doğru olur emin değiliz ...

10 Ekim 2011 Pazartesi

YAĞ YAĞ YAĞMUR DA !!!

Karar veremedim...  Ben böyle havaları sevmeli miyim ,    nefret mi etmeliyim ..?

Kasvetli  kapalı  ağladı ağlayacak havaları severim birçoklarının aksine ama çoğunlukla  da bu havalar hasta eder beni.  Hasta eder çünkü;   böyle havalarda duramam yerimde atarım kendimi dışarı ...

Dün de;

"Yaşasınn yağmurr..!" dedik, sabahtan başlayıp mıy mıy,  yağıp yağmamak arasında tereddütlü yağmuru gördüğümüzde.  Akşam hızlanmaya başlayınca,  mevsimin ilk yağmuru yağdığında hep yaptığımız gibi attık kendimizi sokaklara. "Ohh! aman da ne güzel de yağarmış ta" diye diye yürüdük bir süre. Biz yürüdükçe,  yağmur hızlandı çoştu da çoştu.  "Olsun noolcek ki,  şeker miyiz eriyeceğiz..?  Ne güzel işte!  yağmur çamur haşır neşiriz, doğayla kucaklaşıyoruz var mı ötesi..?  Yaşasın özgürlükk ..!" nidalarıyla biz şımardık, yağmur şımardı.

Sonunda eve döndüğümüzde sudan çıkmış sıçan gibiydik.

Bu çoşkuyla ben,  gribi henüz tam olarak atlatamadığımı unutmuş olmalıyım.

Ihlamur-kuşburnu ve başkaca aklıma gelen her biişiden yaptığım çaylardan içip duruyorum sabahtan beri, baş ve boğaz ağrısıyla battaniyenin altında büzülmüş  "ahh !off !" diye mızırdanarak ...

"Ee ne demişler akılsız başın derdini ayaklar çekermiş"   yoksa  dersini mi söylemeliydim ..?

8 Ekim 2011 Cumartesi

UYKUSUZLUĞA İSYANIMDIR


Kuytularda saklanmış katran karası düşünceler.

Bir dokunsam,  bini birden üşüşecekler.

Duygular savaş açmış akıl oyunlarına.

Kör kuyularda yağlı iple boğulmuş mantık.

Kirpikler küskün göz kapaklarına

titreşmekte, yorgun, mahmur, nazlıca

Beden uykusuz, mızmız, hasta...

Ve beyinde sigortalar atmış, 

bir curcuna bir curcuna.

Baksana;

cümleler çıldırmış,

heceler bölük pörçük,

kelimeler anlamsız 

uçuşmakta boşlukta.

Rakamlar da isyanda...  hoplayıp zıplamakta;

toplanmış, bölünmüş, çarpılmış da,

sonuç hep sıfırmış

elde hep sıfır kalmış gibi...


Yeterr !!!

uyumak istiyorum, kapatın ışıkları.

n y tartaç

( 8 Ekim 2011 )

Değişen birşey yok... yine yorgun, yine uykusuzum :( :P





Grip arkasından oluşan burun tıkanıklığı ve bu nedenle uykusuz geçen ikinci gecenin sonunda, uykusuzluğa isyanımdır :) :(



7 Ekim 2011 Cuma

BİR NEFES MUTLULUK ( 5 )

Bir Nefes Mutluluk  ( 4 )

Ansızın,  sessiz bir bomba düşmüştü adeta evin orta yerine.  Bir anda hayatlarının akışı değişivermişti... Yaşamlarının bundan sonraki bölümünü doğanın kucağında  geçirmek isteğiyle gelmişlerdi denize dağa üstelik şehre de yakın bu cennet köşesi köye. Tam da çocukları kendi geleceklerine doğru kanat çırpmaya başlamış, Onlar'a geriden izlemek kalmıştı sadece.  Arada kanatları bir engele takıldığında yaptıkları küçük müdahaleler dışında.  E madem bir Köroğlu bir Ayvaz kalmışlardı ve madem en büyük hayalleriydi artık köyde yaşayıp,  doğal beslenmek tertemiz hava çekmek ciğerlerine, o halde tam zamanıydı yaşamlarını değiştirmenin.   Ani bir kararla,  heyacanla ama biraz da bilinmezlikten kaynaklı tedirginlikle buraya yerleşivermişlerdi. Gerçi şehirle bağlantılarını kesmemişlerdi.  Kışları birkaç ay şehirdeki evlerinde yaşayacaklardı.  Daha birkaç ay olmuştu;  çoluk çocuk kaygısı,  sorumluluğu olmadan,  hangi saatte ne yapmak isterlerse onu yaptıkları, sadece ve sadece kendileri için yaşayamaya başladıkları yani;  ikinci baharlarını yaşadıklarını düşündükleri.  Bir küçücük kız girmişti şimdi hayatlarına teklifsizce, ne olduğunu anlamadan...

 Avucunda kaybolmuş, kürdan gibi ince parmaklı titrek çocuk elini hatırlıyordu yalnızca.  Bir de sıcaklığını...  Küçük,  çaresiz ve artık,  akrabaları yanlarında istemediği için şu koskoca dünyada yapayalnız kalmış bu çocukla birlikte ne zaman eve gelmiş olduğunu hatırlamıyordu bile Bahar.

O derin mavi gözlerini ayırmıyordu yine Bahar'dan  Elif'cik ama bu kez yabanıl bir merak yerine çaresiz bir kabulleniş vardı sanki o gözlerde. Bu evde yaşamayı, başka çaresinin olmadığını kabulleniş. Yine sessizdi hiç konuşmamıştı.  Hatta varlığıyla yokluğu bile belli değildi, sadece Bahar'ın eteğinin dibinden ayrılmıyor gölgesi gibi nereye gitse takip ediyordu.

***
Yaşamlarını yeniden şekillendirmeliydiler bu davetsiz misafire göre.  Üstelik konuşamayan, hakkında neredeyse hiçbirşey bilmedikleri bu misafire göre.  Köylüler de pek birşey bilmiyorlardı, üvey babasının bir süre önce çekip gittiği ve bir daha gelmediği,  aşağı yukarı o zamanlara denk bir süreden beridir de küçük kızın hiç konuşamadığı dışında.

Daha önce konuşabildiği hatta diğer çocuklarla birlikte okula başladığı halde ne olmuştu da artık konuşamıyordu küçük Elif.  Ninesinin ölümünde bile iki damla yaş görmedikleri o güzel gözlerindeki keder, bakanı,  karanlık girdaplar gibi içine çekiyordu. O'nun bu suskun feryadına dayanamadı karı-koca. Böyle eli kolu bağlı oturamazlardı .Birşeyler yapmak gerekiyordu...  Götürdükleri doktorun,  sorunun fiziksel bir rahatsızlıktan kaynaklanmadığını tamamen psikolojik bir nedene bağlı olduğunu söylemesi üzerine  gittikleri psikolog;

"Psikolojik bir travma yaşamış.  Üstüne gitmeyin ve konuşması için israr etmeyin.  Sağladığınız güvenli ortam ve terapilerimiz yardımıyla zamanı geldiğinde konuşacaktır. Yeter ki O'ndan sevgi ve ilginizi esirgemeyin"  dedi.

4 Ekim 2011 Salı



Hastayım hasta canım istiyor pasta


demeyeceğim


ne pasta görmek istiyor gözüm


ne de,  ıhlamur kuşburnu ve sair içecekleri.


İçim dışıma çıktı sıvı tüketmekten


hiç faydası yok.


Grip frene basmadan devam ediyor 7 gününü tamamlamaya



1 Ekim 2011 Cumartesi

BİR NEFES MUTLULUK ( 4 )

Bir nefes mutluluk    Bir Nefes Mutluluk  ( 2 )    Bir Nefes Mutluluk  ( 3 )

Geniş bahçedeki iki çam ağacı arasına kurdukları hamakta,  kucağında kitabı uyuyakalmıştı Bahar. Gözlerini açtığında, yanıbaşındaki iki iri gözün meraklı bakışıyla irkildi.  Engin denizlerin mavisi hatta laciverti kadar derin, koyu mavi bu gözler,  biran delip geçti  sanki kadını.  "Hay Allah kaçtı..."  dedi sıkıntıyla.  Yine ürkütmüştü işte küçük kızı.  Oysa kaç gündür  her yaptığını gizlice izleyen ama farkedildiği anda kaçıp o gün için bir daha görünmeyen bu küçük kıza yanaşmanın bir yolunu arıyordu. Dostluk kurmak için denediği birkaç başarısız girişimden sonra yaklaşımın küçük kızdan  gelmesinin daha doğru olacağı kanısıyla,  O'nu farketmiyormuş gibi davranmaya karar vermişti. Kız kendini güya, ya bir ağacın, ya alçak bahçe duvarının ardına saklayıp saatlece izliyordu Bahar'ı hatta evdeki her hareketi.  Bu kadar  yaklaşmışken yine kaçırmıştı.  Bugün artık hiç görünmezdi ortalıkta...
"Yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu görüyorum sık sık evin etrafında, çok zavallı bir hali var, üstelik hiç konuşmuyor. Kim bu kız, tanıyor musunuz?" diye sordu Bahar ertesi gün köydeki tanıdıklarına.
 "Ha O'mu" dedi komşu kadın. "Bizim köyden değil, şu görünen köyde ninesiyle oturur. Üvey babası vardı yanlarında bir de.  Geçen yıl bir anda yok oldu adam.  Şehre gitti dediler. Bir daha da gelmemiş.  Köylülerin yardımıyla geçinir fukaralar. "Konuşurdu O" dedi bir başka kadın.  "Konuşurdu eskiden, bir hastalık geçirmiş, arkasından da böyle sus pus olmuş.  Her denileni anlar çok ta akıllıdır ama konuşamaz işte zavallı..."   Öteki köyden buraya kadar geliyordu demek hergün diye düşündü Kadın...

Aradan birkaç gün geçti. Gözleri etrafı taradı durdu Bahar'ın ama ortalıklarda görünmüyordu kızcağız.  İyice meraklanmıştı ...

O gün sabah yürüyüşlerini o köye doğru yapmaya karar vermişti karı koca, belki küçük kızı görmek isteğiydi ayaklarını oraya doğru sürükleyen.

***

Daha dün gibi hatırlıyordu o sabahı Bahar. Ninesinin cansız vücuduna sarılmış uyur vaziyette bulmuşlardı küçük kızı. Omuzuna dokunup şevkatle saçlarını okşayarak, sıcacık yumuşacık yatağından, mutlu rüyasından  uyandırıyormuş gibi uyandırmıştı küçük kızı, yaşadığı kabustan.  Çocuk o masvami gözlerini bu kez kaçırmamış,  uzun uzun gözlerine dikmişti bakışlarını önce.  Sonra belli belirsiz bir gülümseme belirmişti yüzünde, Bahar'ın boynuna sımsıkı kilitlerken kollarını.