29 Mayıs 2010 Cumartesi

ÖNCE HAYALLER ÖLÜR




image


Önce hayaller ölür

birer ikişer.

Sonra sen…

Önce sesin sonra gözlerin silinir sevdiklerinin gözlerinden..

Hiç iz kalmaz geriye maziden;

ne senden

ne sevdiklerinden özlemlerinden.

Ne umutların olmuştur hiç

Ne bir coşku ne de heyecan yaşamışsındır yüreğinde…

Hiç sevmemiş sevilmemişsindir sanki…

Önce hayaller ölür…

Sonra;

umutlar

sevdalar

aynadaki hayalin…

Ve sonra sen..


      nurten y tartaç

“İNSAN HAYAL ETTİĞİ SÜRECE YAŞAR”   hayallerinizi sınırlamayın

27 Mayıs 2010 Perşembe

BARDAĞI YERE BIRAKIN BUGÜN

 

 

image

 

 


Profesör elinde içi su dolu bir bardak tutarak dersine başladı.Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ...ve ardından sordu.

 

 

-"Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?

 

 

50gm!' .... '100gm!' .....'125gm'..diye öğrenciler yanıtladı.

 

 

-"Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem, " dedi profesör, "ama, benim sorum şu ki : "Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?"

 

 

-'Hiçbir şey' diye yanıtladı öğrenciler.

 

 

-"Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?" diye sordu profesör bu kez.

 

 

-"Kolunuz ağrımaya başlardı efendim" diye öğrencilerden biri yanıtladı

 

 

-"Haklısın, peki  1 gün boyunca tutsam ne olurdu?"

 

 

-"Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!".

 

 

Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler.

 

 

-"Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?"diye sordu profesör.

 

 

-"Hayır." diye yanıtladı herkes.

 

 

-Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?

 

 

Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.

 

 

-"Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?" diye tekrar profesör sordu.

 

 

-"Bardağı bırakın düşsün!" diye öğrencilerden biri yanıt verdi.

 

 

-"Kesinlikle! " dedi, profesör.

 

 

"Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar.Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur. Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir, fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi). Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her sorunla başa çıkabilecek güçte olursunuz!

 

 

"Bardağı yere bırakın bugün!"

 

 

(bu yazıyı int te okudum çok hoşuma gitti. Paylaşmak istedim.)

  

…………………………………….

   

Günler ve geceler boyunca önemli olduğunu sandığım bir sorunum,  beynimi kemirip duruyordu. ‘Bardağı yere bırakmayı’ da başaramıyordum.  Bu nedenle uykusuz geceler geçirdim. Hastane fobim yüzünden  doktora da gidemiyordum. Sonunda ailemin huzurunu kaçırmaya başlayınca doktora gitmek zorunda kaldım.

   

Beni bunca zaman yeyip bitiren şeyin;  çok önemsiz, son derece basit birşey olduğunu öğrendim.

   

Sizin de  hayatınızda;  içinden çıkamadığınız sorunlarınız var, sürekli düşünüyor ama değiştiremiyorsanız, üstelik ‘bardağı yere bırakamıyorsanız’  bir uzmana bir bilene danışın derim… Kim bilir belki de büyüttüğünüz kadar önemli değildir…

23 Mayıs 2010 Pazar

RÜYALAR ve GERÇEKLER …

 

 image

 

 

 

İki katlı bir evin balkonundan koca bir paket ve fotoğraf albümü atıyor çocukluk arkadaşım Zehra, oğlu Yılmaz’a. Yılmaz peşimden koşturuyor.

 

“ Teyze, bu albümdeki fotoğraflara bakmanı istedi Annem”

 

“Bakamam, şimdi.  Gitmem gerek geç kaldım, başka zaman geldiğimde bakarım”

 

“Sonra olmaz.  Al götür, baktıktan sonra ben gelir alırım”

 

 

“Allah Allah,  bu da ne şimdi, şartmı bakmam.”   Zaten koca bir paket vermiş kucağıma ne olduğunu bilmediğim…   Albümü  alayım derken düşüyor.  Kat kat uzayıp giden çarşaf gibi birşey oluyor.  Bu sefer iyice kızıyorum ama sesimi çıkarmadan torlayıp toparlayıp alıyorum kucağıma.  Eve kadar nasıl taşıyacağım şimdi ben bunları diye söylene söylene  gidiyorum.

 

 

……………………………

 

 

Ulus’ta Şehir çarşısı’nın önünde kaldırımda yürüyorum. Hava kararmış sokaklar bomboş. Sağa sola bakmaya korkarak, ürkek ürkek yürürken, kırmızı spor bir araba duruyor yanımda.  Ben iyice korkup kaçmaya başlıyorum.  Araba caddede patinaj yaparak kendi etrafında dönüp hızla uzaklaşıyor.

 

 

…………………………………..

 

 

Dün kuzenime gittim. Evden çıktığımda hava gayet güzeldi. Şemsiye almamıştım dolayısıyla yanıma. Balgat’a geldiğimizde bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı.  Minibüsten indiğimde ise, artık kovadan, şarr diye boşalıyordu yağmur. Spor pabuç giymeye alışık ayacıklarıma giymişim topuklu ayakkabıları, yağmurun oluşturduğu göl ve ırmakçıklara bata çıka yürüyeceğim diye uğraşıyorum.  Bir taraftan, şık şıkıdım incecik  giyinmişim üşüyorum. ( Neyse ki, akşam dönüşümü düşünerek keten astarsız yazlık bir ceket almıştım yanıma.)  Minibüsten inince çantamı başımın üstünde  tutarak  yürürsem ıslanmayacağımı mı sandım bilmem.  Caddenin karşısına geçene kadar sırılsıklam olmuştum. Bir araba durdu yanımda.  Camı hafifçe açan bayan “ıslanmışsınız gideceğiniz yere bırakalım buyrun” dedi. Hiç ikiletmeden öyle bir atlayışım var ki arabaya…  Kuzenimle aynı apartmanda, üst çaprazında oturuyorlarmış tesadüfen.  Karı koca ud kursundan geliyorlarmış.  Çölde su bulmuş bedevi gibi mutlu etti bu iylikleri beni. Binlerce teşekkür ettim…

 

 

……………………………….

 

 

Şimdi bir çingene mahallesindeyim. Evime gitmek istiyorum ve  bunun için dolmuş durağı arıyorum. Yine hava karanlık ama sokaklar çok kalabalık.  Kara suratlı kara gözlü insanlar dolu etrafta.  Burası hiç bilmediğim bir semt nasıl geldim ben buraya diye düşünüyorum korku içinde.  Kirli suratlı boncuk gözlü bir oğlan çocuğu “durak şurası teyze” diyor.  Durakta beklemeye başlıyorum ama ortalıkta ne bir minibüs ne başka bir araç var, yalnızca  insanlar.  Bir de bakıyorum çantam, cüzdanım yok, çaldırmışım. Ne yapacağımı bilemeden yürüyerek tanıdık bir yere ulaşmaya çalışıyorum.

 

 

…………………………………

 

 

Ailecek iyice alıştık, sürekli birşeylerimizi çaldırıyoruz.  şu  yazımda  evimizin soyulduğunu anlatmıştım.  Bir ay kadar önce Mert Türkiye turnesine çıkmıştı. şurda  Eskişehir’de konser verirlerken kuliste çantasından mp3 ve cüzdanı çalınmış ve cep teleponunu da parçalamış atmış hırsız (modelini mi beğenmedi ne? ) Cüzdanıyla birlikte;  nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, öğrenci kimlik kartı da gitti tabii…   “Olsunmuş” rüya gibi geçmiş konser :)  Dedim ya alıştık biz, doğal gelmeye başladı artık :(:)

 

 

………………………………….

 

 

Garip, içi içe hangi evin nerde başadığı hangi evin nerde bittiği belli olmayan evlerin içine dalıyorum.  Maksadım, bir evden ötekine geçerek bu mahalleden çıkmak ve bildik bir yerlere ulaşmak.  Kafe gibi bir yerde oturan kızlı erkekli bir grub gözüme çarpıyor. Öyle neşeliler öyle mutlular ki korkumu unutup onları izlemeye başlıyorum.  Sonra bir anda onların yanında kalmaya karar veriyorum. Çingene bir genç kız beni evine götürüyor. Evi inceliyorum;  kir pas içinde sıvaları dökük bu eski ev çok hoşuma gidiyor.  Ne sıcak ne sevimli bir yer diye düşünüyorum.  Tam;  tahta bir merdivene tırmanıyordum ki,  karşı damda kurdukları yer sofrasında yemek yemek için…

 

 

Mutfaktan “ kahvaltı hazır hayatımm! “ diye seslenen Merih’in sesiyle uyandım.

 

Deerrrmişimm !!!

 

 

Hah  hah ha ha…

 

(Bu kahkaha, bu son satırları okuyan Merih’in söyledikleri üzerine atılmıştır:))

21 Mayıs 2010 Cuma

Kafam Karıştı

 

 image

 

 

 

Şurda oturayım hanım hanımcık suya sabuna dokunmayan yazılar yazayım kendi çapımda , girmeyeyim siyasi konulara diyorum.  Diyorum da sağım solum, önüm arkam siyaset ve benim kafam çok karıştı.

 

 

Oturttular bizi koltuklarımıza yine çıktılar sahneye oynuyorlar bakalım…

 

 

Oyuncular:  Aynı…

 

 

Yazan:  Belli değil. Dış kaynaklı bir oyun olabilir. Belki de, çok içimizden biri. Ya da dış kaynaklı, içerden destekli ama akp değil gibi.  Neden olsun ki?   Bindikleri dalı keserler mi?  Ne güzel götürüyorlardı işi.  Kılıçdaroğlu işlerine gelir mi..?   Yıllardır chp de değişim bekleyen, bir türlü gerçekleşemediği için partisinden uzaklaşmış küskünler var. Bu değişim herkes için yeni bir umut.  Birçoğu geri dönecek partisine.  Bunu akp de biliyor, bu durum onların işine gelir mi?  Ben sanmıyorum, evinde oturan kendi halinde bir  kadın olarak, hiç te mantıklı gelmiyor  bana. Üstelik sanki, yalnızca Baykal’ı bitirmek için değil de, akp yi de bitirmek için oynanan bir oyun bu…  ( sadece benim fikrim )

 

 

 

Konu:  Kaset.  Kaset komplo, evet ama birşey var belli ki...  İyi de yaşamayan kaç kişi vardır ki  ‘oralarda’  benzeri durumları?  Baykal gereğini yaptı ve istifa etti.  Dönmeyi ummuş muydu?  Kimbilir?  Bence evet.  Bu başka yüzü olayın…

 

 

 

Kılıçdaroğlu bir gün önce aday değilim demişti. Peki ne oldu ki, ertesi gün, hemen ertesi gün, partinin  Baykal’a en sadık üyelerini de arkasına alıp adayım dedi ve nasıl oldu da yılların kemikleşmiş kadrosu bu kadar kısa zamanda  ikna olup Kılıçdaroğlu dedi? Peki kötü mü oldu?  Hayır, bence çok iyi oldu.

 

 

 

Kılıçdaroğlu daha parti başkanlığına bile seçilmemişken, hem kendi söylemlerinde ve hem de daha düne kadar muhalif bir sesi ekrana taşımayan birçok kanalda aynı anda  saatlerce Kılıçdaroğlu  ile ilgili programlar yapılmaya başlandı. Sanki lider olmuş yarın seçim var ve seçimden birinci parti olarak çıkacağı kesin gözüyle bakılan bir parti başkanı gibi.  Bu jet hızındaki değişikliğin anlamını çözemiyorum.  Bu gelişmelerden şikayetçi miyim?  Hayır…

 

 

 

Ama sanki biri sahnenin arkasına geçti aldı eline ipleri, oynatıyor ve biz de oturmuşuz rahat koltuklarımıza izliyoruz merakla…

 

 

 

Dedim ya kafam çok karışık.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

ATATÜRK’Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI

 

 

Ataturk-un Genclige Hitabesi

 

 

Aydınlık yarınlar için umudumuz olan gençlerimizin ve hepimizin bayramı kutlu olsun

Ve… Mutlu Son ( Düğün )

 

 

SDC11612  

 

                               İyi günde kötü günde

 

                               Hastalıkta ve sağlıkta

 

                               Ölüm sizi ayırıncaya kadar

 

                               ……………

 

                              diye devam etti nikah memuru,  her nikahta olduğu gibi

 

                              “EVET” dedi Ayci

 

                              “ EVET” dedi Mesut

                               

                               söz verdiler, mutlulukla, aşkla

 

                               Ömür boyu birbirlerini sevip sayacaklarına

 

 

Eline evlenme cüzdanını alan Ayci,   “güç bende artık”  derken :))

 

 

 

Salonu  minik yeşil aksesuarlarla süslemişti Sünter.  Her ne kadar istediği gibi olmadığı için üzülse de bence masalar ve salon çok şıktı.

 

Masamızdaki,  yeşil çiçeklerle süslü şamdan ve  Ayci ve Mesut’un fotoğrafları mandalla iliştirilmiş, şirin minik şeker poşeti.  Yeşil bir elmaya, toplu iğne batırılarak tutturulmuş yaprak şeklindeki yeşil kartonda  ‘yasal elma’ yazan elmamı almayı unutmuşum çıkarken:(:)

 

 

image

 

 

Ayci;  sade ve çok şık,  sadece  bir sıra, minik yeşil taşlarla süslü gelinliğinin altına giymek için Ankara’da  yaptırdığı yeşil pabuçlarını,  kına gecesinde oynamaktan şişen ayaklarına giyemedi.

 

 

SDC11643        SDC11659

 

 

SDC11626

 

Siyah şapkasıyla Mesut sıra dışı çok şık bir damattı

 

Ve fasıl heyeti

 

SDC11639

 

 

SDC11656

 

Bu fasıl heyetine bayıldım muhteşemdiler. Hele de klarnetçi…   Hüsnü (Şenlendirici) de ben klarnet ustasıyım demesin hiç:)  Aman bir çaldılar bir söylediler sormayın.  Ne onlar çalıp söylemekten bıktı ne biz dinleyip eşlik etmekten.

 

Henüz eğlence devam ediyordu ama bu kez işimizi sağlama alıp feribotu kaçırmamak için Alper’le ben ayrıldık düğünden…

 

Bir ömür boyu mutluluklar diliyorum sevgili AYÇİ VE MESUT’a

 

Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine…  diye de bitiriyorum:)

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Yolculuk - Bir Kına Gecesi - Ve Bir Düğün

 

    Ne kadar  uyuduğumun farkında  bile değilim.   Gözümü açtığımda, Orta Anadolu’nun bozkırlarını, çıplak dağlarını geçmiş,  iki yandaki  uçsuz bucaksız yemyeşil ormanın  arasındaki  kıvrım kıvrım  yolda ilerliyordu otobüsümüz. Burnumu otobüsün camına yapıştırarak:)   doyumsuz manzaranın her bir karesini içime sindire sindire, o uzunn yolun nasıl bittiğini hiç anlamadan Çanakkale’ye ulaştım. 

 

 

Ev aramam gerekiyordu  kaldığı yurtta birçok sorun yaşayan oğluma  gelecek yıl için.  Ayrıca  vize döneminde bir süre yanında kalıp destek olmak için on gün kaldım Çanakkale’de...  

 

 

Ve Eceabat’ta  sevgili  Sünter’in, biricik güzel kızı  Ayci ile yine blog dünyasından, kişiliğini olgunluğunu çok beğendiğim yakınlığıyla oğlummuş gibi hissettiren Mesut’un düğünlerinde bulundum.  Şahane bir kına gecesi ve düğündü.

 

 

İşte kına gecesinden birkaç ayrıntı…

 

 

  Sadece gelinin değil, aynı zamanda  kına gecesine katılan diğer kadınların da  yöresel kıyafetler giymeleri bir gelenekmiş o çevrede. 

 

 

 

    Annelerin ya da onların da  büyüklerinin, kına gecelerinde giyilmek üzere özenle sakladıkları şalvarları  giymiş  kuzenler ve Alman yenge (mavi şalvarlı)

 

 

 

Yine blog dünyasından,  bir günde tanışıp kaynaştığım aslen İzmit’li şimdilerde Miami’li güzel kızım Moonsun ve gelin(cik) Ayci.

 

 

İtinayla hazırlanmış takı sandığı ve kapağında Ayci ile eşi (artık)  Mesut’un fotoğrafları. Biraz sonra bu şirin kutunun içi düğün hediyesi para ve takılarla dolacak:)

 

 

 

İşte mutluluğun resmi…

 

 

Kuzen  Aysel…  Tek başına bir düğüne yeter. Gece yarısına kadar oynadı,   yetmedi bir de müzik ziyafeti çekti güzel sesiyle.  Gerçi bütün genç kızlar  öyleydi ya…  Bu kına gecesi ve düğünde gördüğüm kadar neşeli kıvrak kıpır kıpır insanı bir arada hiçbir düğünde görmemiştim.  Daha öncekilerin yas yerinden farkı yokmuş meğerse:)  Hiç mi yorulmazsınız, hiç mi biraz da oturayım demezsiniz, bu ne enerjidir ?  Hayran kaldım doğrusu.

 

 

 

SDC11518

 

 

Kına tepsisi (gelinin eline kına yakmak için hazırlanmış)  ve misafirlere dağıtmak üzere hazırlanan minik kına keseciklerinin olduğu süslü şirin sepet.

 

 

 

  

SDC11571

 

 

Vee  geline kına yakılıyor…

 

 

SDC11588

 

 

Kına yakma merasimi bittikten sonra, tabanları oynamaktan şişen ( ya da ben öyle sanıyordum:)   genç  kızlar kaldıkları yerden eğlenceye devam ettiler  gece yarısına kadar.   Öyle kaptırmışım ki kendimi bu şahane geceye, feribotu kaçırdım.   Çanakkale’ye gidemedim o gece,  Sünter’lerde kaldım. Zoraki bir konuk olarak çok tedirgin olmuştum.   Beni kırk yıllık dostlarıymış gibi ağırlayan  Sünter’e Annesine  ve tüm aileye sonsuz teşekkürler…

 

 

( Çok yakında :))  Düğünden görüntülerde buluşmak umuduyla…

9 Mayıs 2010 Pazar

ANNECİĞİM !!!

Yine bir anneler günü, ben yine yalnız, ben yine öksüz, yine sensizim Annem.


Özlemin hasretin koca bir dağ gibi oturdu yüreğimin üstüne.


Kilometrelerce uzaktayım Annem, gelemedim ziyaretine. Otlarını temizleyip kuşlar için su koyamadım. Başucuna oturup taşını okşayarak dertleşemedim seninle.


Anlatamadım neler oldu sen gideli.


Kocaman oldu torunların onlar da özlediler seni. Tombul yanaklarını... Mert seni görmüş dün gece rüyasında, ellerini öpmüş. Telefonda anlattı. Ağladık ikimiz de...


Seni anmadığımız bir gün geçmedi dört yıldır Annem...


Değişen birşey oldu bu zaman içerisinde; acın yüreğimizin bir köşesinde mıh gibi saplıyken, artık arada gülümsüyoruz, muzip muzip gülerek anlattığın hikayelerini anlatırken birbirimize. Bazen gözlerimizden yaşlar da geliyor ama yalnızca acı olmuyor içimizde, gülmeyi de başarıyoruz seni anarken...


Çok özlüyorum ama. işte bu canımı yakıyor, çok yakıyor. öyle zamanlar da, seni görmek isteği öyle büyüyor ki içimde... Henüz bununla başetmeyi başaramadım. Bunun da üstesinden geleceğim, sana söz veriyorum Annem... Tam da istediğin gibi; ( "sözver üzülmeyeceksin" demiştin ya...) yalnızca mutluluk hissedeceğim ve dudaklarımda gülümseme olacak seni düşündüğümde. Bana biraz daha zaman ver Anneciğim, biraz daha zaman...


TÜM ANNELERİN ANNELER GÜNÜNÜ KUTLARIM




NOT: Sevgili arkadaşlarım, şu anda Çanakkale'deyim. Kaldığım yerde int. bağlantısı iyi değil bu yazımı internet kafe den yazıyorum. Vakitsizlik nedeniyle yorumlarına cevap yazamadığım arkadaşlarımdan özür dilerim.

Hepinizi çok seviyorum...


Yakında bomba gibi haberlerle geliyorum:))

3 Mayıs 2010 Pazartesi

SÜRPRİZZZZ !!!

 

 

Mutlu yaşlar canım arkadaşım

 

yg42

 

 

 

auguri7878

  

 

 

Elimde bu kadar mum kalmıştı idare et:))))

 

 

 

dono

Vee…  bu da hediyen:))

 

 

Liseye başladığım ilk gün tanıdığım canım Ülkü’m;

 

 

Önce; 3 yıl boyunca aynı sırada, ilk gençlik yıllarımızın coşkularını, yürek kıpırtılarını paylaştık.

 

 

Sonra, koca kadınlarken bile eşler ve çocukları uyutup, sabahlara kadar süren, neşeli kahkahaların,  hıçkırıklara karıştığı o uzun gecelerde pekişti dostluğumuz. Yıllanmış şarap gibi…  Yudum yudum kana kana…

 

 

Öyle bir zaman geldi ki sonra;  arkadaş,  dost olmaktan çok  öteye geçtik.  Biz iki kardeştik artık…

 

Öğrendik ki, Kardeş olmak için aynı karında yatmak gerekmiyor…

 

 

Sen değil miydin ?   Telefonda ağladım diye 10 saatlik yoldan çıkıp gelen, hem de oğlun daha küçücükken.  Hem de zor izin alıp iş yerinden.

 

 

Sen değil miydin ?  Hasretini çektiğin kızın için heyecanla İstanbul’a gidip, daha özlemini gideremeden,  hem de ramazanda hem de oruçken Ankara’ya gelip, beni birkaç gün dinlendirebilmek için Annemin yanında kalan, bavulların hastane odasında.

 

 

Kardeşim yapmamıştı kendi Annesine, senin yaptığını :(((

 

 

Öyle zamanlar oldu ki; yol göstermenin ya da fikir vermenin ilerisine geçip hayatına karıştım. Senin için en iyisini istedim, bunu biliyordun.  “Karışma”  bile demedin…

 

 

Başımıza kötü birşey gelirse, çocuklarımızı birbirimize emanet etmedik mi biz?

 

 

Yani  sen;  arkadaş dost en çok ta  Kardeş oldun bana ÜLKÜ’m,

 

 

                           DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN