31 Mart 2010 Çarşamba

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN

 

 

geburtstag3006ta

 

 

Yirmi yıl geçmiş…  Daha dündü oysa…

 

                                                                                                                                                                                   

 

 

Çocuktun ufacıktın…

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne çabuk büyüdün..?

 

 

Evimizin küçüğü, canımın parçası, ikinci mucizem.

 

 

Şimdilerde, özlemim hasretim,yürek sızım…

 

 

Bugün yanında olmak için neler vermezdim ALP’im…

 

 

Çok özledim oğlum çok…

 

 

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN…

25 Mart 2010 Perşembe

Ahh !!! Ah…









Anlatmakla olmaz, yaşamak gerekir bazen, yalnızca yaşamak. Yaşamak ve görmek.

Ne anlatırsanız anlatın, etki etmez

Parçalarsınız kendinizi yanlış yapıyorsun demekten, parçalarsınız da,

bir o bilir ya, nedir doğru.

Anlamaz, dinlemez…

Hayat, İstikbal bu kadar kolay harcanmaz dersiniz.

“Ben geçtim.” dersiniz bu yollardan.

Doğru olduğundan, ben de emindim aldığım kararın.

Yapma ! demişlerdi bana da, dinlememiştim.

Üstelik kendi kararım yüzünden hayatım boyunca “Keşke iki tokat atsan da aklım başıma gelseydi, dönmeseydim yolumdan.” dedim durdum Anneme hep, dersiniz…

Nafile… dinlemez.

KARAR almıştır.

“ Bunun benim için en doğrusu olduğuna eminim. Bu benim kararım ve uygulayacağım.” der.

Yanlış alınmış bir karardır. En azından çok geç.

Çok iyi bilirsiniz…

Çünkü genç olmuşsunuzdur bir zamanlar. Hayat hep öyle olacak sanmışsınızdır siz de...

Yanlış, yapılır, yapılmalıdır. Sonunda doğru bulunur ve onda da karar kılınır nasılsa, diye bilmişsinizdir gençken siz de.

Gençken bilmediğiniz birşey vardır oysa…

Yıllar su gibi akıp, geçip gitmektedir. Bir zaman sonra, koşsanız da yetişemezsiniz artık peşinden.

Ve bir bakarsınız ki arkanıza, hatalar zinciri oluşmuştur peşiniz sıra.

Sizi siz yapan, siz olamadığınız hatalar zinciri…

……………………….

Evet yanlışı düzeltecek akla sahipsinizdir artık mantığa da, içinizde güç ve azim de vardır belki.

Çok farkındasınızdır sizin için ne iyi ne kötü.

Ama artık eksik bir şey vardır ki, hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.

ZAMAN…

Bunu da ancak yaşayınca, yaşlanınca anlarsınız…

Tökezleyerek, düşe kalka…


“Bir musibet bin nasihatten iyidir.” ya da “Kendi düşen ağlamaz.” ya da “Sen koktun ben taktım.” demekten başka elinizden de hiçbir şey gelmez bu durumda. Bırakırsınız zamana…


Mimmm !

Blog arkadaşım  sevgili Jivago  mimlemiş beni çok teşekkürler…

 

 

Mim'in konusu, 2009 yılının neden iyi geçtiğine dair 5 madde...

 

 

İyi geçtiği..? 

 

 

  Oysa 2009’da , hem dünyada hem ülkemizde, ne acılar bitti, ne de savaşlar.

 

 

Üzüldük,kaygılandık, korktuk, tamamen umudumuzu yitirdik zaman zaman, ülkemizde ve dünyada yaşananlarla…

 

 

Tutuklandı kimileri yine, evler işyerleri aranmaya devam edildi, telefonlar dinlendi.  Kazılar yapıldı silahlar bulundu bir yerlerde.

 

 

Yine  şehit düştü gencecik fidanlar.  Analar yine ağladı…

 

 

Zamlar hiç ara vermedi.  Gizli açık zam üstüne zam yapıldı.

 

 

Ekonomik kriz… Açılım …  Yeni Anayasa paketi…

 

 

Hergün biri bitmeden öteki başlayan flash gelişmelerle serseme döndük  2009’da da.  Doğruyu yanlışı birbirine karıştırır olduk. Toplum olarak ruh sağlığımız bozuldu…

 

 

Bütün bunlardan ayrı ( ne kadar ayrı olabilirse)

 

 

Kişisel olarak düşündüğümde; evet iyi geçti

 

 

Ben ya da ailemden herhangi biri önemli bir sağlık sorunu yaşamadı

 

 

Hatta; asla ummadığımız,  mucize diyebileceğimiz bir olay bile yaşadık ailecek.

 

 

Küçük oğlum üniversiteye başladı.

 

 

Onun dışında önemli bir farkı yoktu …… 2007, 2008  yıllarından, 2009 yılının.

 

 

Farkındayım 5 madde olmadı.  Neden kötü geçti dense çok daha fazla madde sıralayabilirdim korkarım…

 

 

Tekrar teşekkürler sevgili Jivago.

20 Mart 2010 Cumartesi

YAŞLILARA SAYGI HAFTASI (18 - 24 Mart)

 

 

Ülkemizde her yıl  18–24  Mart tarihleri arası  "YAŞLILARA SAYGI HAFTASI"  olarak kutlanmaktadır.

 

 

Yaşlılık,  hayatın en özel dönemidir.  Geçmişimizle geleceğimiz arasında köprü görevi gören yaşlılarımız,  kültürümüzü, gelenek göreneklerimizi hatta tarihimizi yarınlara taşımamızı sağlayan en değerli varlıklarımızdır. 

 

 

Herhangi bir şekilde ailesi tarafından bakılamayan yaşlılara hizmet devlet tarafından, Huzurevlerinde sağlanmaktadır.

 

 

Ömrünün en enerjik ve büyük bir bölümünü ailesine  topluma ve ülkesine hizmetle geçirmiş insanların, yaşlanıp bakıma muhtaç duruma geldiklerinde, insan onuruna yaraşır bir biçimde bakılmaya hakları vardır.  İlgiyle sevgiyle, değer vererek…

 

 

 SDC11313

 

 

 SDC11263

 

UNUTMAYALIM Kİ, HEPİMİZ BİR GÜN YAŞLANACAĞIZ  (eğer; o kadar  şansımız varsa…)

 

 

 SDC11255

 

 

"Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu;  o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Geçmişte çok güçlüyken, tüm gücüyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, geleceğe güvenle bakmağa hakkı yoktur."

 

                                                                           Kemal Atatürk

 

 

Huzurevinde böyle kutlandı yaşlılar haftası…

 

 

 SDC11253 

 

 

 SDC11277

 

 

 

SDC11256 

Önce, seymenler muhteşem oyunlarını sergilediler.

 

 

Sonra da; müzik eşliğinde bir güzel oynayıp eğlendi, huzurevi sakinleri hemşireler bakıcılar ve davetliler…

 

 

 SDC11269

 

 

 

 SDC11281 

 

 

 

SDC11299

 

 

 

Yukardaki fotoğraftaki ufacık tefecik Ayşe Teyze’nin kazağına uygun seçtiği takıları ve elindeki kırmızı karanfili başının üstünde çevirerek dans edişi çok hoştu:)

 

 

Varsın beden yorgun düşsün yılların yükünden.

 

Gözlerde fer sönmüş, saçlar çoktann beyaza kesmiş olsun varsın

 

Ne çıkar yüzde derin çizgiler çizmişse zaman.

 

Mevsimlerden karakış, hava kar tipi ayazsa ne farkeder?

 

Gönül 18 inde ve bir kuş gibi titremekteyse heyecandan…

………………….

 

Diye düşündürttü bana:)

 

 

SDC11321

 

 

Dr. Gül Hanım,  huzurevi sakinlerinin gülü,  iyilik meleği.  O’nun ve diğer huzurevi çalışanlarının özverili uğraşlarıyla, evlerindeki  gibi huzur içinde, huzurevindeki  yaşlılar…

18 Mart 2010 Perşembe

Çanakkale Geçilmez

 

 

 

Canakkale_Savas_Fotograflari-4

 

 

 

18 Mart Çanakkale Deniz zaferinin 95. yıldönümü ve şehitleri anma günü.

 

 

 

3 Kasım 1914  -  18 Mart 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı'nda cereyan eden bir seri deniz savaşlarıyla Gelibolu Yarımadası'nda 25 Nisan 1915 - 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan kara savaşları, Türk tarihinin en şerefli sayfalarını dolduran birer zafer destanıdır.

Çanakkale Zaferi,  Türk Ulusuna, Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir. Türk bağımsızlık savaşının temelleri, Çanakkale'nin sularında, Conkbayırı'nda ve Anafartalar'da atılmış, bu zaferler Türk Kurtuluş Savaşına maya çalmıştır.

 

 

Çanakkale Savaşları, 1. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren,  tarihe “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ” sözünü yazdıran büyük bir destandır.

 

 

1. Dünya Savaşı’nın başlarında İngilizler ve Fransızlar, İtilaf Devletlerinin üçüncüsü olan Ruslara yardım etmek için Çanakkale Boğazı’ndan geçip Karadeniz’e ulaşmayı planlamışlardı. Amaçlarından biri de İstanbul’u ve boğazları ele geçirmek, bu yolla Osmanlı Devleti’ni etkisiz hale getirmekti.

 

 

İngiliz ve Fransızlar bu düşünceyi gerçekleştirmek için kurdukları güçlü donanma ile Çanakkale Boğazı önlerine  geldiler.   ( 18 Mart 1915)  Ne var ki Türk topçusunun düşman gemilerini bulan isabetli atışları ve Nusrat Mayın Gemisi’nin boğaza yerleştirdiği mayınlar, düşman filosunu geri çekilmek zorunda bıraktı.

 

 

Düşman, Çanakkale Boğazı’ndan geçemeyeceğini anlayınca, Nisan 1915’te Gelibolu Yarımadası’na asker çıkardı. Amaçları, yarımadadaki Türk gücünü yok etmek ve boğazı denetimi altına almaktı. İngiliz, Fransız, Avustralya ve Yeni Zelenda askerlerinden oluşan 70 bin kişilik bir kuvvet,  asker ve silah sayısı bakımından az, fakat kahramanlıkta eşsiz  askerlerimize saldırdılar.  Mustafa Kemal komutasında 19. Kolordu, bu güçlü orduyu Anafartalar, Arıburnu ve Conkbayırı’nda dize getirdi.  Çanakkale’nin geçilmez olduğunu anlayan düşman, Gelibolu Yarımadası’nı boşaltmak zorunda kaldı (1916).  Askerlerimizin, kendilerinden kat kat güçlü düşmana karşı hem karada hem de denizde kazandığı bu zafer karşısında bütün dünya, Hayranlığını dile getirmiştir.

                                                       ( alıntı)

                    

                                   Turhan OLCAYTU * E.Tümgeneral

                                                                                        

 

 

image

 

 

DUR  YOLCU

 

Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!

 


Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir!

 


Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!...

 


Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!...

 


NECMETTİN HALİL ONAN

17 Mart 2010 Çarşamba

Özür Teşekkür Ve Bir günün özeti

 

Sağlık kontrollerimin sonucu gayet iyi. (tüm sağlık sorunu yaşayanlara Allah şifalar versin)  Arkadaşlarım beni merak etmişler çok özür diliyorum. Bilgisayarın monitörü bozulduğu için yazamadım. Yenisini alır almaz da hemen oturdum başına, ne kadar alışmışım ben bu blog dünyasına, dostluğunuza, kendimi çok sorumlu hissettim sizlere karşı. Tekrar özür dilerim endişelendirmişim haber veremediğim için arkadaşlarımı. Çok ama çok teşekkür ederim hepinize ilginiz, dostluğunuz için.

 

 

Bu sabah, beyaz sarı mor çiçek açmış ağaçların üzerine yağan karla açtım gözlerimi. Oysa kış boyunca ne çok beklemiştim de, nerdeyse kış bitmeye yakın yağmıştı buralara kar. Şimdi bahar geldi çiçekler açtı kuşlar cıvıl cıvıl, içimizde yeni canlanan doğayla birlikte bir kıpırtı bir heyecan aman da, lay lay lom derkenn, o da ne?  kış bastırdı yeniden hem de bahar dallarının üstüne. İnsanlar mı, doğa mı daha şaşkın bilemedim.

 

 

Birgün önce 1 tl ye bindiğim minibüse bugün yeniden 2 tl vererek bindim. Birgün önce yolcuların boğazını sıkacakmış gibi para alan şoför bugün sırıtarak topladı paraları.  Hergün aynı yolu gidip gelen yolcularsa şaşkın ” bugün ücret ne kadar”  diye soruyorlar.  Konu yine mahkemelikmiş hadi hayırlısı…

 

 

“Başkent'te oturanlar toplu taşıma araçlarıyla 6 yıl önceki fiyatlarla seyahat edecek. Tüketici Dernekleri Federasyonu'nun açtığı dava sonucunda Ankara İdare Mahkemesi toplu taşıma ücretlerinin 6 yıl önceki tarifeye çekilmesine karar verdi.

Mahkeme kararına göre yeni tarifede otobüs ve metroda kullanılan 1,85 TL'lik tam bilet fiyatı 90 kuruş, 1,50 TL olan öğrenci bileti de 60 kuruşa indirildi. Minibüslerde de kısa mesafe 1,85 TL'den 90 kuruşa, uzun mesafe 2,20 TL'den 1 TL'ye indirildi. Yüzde 50'nin üzerinde bir indirime gidilen yeni tarife 8 Mart Pazartesi gününden itibaren uygulanacak. “

 

 

Bu arada; minibüste siyasi içerikli koyu bir sohbet vardı. İnsanlar hiç çekinmeden yüksek sesle hem fikirlerini tartışıyorlardı hem de, öyle dolmuş öyle sinirliydiler ki, ilgili yerlerin bol bol kulaklarını çınlatıyorlardı.

11 Mart 2010 Perşembe

Maksat Muhabbet Olsun…

images

 

 

 

Dün hastanedeydim, çok sıkıldım içerde, sıra bana gelene kadar hava almak için bahçeye çıkıp bir bankta oturdum orta yaşta bir bayanın yanına.

 

“Nereni beğenmiyon” dedi bana

 

“Beğeniyorum Allah’a şükür bir şikayetim yok” dedim.

 

“Ay!  bir an önce atsam kendimi şurdan uzağa”  diye sıkıp duruyorum kendimi  canım burnumda,  hiç sohbet havamda değilim, ayrıca oturur oturmaz yanımdakiyle öyle derin sohbetlere girecek bir yapım da yoktur.  ( Anadolu insanını ve doğal, samimi konuşma biçimlerini çok severim aslında )

 

“Şoo gadın ne diyo ki?”  gibi bir iki laf daha attıktan sonra baktı,  suratsız  soğuk nevalenin biriyim umudunu kesti benden.

 

Önümüzde ayakta duran bir başka bayanı çağırdı, oturttu yanımıza.

 

“Gel bacım dikelip durma otur şööle yamacıma”

 

“Nereni beğenmiyon?”  la başladı sohbet önce.

 

Birbirlerine şikayetlerini, teşhislerini, tedavi önerilerini örneklerle sıraladıktan sonra ailevi konulara geçtiler.

 

“onaltı yaşında hayırsız bir ooğlan var evde. Orta ikiye kadar okudu sonra ne oldu bilmiyom anam, karnesi baştan aşağı zayıf gelince abisi aldı okuldan.  Herif yok bende, körolası gitti de kurtuldum. (ölmüş)  Başıma bıraktı bu sıpayı.”  Diye başladı hayat hikayesini anlatmaya…

 

Öteki de kendi herifinin, yaptıklarını anlattı tek tek… En yakın arkadaşımıza bile söyleyemeyeceğimiz özel şeylere kadar.

 

Yakınımızdaki hasta bir genç bayana mantosunu giydiren bayana döndü sonra benim yanımdaki,

 

“Vayy yazık neyin oluyo,Anasımısın?” dedi.

 

“Gelinim” dedi kadın, gittiler.

 

“Kele bacım, benim gelin bigünden bigüne şööle bir hastaneye gelmedi bennen. Varsa yoosa anası.” gelinini yaşını kaç çocuğu olduğunu oğluyla ilişkisini, zavallı oğlunun çektiklerini anlattı bir bir sonra.

 

Diğer bayan da,  bu yaşa kadar kaynanasından çektiklerini,  oğlunun bir kızla evlenmek istediğini ama kızın  aileye yakışmayacağını,  vazgeçirmek için bilmem nerdeki ‘ermiş’ bir kadına gittiğini falan da anlattıktan sonra yeniden hastaneye gelecekleri perşembe günü tekrar görüşmek üzere sözleşip ayrıldılar.

 

Aradan onbeş yirmi dakika geçmişti ki, yanımdaki iki bayanın evlendikleri günden itibaren tüm özel yaşantılarını öğrenmiş oldum böylece:)

 

Ben anladım;   terapi oluyor bazıları için hastaneye gitmek.  Hiç tanımadıkları bir kişiyi gözlerine kestiriyorlar canlarını sıkan ne var ne yok anlatıyor, böylelikle rahatlamış olarak evlerine dönüyorlar.

 

 

Perşembe günü sonuçları almak için yeniden gideceğim hastaneye.  Ben de birini gözüme kestirip esir alsam, bir güzel içimi boşaltsam mı acaba..?

8 Mart 2010 Pazartesi

KADININ ADI

2




Mustafa Kemal'in Kağnısı derdi, kağnısına

Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.


Çabuk giderdi, çok götürürdü ELİF'cik,

Nam salmıştı asker içinde

Bu kez herkesten evvel almıştı yükünü,

Doğrulmuştu yola, önceden önceden…
………………………………………….

Önce ATA’MIZIN Annesi Zübeyde Hanım'ı minnetle anıyorum,nurlarda yatsın.


NENE HATUN,   HALİDE ONBAŞI (EDİP ADIVAR),   ŞERİFE BACI,  NEZAHAT ONBAŞI,   ERZURUMLU KARA FATMA,   HALİME ÇAVUŞ (KOCABIYIK),   KILAVUZ HATİCE,   YİRİK FATMA,   NACİYE HANIM,   FAİKA HAKKI,   SULTAN HANIM,   SÜREYYA SÜLÜN HANIM,   NAZİFE KADIN,   DOMANİÇLİ HABİBE,   SATI ÇIRPAN,   BİTLİS DEFTERDARININ HANIMI.

Ve daha adını sayamadığım onlarca kahraman Türk kadını, kurtuluş savaşında oğulları kocaları ya da babalarının yanında bizzat  savaşmış, cepheye cephane taşımış ya da yaptığı konuşmalarla halkı işgale karşı uyandırmıştır (Halide Edip Adıvar gibi)

Bu vatansever, vefakar kahraman kadınlarımızı, minnetle kıvançla anıyorum.  Nurlarda yatsınlar…
………………………………………………

İş yaşamında başarıya ulaşmış, kariyer sahibi, kendi alanında şöhret olmuş, engelleri aşmış saygın ve bir ‘ADI’ olan  kadınlar yanında,

Hala;  üç beş koyun karşılığında çocuk yaşta kocaya verilen,  kocasının yanında değeri ineğinden sonra gelen,  

Kadına bakış  “ Sırtından sopa karnından bebe eksik olmamalı” zihniyeti  hala devam eden,

Bazen; dayak yiyen, aşağılanan, yalnızca cinsel obje gibi görülen,

Tarlada, evde, işte çalışan üreten kazanan, herkesi mutlu etmek için çaba harcarken, kimi zaman kadın olduğunu, insan olduğunu unutan kadınlar ne yazık ki hala çoğunlukta…

Çocuğuna ana, kocasına eş, sevdiğine yar olandır kadın.  Naif kırılgan ince yapısının altında, koca bir yüreği vardır, büyük fırtınalara göğüs gerecek kadar…  Ağlarken güler kadın, kimse bilmez neler yaşar içinde…

Hayat verendir kadın…


DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN…



6 Mart 2010 Cumartesi

Öyle Olsam

 

 

 

İki bahar güzeli...

 

 

 

Bir minik kuşun kanadına taksam yüreğimi,  alsa götürse tüy gibi hafif beni,

 

 

Uçursa engin mavilerde…   Eşlik etsem dalgalara akordsuz sesimle

 

 

Kuşun  kanadından atlasam,  tutunsam  gökkuşağına,

 

 

Çocuklar gibi şen,  bıraksam kendimi çağlayana

 

 

Bir balık alsa getirse,  güneşlensem kumsalda…

 

 

Sonra,  titrek kanatlı bir kelebek alsa sırtına  yüreğimi,

 

 

  Yemyeşil bir vadide uçursa,  binbir çiçekle bezeli

 

 

 

Bir o çiçeği bir bu çiçeği koklasam,  burnum rengarenk olsa sarı yeşil mor  mavi

 

 

 

öyle olsam ki,  bahar dolsa gönlüme ruhuma bedenime.

 

 

Ben bahar olsam, her bahar  …

3 Mart 2010 Çarşamba

Mazide Gezinti ( 3 )

 

 

Belki çaresizliğinden inanmak istememişti yengem duyduklarına …  Dayıma duyduğu sevgidendi  belki de.  Yine de içini kemiren şüpheye engel olamıyordu,  hiç belli etmese  hiç öyle bir konuşma duymamış gibi davransa da…  “Ceplerini karıştırmaya başladım ve birgün bir kağıt buldum cebinde” dedi.  “Zaten şiir yazardı biliyorum, cebinde bulduğum kağıtta da bir şiir yazılıydı. Kara gözlerine sevdalandım… diye devam eden bir şiir. Hırsla kağıdı buruşturacakken bir fotoğraf düştü yere, ‘Yeğenime senin adını verdim’ yazıyordu  arkasında.  Sen daha bir aylıkken çektirdiği bir fotoğrafındı bu. İki kızı vardı ve hiç aklına gelmemişti onları götürüp fotoğraflarını çektirmek. Çınar’ın fotoğrafını çektireceğim hazırla da götüreyim demiş, Annen de seni süslemiş püslemiş vermişti dayına.  Öyle öfkelenmiştim öyle öfkelenmiştim ki, ağladım kızdım bağırdım, yeğenini kızlarından daha çok düşünüyorsun, niye kendi çocuklarını da götürmedin diye. Meğer, o kıza vermek için çektirmiş fotoğrafını.” 

 

  Yıllar sonra Dayımın, artık yengemden de çekinmeden söylediği gibi,   Çınar Hanıma, onun ismini ve  bir bayan ismi olan soy ismini de verdiğini arkasına yazdığı, benim o fotoğrafımı ve şiiri, yine de vermişti.  Ona ne kadar önem verdiğinin, sevgisinin kanıtı olarak.

 

 

Önceleri sevgi ve dostluk sınırlarını aşmayan, zamanla, sonuçsuz kalacağını yasak olduğunu bildiği ama engel olamadığı bir sevda yaşamıştı Dayım.  Çınar Hanımsa hiçbir şeyden habersiz saf tertemiz bir aşkla sevdiği adamın evli olduğunu duyduğu anda bitirmişti bu arkadaşlığı. “işte” dedi yengem  “Bu nedenle hiç sevmezdim seni küçükken…”   Ne diyebilirim ki..?  Çok haklı. Ömrü boyunca o kadını hattırlattım yengeme elimde olmadan…

 

 

……………………………………..

 

 

Artık bir genç kızdım, okulum bitmiş ve  çalışmaya başlamıştım.  Birgün dayım, “Biliyor musun, Çınar da orda çalışıyor. Onunla tanışmanı istiyorum.” dedi.

 

……………………………………….

 

 

“Ben Çınar” dedim.  …  …  Bey’in yeğeni”  Şaşırdı, bir süre öylece baktı hiç konuşmadan. “ Yaa..?”  dedi neden sonra.  “Şey… bir sorunun olursa…”  dedi ne söylemesi gerektiğini bilemeden laf olsun diye…  Artık orta yaşta , uzun boylu esmer ve çok zarif bir hanımdı… “Hayır” dedim “sadece tanışmak istedim…”

 

 

Ondan sonraki günlerde, beni gördüğü her yerde başını başka yöne çevirdiğini farkettim.  Belli ki tedirgin oluyordu, eski bir hikayenin duyulması ihtimali rahatsız etmişti belki onu…  Ben de hiç tanımıyormuş gibi davranıyordum artık…

 

 

Birgün odamıza gelmişti ve  şefimle sohbet ediyorlardı.  Başımı işimden  kaldırdığımda göz göze geldik. Dalgın dalgın bana bakıyor gülümsüyordu…  Hafifçe gülümsedim ben de …

 

……………………………………..

 

 

Mazide yaptığımız bu eşsiz geziden aldığımız sonsuz  keyifle sabaha karşı yataklarımıza giderken, en kısa zamanda bir başka yaşlı akrabamla başka bir geziye çıkmaya çoktan karar vermiştim…

1 Mart 2010 Pazartesi

Mazide Gezinti ( 2 )

 

 

Yengemi bulmuşum ya bırakır mıyım ?   Bir konudan başka bir konuya atlayarak, “aa öyle mi olmuştu, oysa ben şöyle şöyle hatırlıyorum o olayı” diyerek, ben ve iki kuzenimin yengemin konuşmasını sık sık  kestiğimiz söyleşimiz gece boyunca sürdü.

 

 

Zihnimizde, ruhumuzda  herhangi bir nedenle yer etmiş ama ayrıntılarını, neden bizi bu kadar etkilemiş olabileceğini bilmediğimiz geçmişimizi sorduk 80 yaşında, hala zihninde hiç bulanıklık yaşamayan bulunduğu ortamda sözü sohbeti şakası dinlenir yengeme.

 

 

Anneannemin bahçesindeki kuyudan korktuğumuzu hatırlıyorduk mesela, neden korkardık ki  üstü kapalı olduğu halde…  Ve öğrendik ki, üstü ızgara şeklindeki tahtayla kapalı kuyunun suyu, bazen iyice çekilir bazen iyice yükselirmiş. Biz, kapaktaki aralıklardan içeri  bakınca  kuyuyu bazen susuz,  bazen ağzına kadar su dolu  gördüğümüzde korkuyor olabilir mişiz…

 

 

Bizim Cebeci’de oturduğumuz evi, kuzenim Nijad’ın nasıl olup ta  en ince ayrıntılarına kadar hatırlıyor olduğu,aramızda uzun uzun tartışma konusu oldu mesela.  Biz altı yaşında olduğu için hatırlamasının normal olduğunu düşündük ama hesaplamalarımıza  göre henüz dört yaşında bile değildi :))

 

 

Daha Ankara’ya gelmeden önce yaşadığımız kasabadaki ev sahibimizin kızı Türkan, mahalledeki tüm çocuklara büyüklerimiz tarafından örnek gösterildi.  Ondan iyi kimse bahçe süpüremez (tozu dumana katmadan, kibar kibar) Anneye Babaya ondan daha saygılı olunamazdı.  En çalışkan hatta herşeyin ‘eni’ olan, o nedenle de diğer küçük kızların kıskançlık oklarınının hedefi haline gelen, o zamanlar benim de kıskandığım  Türkan’ın, yıllar sonra bir genç kız olduğunda yaşadığı kötü bir aşk deneyimi nedeniyle,( böyle olduğu söylentisi yayılmış. Belki de çok daha farklı bir nedeni vardı)   psikolojisinin bozulduğunu ve bir klinikte 4 yıl boyunca yattığını da o gece, çok üzülerek öğrendim.

 

 

 

Nesrin  birkaç günlük bebekken, banyoda ağzından köpükler geldiği için Yengemin korkup, sarıp sarmalayarak komşusuna götürdüğünü “ al ölüyor işte bu da…” deyip yaşlı komşunun eline bebeğini bırakıp panikle nasıl evine  kaçtığını, ölüm haberi gelecek diye büzüşüp bir köşede ağlayarak nasıl beklediğini duyunca Nesrin çok bozuldu.  “Nasıl bırakırsın ölmek üzere olduğunu düşündüğün bebeğini komşuya.” diye.   “Senden önce iki çocuğum ölmüştü  yavrum, çok korktum, üçüncü bir acıya dayanamam diye kaçıp gizlendim. Kaçmak çözümmüş gibi cahillik işte." dedi yengem.

 

 

 

Dedim ya o gece anılarda doyumsuz bi gezinti yaptık, birini bırakıp bir diğerine atlayarak. Tam da çocukluğumuzla ilgili merak ettiğim birşey daha sormuştum ki “ ben seni küçükken hiç sevmezdim, biliyorsun değil mi?” dedi, muzipçe kıkırdayıp elinde tuttuğu mendili biraz daha  didikleyerek… “ of ama yengee ! Yine mi, benim ne suçum var kii ? ”  dedim sızlanarak. “Canım o küçüklüğünde öyleydi, sonradan çok sevdim, kızlarımdan ayırdım mı seni..? ”

 

 

Dayanamadı, başladı gene çocukluğumdan beri defalarca dinlediğim,  hem böylesi masum ve unutulmaz bir aşkın ismi olduğum için gizli bir gurur ve böbürlenmeyle :) hem de yasak bir sevdayı hatırlattığım için bir yanım dayıma kızıp yengeme üzülerek   aynı hikayeyi dinlemeye başladık yine...

 

…………………………………………………..

 

 

“Gece geç saatti, dayın daha eve gelmemişti.  Çocukları uyutup ışıkları da kapattım ama uyku tutmadığı için divana oturdum, perdenin aralığından gelirse göreyim diye yola bakıyordum.  Biraz sonra geldiler Mustafa dayınla birlikte. Merdivene oturdular, bazılarını duyup bazılarını duyamadığım fısır fısır birşey konuşuyorlardı. Dayın ağlıyor muydu ne..?  Çok üzgündü ama, bunu anlıyordum ses tonundan. “Madem bu kadar seviyorsun boşa karını” dediğini duydum kaynımın. Dünya başıma yıkılmıştı.  Yatağa girdim, içeri gelirse uyanık olduğumu anlamasın diye.  Sarsıla sarsıla ağlıyordum tutamıyordum kendimi.  Yanıma geldiğinde, konuşmalarını duyduğumu söyledim yine hıçkıra hıçkıra ağlayarak  “Sen ona aldırma, yok öyle birşey.  Ben seni bırakır mıyım, ”  gibilerden güya beni teselli edecek birşeyler söyledi.  Zaten elimden ne gelirdi ki iki kızımız vardı, nereye gidebilirdim ? İkna olmuş göründüm, belki de inandım, inanmak zorunda kaldım… Bilmiyorum… ”

 

 

“Yine de beynimi bir kurt kemirmeye başlamıştı bir kere. Ceplerini karıştırırken bir kağıda yazdığı bir şiir ve kağıdın arasında da senin fotoğrafını gördüm. “

 

 

 

                                             Devamı  Var…