28 Ocak 2010 Perşembe

Kar Manzaraları

SDC11068

 

 

Ve…  Sonunda Ankara’ya kar geldi.  Bembeyaz şahane manzaralı  bir sabaha uyandım. Tam da doktora gidecektim nihayet bugün ama bu sefer gerçekten de hava muhalefeti nedeniyle erteledim:) Arabayı çıkaramadık siteden.  “Dersimi çalışamadım örtmenim elektrikler kesikti” gibi bir bahane oldu bu :) 

Ben de, giydim kabanımı  beremi  kaşkolumu eldivenimii, attım kendimi dışarı sabahın köründe, elimde fotoğraf makinem. Yürüdüm bata çıka ordan oraya, karda ilk izleri bırakarak, çocuklar gibi neşeyle...

Önce; Kuşları besledim balkondan

              SDC11073                  

 

 

 

 

                         SDC11079                 

 

 

 

 

SDC11084

 

 

 

Sonra; doyumsuz kar manzaraları fotoğrafladım:)

 

 

 

SDC11087                             

 

 

 

 

SDC11092             

                                                                                                

 

 

 

 

SDC11094          

 

 

 

 SDC11099

 

 

 

 

 

 

SDC11100  

 

 

 

   SDC11104

 

 

SDC11105

27 Ocak 2010 Çarşamba

Doğum Günün Kutlu OLsun




normal_animasyon-cicekler-gifler-galeri-bidibidi-com-1025397-78






                      İyi ki doğdun…
                     
                      Can yoldaşım arkadaşım

                       Bazen öfkem kızgınlığım

                       Hıncım hırsım bazen

                       Ama her zaman tutunacak tek dalım

                       Sırdaşım, en yakın dostum


                       Öteki yarım

                        EŞİM

               
 - Günün nasıl geçti canım.
 - İyi
 - İşler nasıldı?
 - İyi
 - Şöyle mi oldu?
 - Hıı!
 - Böyle mi oldu?
 - Hayır
 - Bana anlatacağın ilginç bir şey yok yani.
 - Ne olsun..? İş işte…
 - Ee... Gün içinde 40 kişi görüyorsun, hiç anlatacak bir şey çıkmıyor mu?
- Yoo
- Peki ben nereden buluyorum dört duvar arasında bu kadar konuyu? Sabahtan beri dünyanın olayını anlattım sana.
- İşte ben de buna hayret ediyorum ya. Ne zaman oluyor bu kadar şey..?
- Ayy!  Senin de sohbetine doyum olmuyor. Kafam şişti valla.  Hadi biraz dinlen, uzan şu kanepeye de…

Gibi gelişse de aramızdaki sohbet bazen; çok keyiflidir seninle sosyal konulara çözüm üretmek, ülkeyi içinde bulunduğu kaostan kurtarmak, hatta dünyayı yeni baştan kurmak…  
Keyiflidir seninle olmak…

Can yoldaşım, sırdaşım, öteki yarım,
bazen omuzunda ağladığım, bazen boğazını sıkmak istediğim :)
Ama hep tutunacak tek dalım olan adam...

 Yine dünyaya gelsem yine seçerdim seni… 
Ama bu sefer bazı şartları önceden kayda bağlardım :):) :)

"Seni Anan benim için doğurmuş... " Öyle didiydi ;)


               DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN

26 Ocak 2010 Salı

Korkuları Ertelemek… Korkmaktan Korkmak…

 

 

 bir-kadin-gittiginde

 

 

 

 

 

Korkularımız vardır. Korkmakta haklı olduğumuzu düşündüğümüz  ‘ama…’  diye başlayıp korkma nedenlerimizi sıralayarak kendimizi savunduğumuz,  herkesin  değilse de, diğer bazı insanların da korkusu olan korkularımız.  Karanlıktan, yüksekten,yalnız kalmaktan, kapalı  yerde kalmaktan ya da  korku filmi izlemekten ne bileyim işte, karda kayıp düşmekten.  Böyle yüzlercesini sayabiliriz… 

 

 

Korkularımız karşısında  savunma mekanizmaları  geliştiririz  kendimizce ya da tamamen uzak dururuz bizi korkutan şeylerden. Korku filmi izlemeyiz örneğin, buzda kaymamak için çorap geçirebiliriz ayakkabılarımızın üstüne, olmadı mecbur değilsek çıkmayıveririz dışarı. Asansöre binmekten korkuyorsak merdivenleri kullanırız olur biter.

 

 

Diğer insanlara  saçma gelebilir ama  o korkuyu yaşayan için çok büyük sorunlar yaratır örneğin örümcek korkusu. Örümcek minicik hiçbir zararı olmayan bir hayvancıktır.  Hatta bazılarını inceleseniz,inanılmaz nakışlarla işli olduğunu görürsünüz vücudunun.  Tüylü bacakları rengarenktir, sanat eseri gibi  gelebilir bazılarına.  Elinize alıp bir busecik te kondurabilirsiniz siz olsanız belki ama örümcek korkusu olan biri için öyle mi ya?  Gördüğünde kaskatı kesilebilir korkudan, benim gibi. ( gerçi sadece ayy! diye hafif bir çığlık atma derecesine kadar indirebildim bu korkumu)

 

 

Ölüm korkusu ;  başımıza geldiğinde ne korku ne de başka hiçbir duygumuz olamayacaktır ama nedense, hemen hemen herkes korkar ölmekten. Oysa acıyı çekecek olan geride kalandır. Giden, herhangi bir şeyin farkında değildir ki. Ne saçma bir korku gibi geliyor düşününce…

 

………………………………

 

Bazen de korkarız ama uzak durmak çözüm değildir.  Ben bu günlerde hatta haftalardır korkularımı erteliyorum. '’ Ya kötü birşey çıkarsa” diye rutin kontrollarımı erteliyorum sürekli.   Kesin karar vererek yatmıştım dün gece ama sabah yine vazgeçtim doktora gitmekten. Hep bir bahane buluyorum kendime “hava çok soğuk ne acelesi var şimdi” dedim bu kez de. Annemi kaybettikten sonra hastaneye,  doktora gitmeye karşı  farkında olmadan  korku geliştirdim . 

 

 

Görünürde bir sorun yok, varsa da ” korkunun ecele faydası yok” ve böyle erteleyip durarak yaşadığım stres daha kötü.

 

 

Ben, korkmaktan korkuyorum sanırım…

 

 

Goethe’nin ünlü sözü der ki: "korkacağımız tek şey, korkunun kendisidir"

25 Ocak 2010 Pazartesi

KARDA İZLER

 

 

Geçmişe dönüp baktığımda, karın  bende bembeyaz mutlu izler bıraktığını görüyorum çoğu zaman…

 

Mesela;

 

Kar yağınca,  kolumuzun altında, babamızın  karda kaymamız için yaptığı kızaklarımızla birlikte koşa koşa, koskoca bir avluyla çevrili, içindeki birbirine arkalı önlü bitişik üç evde, anneannem dayımlar ve teyzemlerin  ve aramızda üç beş yaş fark olan, küçüklü büyüklü kuzenlerimizin oturduğu  iki sokak uzaktaki mahalleye giderdik, benden bir yaş küçük kardeşimle. Çünkü  kar yağması demek tüm kuzenlerin çığlık çığlığa, kahkahalarla kartopu oynaması, kardan adam yapması, kızak kayması demekti. İçinde birçok  ağaç olan geniş  bahçede dilediğimizce oynardık hep birlikte.  Ellerimiz ayaklarımız donana, yüzümüz soğuktan kıpkırmızı olana kadar.  Arada Anneanneme gider sobanın başında ısınır tekrar çıkardık dışarı…

 

………………………………………….

 

Ama çocukluğumun artık çok geride kaldığı,  yıllar sonra yaşadığım öyle bir anım var ki, bunun izi asla silinemeyecek zihnimden;

 

 

O sene arkadaşımın kardeşi askerden yeni gelmiş, bir işe girmiş çalışıyordu.  Ayrıca arkadaşının taksisinde de çalışmaya başladı bazı geceler. Çünkü nişanlıydı ve askere giderken, dönüşte evlenmeye karar vermişlerdi. Para gerekiyordu eşya alması ev tutması için…

 

 

Bir sabah dönmedi eve Nejat ertesi gün ve ertesi gün de dönmedi. Ne taksi bulunabildi ne Nejat.  Polise haber verildi aramalar genişletildi.  Zaman zaman ben ve kardeşim de  onlarla birlikte, civar ilçelerdeki karakollardan  sorduk, araştırdık ama hiçbir iz yoktu. Sonra  umutlar tükenmeye başladı…  

 

 

Önce taksi bulundu ücra bir yerde.  Parmak izleri takip edilerek sabıkalı üç kişiye ulaşıldı ve  kaybolduktan tam üç ay sonra 25 yaşında evlilik hazırlığında neşeli muzip yakışıklı Nejat’a ulaşıldı.  Bir tarlanın ortasındaki kör bir kuyunun dibinde.

 

 

Sürekli kar yağıyordu iki gündür, hava buz gibiydi ve yerler buz tutmuştu, telefonla  Nejat’ın  ‘bulunduğu’ haberi geldiğinde…

 

 

(Detayları anlatmak istemiyorum.  Çok ama çok acı bir kayıptı…)

 

…………………………………………………

23 Ocak 2010 Cumartesi

MİMMMM

 

 

 

4951209og8

 

 

Sevgili  Sünter mimlemiş beni.  7 ilginç yönümü yazacakmışım.  İlginç mi bilmem ama  7 özelliğimi yazayım. Teşekkürler Sünter’ciğim.

 

1- Son derece hoşgörülü yumuşak bir yapım olmasına rağmen, katı ve kesin kurallarım vardır aynı zamanda.  İlk tanıdıklarında bu yönümü asla tahmin edemediklerini söyler  dostlarım.

 

2- Bir şeyi kafama takmaya göreyim, eninde sonunda yaparım . Zor ya da imkansız anlamam. Yeter ki o şeyi yapmaya karar vereyim.

 

3- Bazen çok unutkan olabiliyorum.

 

Hani bir fıkra vardır;

Biri arkadaşına yakınıyormuş  “Azizim o kadar unutkan oldum ki, akşam ne yediğimi hatırlamıyorum”

Arkadaşı; “ Çok şükür benim öyle bir sorunum yok.  Şeytan kulağına kurşun.”  Demiş ve tık tık diye masaya vurmuş. Arkasından da seslenmiş “Kim o”:))

 

Hani, bu derece olmasa da, unutkanım işte.

 

4-Doğada olmak istiyorum diye can atarım.  Pikniğe gideriz.  Bir minicik örümcek görsem üstümde,çığlığı basarım.

 

5-Tüm duygularımı uç noktalarda yaşarım.  Mutluluğumu ya da sevincimi de ,acılarımı da.  Yaşadığım acılar bu nedenle çok daha fazla yıpratıyor ve derin izler bırakıyor bende.

 

Ya mutlu ve sevinçliyken verdiğim tepkiler?  Onlar da yakınımdakileri yıpratıyor.  Nasıl mı?

 

Bir örnek:   Yıllarca önce direksiyon dersi alırken, çiçeklere bezenmiş ağaçlarla dolu bir bahçenin yanından geçerken, öyle bir çığlık atmışım ki !  ” Aman allahım, olamaz! bu ne güzellik !” diye, direksiyon hocam neye uğradığını şaşırmış, yerinden zıplamıştı :))

 

6- Gençlerle, özellikle genç kızlarla ilişkilerim çok iyidir,  Öyle ki, beni kendi yaşıtları sanıp, başlayıverirler aşklarından özel konularından bahsetmeye.

 

Hele Elçin’cim;  “Şekercim Nurişcim, ben geldim. Bi konu birikti bi konu birikti, anlata anlata bitiremem otur bakiim şuraya” diye başlar:)

 

7-Şakacı ve neşeli bir yapım vardır ama aynı zamanda herkese karşı  ölçülü ve saygılı olmaya çalışırım.  Karşımdakilerden de aynısını beklerim, göremediğim zaman mutlaka tepkimi koyarım.

 

İşte böyle, ilginç miyim bilemem ama ben böyleyim:)

19 Ocak 2010 Salı

Yağ Artık Kar

 

 

 

 

Yagan_hareketli_kar_resimleri

 

 

 

Hani şöyle nazlı nazlı salınarak arada bir, bir kar tanesi süzülür gökte. Süzülür, sağa sola salınır,karar değiştirir, vazgeçer düşmekten yere, tekrar yükselir takılır kalır orda bir yerde bazen.  ”Düşsem de mi erisem, yoksa burda mı yok olsam” gibi bir karasızlıktan sonra tekrar bir tüy gibi hafif, kelebek kanadı kadar narin, sallanarak düşer toprağa, o anda da erir gider ya. İşte o kadarcık bile kar yağmadı bu kış buralara. Yüksek semtlere yağmış biraz da biz hiç görmedik.

 

Ne çok özlettin kendini kar,ne çok beklettin.  Gerçi bize güven olmaz.  Daha on dakika yağsan yıkarız ortalığı “beyaz kabus, hayat felce uğradı, ne zaman kalkacak bu kar” diye.  Oysa doğuda yılın altı ayı kar altında olan, yolları kapanan insanların ‘gıkı’ çıkmaz…

 

Hani o lapa lapa kar yağarken çıkardım ya dışarı.  Açardım  ellerimi kollarımı iki yana kocaman ,yüzümü kaldırır gökyüzüne, saçlarıma ellerime kirpiklerime düşüşünü hissederdim gözlerimi kapatıp.  Bağırırdı içerden Annem de hani morarmış sinirden “ içeri gel artık donacaksın. Sana söylüyorum duymuyor musun, Allah’ım bu nasıl kız çocuğu?” diye.  Duymazdım, duyardım da o anın sihri bozulmasın diye duymamazlıktan gelirdim. Sonra yarı donmuş, sobanın başına gelip ellerimi ayaklarımı ıstmaya çalışırken, uyuşurlardı hissetmezdim bir süre.

 

Şimdi de yağsa;  çıksam dışarı dolaşsam bata çıka,zikzaklar çizsem her bir karışa,dokunulmamış yerlerde ayak izlerimi bırakarak.

 

Gökte bulut, yerde kar olsa bembeyaz, sonra güneş açsa, dereler nehirlerle çağlasa kar.  Tüm pislikleri toplasa yeryüzünden, hatta beyinlerde yüreklerde biriken isi pası de yıkasa, alsa götürse giderken okyanusa.  Boğulsa tüm kötülükler orda. Pırıl pırıl bir dünya bıraksa ardında…

 

Bak!  Yağdın yağdın şubat ta bitti mi,hükmün kalmaz.  Ben başka hayallerin peşine düşmüş olurum artık.  Çiçekler açmıştır mesela dallarda, kar gibi değil ama patlamış mısır  gibi bembeyaz.  Çiçeklerde böcekler kelebekler arılar çoktan düşmüştür rızıklarının peşine…  Yemyeşil kırlarda bebeler oynar çığlık çığlığa. Tepede koyunlar, ardında kuzular, yine bembeyaz.  Oturmuş bir taşa çoban, kavalıyla ‘karakoyun’ ezgizini çalar mesela  yanık yanık…

17 Ocak 2010 Pazar

GÜNEŞ IŞIĞI ÖDÜLÜ

 
Sevgili blog arkadaşım  aslan  Bey beni güneş ışığı ödülü ile ödüllendirmiş.  Işığın güneşin ödülün, hiç eksik olmasın hayatında
 
image 

 

Yüreği sevgi dolu tüm blog arkadaşlarıma ödülümdür.

16 Ocak 2010 Cumartesi

SOBEE

 

Sevgili arkadaşım  aysema   sobelemiş beni. Çok teşekkürler.

 

 

Yeni mimin de kuralları var:


* Mimi gönderen bloga link veriyorsunuz.
* Üç kişiyi mimliyorsunuz ve mimlediğiniz kişinin bloguna not bırakıyorsunuz. ('Ortaya bıraktım, isteyen alsın.' demiyorsunuz.) Ayrıca olabildiğince bu konuda mimlenmemiş blogları seçmek için özen gösteriyoruz.
* Mimlediğiniz blogların da linkini veriyorsunuz.


Yapacağımız, aşağıdaki sorulara düşüncelerimizi yazmak.

 

1) Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda ne düşünüyorsunuz?


2)Seçim barajı kaldırılsın mı? Neden?


3)Adayların belirlenmesinde nasıl bir yöntem uygulansın?


4)Yargı bağımsızlığı sizin için ne anlam taşıyor?


5) (Beşinci soruyu siz belirlemek durumunda olsaydınız neyi öğrenmek isterdiniz?)

 

  iŞTE BENİM CEVAPLARIM

 

1)   Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda ne düşünüyorsunuz?

 

 

Milletvekillerinin dokunulmazlığı sadece mecliste, ülke ve milletle  ilgili konularda
yaptığı çalışma ve konuşmalarla sınırlandırılmalıdır.  Meclis dışındaki her türlü davranışlarında ya da konuşmalarında  herhangi bir vatandaş kadar milletvekiline de dokunulabilmelidir.

 

 

Dokunulmazlık zırhından yararlanarak yargılanamayan,sorgulanamayan milletvekili olmamalıdır. 

 

 

Ayrıca dokunulmazlıktan başka daha pek çok ayrıcalıkları var.  Bu ayrıcalıklardan da sadece görev amaçlılar dışında olanların kaldırılması gerekir.

 

 

2)Seçim barajı kaldırılsın mı? Neden?

 

 

% 10 seçim barajı hiç demokratik değil.  Aslında tamamen kaldırılmalı,  meclisin ülkedeki her bireyi temsil edebilmesi için.

Baraj, muhalefet partisinin meclis içerisindeki faktörünü, dolayısıyla milletle ilgili verilecek kararları büyük ölçüde etkilemektedir. Muhalefetin meclis içerisindeyken kendine oy verenlerin sesini duyurabilmesi ile dışarıdan duyurabilmesi arasında büyük fark vardır.

Baraj   en azından % 5 olmalı.

 

3) Adayların belirlenmesinde nasıl bir yöntem uygulansın?

 

 

Parti başkanları aday listelerini kendi tercihleri dogrultusunda oluşturuyor.  Parti başkanının aday olarak gösterdigi kişileri benimsemiyor ve ülkeye  faydalı  olacağını düşünmüyorsak  bile, o kişilere oy vermek zorunda kalıyoruz.

Bu nedenle adayların da seçimle belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Milletvekilleri, ülkesi herşeyden önde gelen,öğrenim görmüş ileri görüşlü aydın kişilerden seçilmeli.

 

4) Yargı bağımsızlığı sizin için ne anlam taşıyor?

 

 

Yargı yetkisi, hukuk devletinin temel kurumlarından olduğu için, her türlü baskı ve etkiden uzak bir biçimde yürütülmelidir

Mahkemelerin bağımsızlığının, yargı erkinin en önemli ögesi olan yargıçlardan ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Mahkemelerin bağımsızlığı, yargının yasama ve yürütme organlarına karşı bağımsız yapısını, bu doğrultuda yetkilerini kullanmasını, görevlerini yerine getirmesini ifade etmektedir. Yargıçların bağımsızlığı ise yasama ve yürütme organlarına bağlı olmadan Anayasaya ve hukuka uygun olarak vicdani kanılarına göre hüküm vermelerini amaçlar.

Aksi taktirde tarafsız olamaz ve ülke kaosa sürüklenir.

 

5) Emekli milletvekillerinin maaşları hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

 

Milletvekillerinin  yüksek emekli maaşı almasını doğru bulmuyorum.  Bu ülkede emeklilere verilen maaş bu kadar komik rakamlardayken, hele de işçi ve bağkur emeklilerinin ‘adı bile yokken’, milletvekili emekli maaşının diğer emeklilere göre 10 katın üstünde olması büyük adaletsizlik.

 

 

Gülen Tezer Üstün     YAŞAMIN KIYISINDA   ve    çoban yıldızı    Sobee

15 Ocak 2010 Cuma

İLANEN DUYRULUR !!!

 geburtstag3006ta

 

 

 

 

 

 

Bugün benim doğum günüm…


Herşey iyi hoş… Bu yaşa kadar hayatta kalma şansı verilmiş bana.   Çok  şükür…

Gönlümce yaşadım sayılır, sıkıntılar kederler de yaşadım ama,

Mutluyum

Daha ne olsun ki?

Ama birşeye artık dur deme vakti geldi…

Kendimi hiç te öyle hissetmediğim rakamlarla ifade eder oldum yaşımı nicedir

  Bundan böyle,   ilan ediyorum kii;

Gerçek yaşımı bilen, duyan kim varsa,   dile getirmesin, yasaklıyorum. Tamamen unutsun…

 

Yaş benim değil mi nasıl istersem öyle söyleyeceğim bundan gayri…

 

 

Önümüzdeki 10 yıl da hiç artırmayı düşünmüyorum.

   Hatta geriye gidip
49 olacağım ve hep orda kalacağım

 

 

O kadar…

 

 

 

 

                                                                      DUYURULUR

14 Ocak 2010 Perşembe

Daha Minicikti

 

 

 

 

Dilenci_B1

 

 

 

Her sabah;  çalıştığım işyerinin hemen önünde, merdivenin dibinde oturuyor bulurdum onu.  Beş altı yaşlarındaydı. Masmavi gözleri  dikkatimi çekerdi önce  hep, yüzündeki bir karış kire, birbirine dolanıp keçe gibi olmuş kumral dalgalı saçlarına, kakülü,perçemi yüzüne alnına yapışmış olmasına, burnundan ağzına kadar uzayıp kurumuş kalmış sümüğüne rağmen, önce gözleri sonra güzel suratı ilgimi çekerdi .  Prensip olarak dilencilere para vermem ama merdivenden çıkarken ayağımın dibinde oturan bu dünya güzeli kir pas içindeki minik dilenciye göz kırpardım her seferinde.   Artık her sabah daha uzaktan geldiğimi görünce, gülümser o da bana göz kırpardı.

 

 

Binanın alt köşesinde oturan, kucağında  zayıf mı zayıf, kara kara bakan, iki yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir oğlan çocuğuyla, bir kadın dilenci vardı yine hergün gördüğüm. Küçük kızın annesi ve kardeşi diye düşünmüştüm.

 

 

Her öğlen yemekhaneden çıkarken,  eğer o gün köfte, et türü bir yemek çıkmışsa, bir parça ekmeğin arasına  koyar küçük kıza verirdim ya da meyve çıkmışsa yemez ona verirdim yine. Birgün küçük kıza ekmek arası birşey uzatıp çıkmaya başladım merdivenlerden, bir ara arkamı dönüp baktığımda kadının köşesinden koşarak gelip, kızın elindeki ekmeği aldığını gördüm. O zaman onun,  kadının çocuğu olmadığını düşündüm. Oysa ara ara kadının yanına gidiyor elinde biriktirdiği parayı veriyordu. İnsan, evladının elindeki ekmeği kapıp kendi yer mi? ya da belki de kucağındaki küçük çocuğa vermişti.

 

 

Küçük kızın kadının kızı olmadığı fikri kafamda iyice yer etmeye başlamıştı, kız çok güzeldi bir kere.  Kadın ve kucağındaki çocuk ona hiç benzemiyorlardı.  Kafamda senaryolar geliştirmeme neden olmuştu bu düşünce ...  Kız kaçırılmıştı belki de…

 

……………………………………………….

 

 

Sanırım beş altı yaşlarındaydım. Bir çocuk kaçırma haberi vardı bütün gazetelerde o yıl. Ailesi uzun süre aramış kızlarını bulamamışlardı. Annemle babam bizi sürekli uyarıyorlardı, sokakta oynarken yabancılarla konuşmamamış gerektiği  konusunda.

 

 

Birgün;  evimizin yakınındaki bir kum tepeciğinin üstünde oynarken,  iki adam yaklaşmıştı yanıma, fötr şapkalı siyah pardesülüydü birisi. “Küçük, gel bak şeker vereceğiz sana” demişlerdi.  Annemin uyarılarını hatırlayıp bağırarak eve koştuğumu hatırlıyorum. Hemen fırlamıştı babam evden, etrafa bakındı ama kimse yoktu ortalarda…  Acaba, çocuk kaçırma olayının yanımda sürekli konuşulmasından etkilenip, zihnimde böyle bir olay mı geliştirmiştim, yoksa gerçekten görmüş müydüm o iki adamı, emin değilim... 

 

……………………………………………

 

Benim dedektif yanım duygusal ruhumla el ele vermiş küçük kız hakkında birşeyler öğrenmek için harekete geçmişti. Çocukla uzaktan uzağa gülüşüp birbirimize göz kırpıyorduk zaten. Kolaydı samimiyet kurmak…  Diye ummuştum.

 

 

Bir öğlen tatilinde yanındaki basamağa oturdum. “ Adın ne senin tatlım”  “Esma” dedi. Gerisi gelmedi, önündeki para kabını aldığı gibi alt köşedeki kadının yanına gitti koşarak. Sanırım bir işaret gelmişti kadından. Buna benzer bir iki hamlem daha sonuçsuz kaldı ve birkaç gün sonra kızın üç beş adım ilerisine bir delikanlı yerleşti yine dilenmek için önüne bir mendil açıp.

 

 

Birgün yemekhanenin arka koridorundaki pencereden dışarı bakarken, çöp bidonlarına dökülen yemek artıklarının başına üşüşmüş dilencilerin birbirlerini itekleyerek ellerindeki naylon poşetlere,çöp bidonlarından avuç avuç yemek artıklarını doldurduklarını gördüm. İçlerinde benim minik dilencim de vardı.

 

 

Ağladım o gün odama döndüğümde “Bu haksızlık ama neden çöp bidonuna atılıyor yemek artıkları, madem onları yemek için alan insanlar var,  daha temiz bırakılsa olmaz mı ?” diye. Şefim, “çok üzülme” demişti “istersen gel benimle iş çıkışı, seni Maltepe köprüsüne  göstereyim, mersedesle topluyorlar onları akşam işleri bitince. Bizden daha zenginler”

 

 

Buna sevinmeli miydim? Daha çok üzüldüm. Akşama kadar kışın ayazında yazın sıcağında çıplak yerde oturup dilenen, içlerinde minicik yavruların da olduğu bu zavallıların sırtından zengin olanlar vardı demek..

 

 

Birkaç gün sonra, dilenciler çöp bidonundan yiyecekleri poşetlerine doldururken, bir polis aracı durdu yanlarında ve hepsini toplayıp götürdü… Bir yılı aşkın bir zaman sonra kadını gördüm yine aynı köşede oturmuş dilenirken. Kucağında dört beş aylık kapkara zayıf bir bebek, yanında, geçen sene kucağındaki küçük çocuk olduğunu düşündüğüm bir oğlan çocuğuyla. Esma yoktu yanlarında. Dayanamadım,kadının yanına gittim. “Geçen sene yanında bir kız çocuğu vardı Esma adında o nerde?” Kadın çek git başımdan der gibi bir el hareketiyle “ ben tanımıyorum öyle bir kız” dedi…

 

 

Yıllarca dilenen kız çocuklarını inceledim ona benziyor mu diye ama bir daha hiç görmedim minik kızı.

 

 

Mendil satarken komaya sokulan zavallı küçük Bedrettin, bana bu anımı hatırlattı…

 

 

 Kiralık Çocuk Dilenciler !! ATO Raporu 1   okumanızı öneririm.

12 Ocak 2010 Salı

ÇAT KAPI

 

 

Komşuluk  ilişkileri çok farklıydı eskiden çokk. “Akşam müsaitseniz size geleceğiz oturmaya” diye haber verilir mesela ve çoluk çocuk gidilirdi komşuya ‘oturmaya’. İkramlar basit sohbetler koyuydu.

 

 

Ya da;  kapı çalınır bir bakarsınız, komşu toplamış tüm aileyi oturmaya gelmiş. Hiç yadırganmaz mutlulukla karşılanır konuklar,’Allah ne verdiyse’ çıkarılır ikram edilirdi.  Öyle misafir gelecek diye bir gün önceden başlanmazdı pasta börek hazırlamaya.

 

 

Çat kapı gidilen ziyaretlerin yanında,  'çat'  bile demeden gelen komşular da olurdu:)  Her yerde olur muydu böylesine aşırı samimiyet bilmiyorum ama Babamın öğretmenlik yaptığı bir kasabada hatırlıyorum,öyleydi.  Kapılar kilitli olmazdı.  Evin beyi rahat,  giymiş çizgili pijamalarını uzanmış camın önündeki divana, üstüne sıcacık güneş vurmuş.  Kış günü soba çıtır çıtır yanıyor, üstünde fokur fokur kaynayan çaydanlığın sesi.  Hanım, almış eline örgüsünü dizinde bebeğini uyutuyor mesela değil mi?  Kapı ‘pat’ açılır,  "huu komşu napıyon,sesin çıkmadı bi bakem dedim... Derr ve sobanın kenarına kıvrılıp oturuverir. ' Aaa sen de nerden çıktın’ denmez.  Yalnızca, ev sahibi  şöyle hafifçe yerinden kalkar ‘hoşgeldin’ der,  başlanır sohbete.  Evin beyi yattığı yerden doğrulur, oturur olduğu yere, sohbete katılır o da…

 

 

Oysa şimdi;  apartman ya da asansör kapısında komşuyla karşılaşmışsanız, nezaketen, hafifçe bir baş hareketiyle ‘iyi günler’ dilersiniz birbirinize.  Bunu bile yapmadan, yanınızdan geçip giden…. komşularınız da vardır.  Birçok komşumuzun adını bile bilmeyiz.  Akşam ailece bir komşuya ‘oturmaya’ gitmek ise nerdeyse tarihe karıştı.

 

 

Biz ne zaman uzaklaştık bu kadar, yanıbaşımızdaki yaşamlardan, komşularımızdan?  Gerçekten; koşuşturmanın,yaşam şartlarının ağırlaşması nedeniyle, sosyal ilişkilere zaman bulamaz mı olduk ?  Yoksa;  evde, bilgisayar tv gibi oyuncaklarımızın  olması, insan ilişkilerine gerek duymamamıza mı neden oluyor..?

10 Ocak 2010 Pazar

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ



Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellalken, pireler berberken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken...

Ülkelerden bir ülke varmış. Kral seçimi yapılacakmış bu demokratik ülkede. Haber salınmış dört bir yana, tellallar çıkmış seçim olacağını halka ilan etmek için.

Toplansın ahali demişler, şu gün meydana. Bir beyaz güvercin uçurulacak, o güvercin kimin kafasına konarsa ülkenin kralı o olacak.

Neyse efendim... Gelmiş çatmış seçim günü. Halk toplanmaya başlamış meydanda.

"Ustam hadi gel! Biz de gidelim. Bakarsın bizim kafamıza konar güvercin." demiş demirci çırağı ustasına.

"Be hey şaşkın çırak! Uçacak uçacak da, bizim garip kafalarımızı mı bulacak koskoca ülkede güvercin konmak için?" demiş usta.

Israr etmiş fukara çırak "Ustam ustam belli mi olur? Hadi gidelim ne olur..? demiş.

Usta uymuş çırağın aklına, düşmüşler yola. Giderlerken, "Ustam!" demiş çırak "Diyelim ki kuş geldi kondu senin kafana, oldun kral. Ne yapardın bu ülke için?"

"Git işine deli oğlan." demiş usta. "Kral olmak kim, ben kim ?"

"Deyiver bi yol ustam. Kuş bu, bilir mi ki kimin kafasına konmak gerek. Geldi kondu kafana ne yapardın ülke için..?"

Hayal bu ya kaptırmış kendini usta. Başlamış anlatmaya "Ben kral olsam; önce vergileri kaldırırdım. Ülkede açlığa sefalete son verirdim. Herkese bir tarla, ekmesi için tohum, başlarını sokacak ev verirdim. Herkesin özgürce fikrini söylemesine izin verir, bu yüzden kimseyi cezalandırmazdım. Kanun karşısında saraydaki vezirle, gariban bir kul eşit olurdu. Ülkemde huzur ve adaleti temin için ne gerekirse yapardım." Abartarak iyice, ülkesi ve halkı için yapacağı güzellikleri sıralamış durmuş daha epeyce…

"Eee..."  demiş. "Şimdi de sen söyle şaşkın çırak. Sen ne yapardın bu ülke ve halkın için, kuş gelse senin kafana konsa?"

"Ben..." demiş çırak, "Ben anlamam öyle haktan hukuktan. Ahh! ben bi kral olsam var yaa! Ne bakacak mışım kullarımın gözündeki yaşa? Anasını ağlatırdım herkesin hem de. Vergi üstüne vergi koyardım. Gözlerini açmalarına fırsat tanımaz, yeter dedikçe biraz daha yüklenirdim üstlerine. Fikir özgürlüğü falan da anlamam ben. Canımı sıkacak bir şey söyleyeni atardım zindana. Daha da canımı sıkarlarsa emrederdim, kimse cenazesini kapıdan çıkarmayacak bacadan çıkaracak diye." Çırak da abarttıkça abartmış halka yapacağı daha ne kadar zulüm varsa aklına gelen, sıralamış da sıralamış.

Gelmişler meydana. Vezir çıkmış yüksek bir yere, elindeki beyaz güvercini uçurmuş halkın üstüne doğru. Kuş uçmuş uçmuş uçmuş, gelmiş çırağın kafasına konmuş.

Çırak omuzlara alınmış alkışlarla. "Yaşasın kralımız!!!" sesleriyle inlemiş yer gök.

Gel zaman git zaman, kral vergi üstüne vergi koymaya başlamış. Halk vergi vermekten kendi geçimine para ayıramaz olmuş. Ülkede adaletsizlik almış yürümüş. Rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, arsızlık ne ararsanız varmış. Kısacası halkın anası ağlıyormuş. Lakin kimse kralın karşısına çıkıp da ülkede durumun kötü olduğunu söyleyemiyormuş. Çünkü kim ağzını açıp bir şikayette bulunmaya kalksa, ya kafası vuruluyor, ya zindana atılıyormuş. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi telalları salmış ülkenin dört bir yanına, buyurmuş ki, bundan gayri kimse cenazesini kapıdan çıkarmayacak, bacadan çıkaracak.

Halkın iyice sabrı taşmış. "Her şeye katlandık ama bu kadarına dayanamıyoruz. Ölülerimizi bacadan çıkarırken çok zorlanıyoruz. Kolu bacağı kırılıyor zavallı mevtaların. Artık bıçak kemiğe dayandı. Ne yapsak da hiç olmazsa bundan kralı vazgeçirsek demişler.

Düşünmüşler taşınmışlar sonunda, "Kralın bir ustası vardı. Dinlese dinlese onu dinler. Gidelim derdimizi ona anlatalım.” demişler.

Usta halkın şikayetlerini dinledikten sonra çıkmış kralın huzuruna. "Haşmetli kralım... Böyleyken böyle..." demiş. "Artık sabrı kalmadı zavallı halkın. Çok şikayetçiler. Bari ölülerini müsade etsen de kapıdan çıkarsalar…”

"Olmaz!!!"  demiş kükreyerek kral. "Sen Allah’tan iyi mi biliyorsun bu halk için neyin iyi olduğunu? Hatırlıyor musun Kral seçimi yapıldığı gün meydana gelirken konuştuklarımızı? O gün sen de, ben de bu ülke ve halkımız için neler yapacağımızı sıralamıştık. Allah, bizim nasıl bir kral olacağımızı biliyordu. Güvercin senin kafana da konabilirdi ama geldi benim kafama kondu… Demek ki bu halk için en iyi kral benim...

Sevgili Arkadaşım Dr. Gül Uysal’ın anlattığı bu masalı aklımda kaldığı kadarıyla yazıp, sizlerle paylaşmak istedim.

7 Ocak 2010 Perşembe

Canım Arkadaşım

 

Karşıdan geldiğini görünce önce bir ışık yandı gözlerimde,onun da bir an aynı ışığı gördüm gözlerinde. Yılların hasretiyle birbirimize sarılmak için bir hamle yaptık aynı anda. Sonra uzaklaştık yine aynı anda, sadece tokalaştı ellerimiz.

 

_ Aa merhaba

_ Merhaba

_Nasılsın

_ Teşekkürler,sen?

_ İyiyim

_ Merih, Çocuklar nasıl?

_ Onlar da iyi

_ Ali nasıl,ya çocuklar?

_Deniz evlendi,oğlan nişanlı

_ Allah mesut etsin

 

Hoşçakal, selam söyle dedi o.  iyi günler, sen de selam söyle dedim  ben de. Ayrıldık…

 

…………………………

 

Bu kadardı konuşmamız,hepsi bu kadar…

 

Oysa yıllarımızı paylaşmıştık…  Ve ondört- onbeş yıldır görmemiştik hiç birbirimizi…

 

İki yaş büyüktü benden ablam olmuştu, her sıkıntımda yanımdaydı, ben de onun…

 

Aynı odada çalışmıştık yıllarca.  Evlenince ayrılmıştı işten ama dostluğumuz devam etmişti daha yıllar boyunca.

 

İlk o evlenmişti aramızda. Eşi haftalarca Ankara dışında olurdu iş nedeniyle. Eşi gider gitmez, hem o yalnız kalmasın diye hem de birlikte çok güzel zaman geçirdiğimiz için biz, iş yerinden beş kafadar ve kız kardeşi onun evinde buluşur, sabahlara kadar eğlenir, hiç uyumadan ertesi gün işe giderdik gençliğin verdiği coşkuyla.  Yabancı dil kursuna gittiğim akşamlarda eve dönüşüm o saatte iki vasıtayla zor olduğu için eşi yoksa yine  gider  onda kalırdım.  En sevdiğim yemekleri hazırlar, elmalı pasta yapardı mutlaka her seferinde, yine çok seviyorum diye …

 

Kızı doğduğunda Deniz ismini çok seviyorum diye Karı koca jest yapmışlar,Deniz koymuşlardı kızlarının adını.

 

İncir çekirdeğini doldurmaz bir nedendi bizi birbirimizden koparıp,bir daha geriye dönüp bakmamamıza neden olan. Kırılmıştık bir kere, ben ona o bana…

 

………………………………..

 

Yaşlanmıştı biraz ama hala çok zarifti. ‘Hoşçakal’ derken, kumral gür saçlarını tıpkı gençliğindeki gibi,bir baş hareketiyle arkaya atmıştı. Yüreğimin bir yanı çok özlemiş arkadaşımı. Bir yanı hala ‘anlamsızca’ kırgın…

2 Ocak 2010 Cumartesi

ONLAR DA VAR…

 

 

 

İçerik

 

 

Siz hiç  karıncaları yakından izlediniz mi..?

 

 

Altı yedi yıl önce,Anneciğimin hasta olduğu o sıkıntılı dönemlerde, bir gün annem yine her sıkıldığında olduğu gibi “Beni şöyle şehirden uzak ağaçlık biryere götürün, piknik yapalım tertemiz havayı ciğerlerimize çekerek” demişti. Ankara’dan epeyce uzak yemyeşil bir yer bulduk ve portatif masa sandalyelerimizi çıkardık ağaçların arasında gölge düz bir alana yerleştirdik. “Ne yaptınız” dedi annem “kaldırın ordan karınca yuvasının üstüne koymuşsunuz masayı” eşyalarımızı ordan biraz ileriye taşırken üzülerek gördüm ki karınca yuvasına basmışım…

 

 

Ben küçüklüğümden beri hep merak etmişimdir karıncaların yaşantısını, yuvaları.Yuvalarına giden o incecik uzun kıvrım kıvrım koridoru, aralarındaki hiyerarşiyi ve iş bölümünü.  Hatta; ufacık bir kızken, bir karınca yuvasına girip onları izleyecek kadar küçücük olabilmeyi hayal etmiştim. ’ama onlar beni görmeden’:))

 

 

Eşimle oturduk karınca yuvasının başına.  Biraz evvel üstüne istemeden bastığım yuvayı elime aldığım bir çöple düzeltmeye, yuvanın ağzını açmaya çalıştığımda annem,  “dokunma,  daha çok zarar verirsin, onlar kendileri düzeltirler” diye ikaz etmişti.

 

 

Şu atlı karıncaları bilirsiniz, diğerlerinden daha iri, kanatlı olanlardandı burdakiler.  İzlemeye başladık…  Dışardaki karıncalar kısa bir şaşkınlık ve panik yaşadıktan sonra ‘sağa sola gidip gelişlerinden böyle olduğunu düşünmüştük’  yuvanın girişine üşüştüler,  başladılar  yuvalarının bozulan ağzını açmaya ve başardılar.  Bir süre sonra içerdekiler dışarıya, ağızlarındaki minicik toprak parçacıklarını getirip kenarda yığmaya başladılar. içerden  bir karınca ağzındakini getirip bırakıyor dışarda bulunan diğer karınca, onu alıyor uygun bulduğu bir yere bırakıyordu. Bu işlemi tam bir iş birliğiyle defalarca defalarca defalarca yaptılar ve yuvanın ağzının etrafında,  aynı bozulmadan önceki gibi çepeçevre bir tümsek oluşturdular. “Bak gördünüz mü?” dedi annem eğer siz düzeltmeye kalkışsaydınız, belki işlerini daha zora sokacaktınız.”

 

 

Şimdi içerden çıkan karıncanın ağzında, ölü bir karınca vardı. Muhtemelen biraz önce ben bastığımda ölmüştü:( Dışarı çıkarıp bıraktı ağzındaki ölü karıncayı.  Dışardaki diğer karınca aldı ağzına onu ve yuvadan, onların boyutuna göre düşündüğümüzde oldukça uzak bir yere bıraktı.

 

 

 

Başka bir karınca, yine yuvadan epeyce uzakta, kendinden büyük bir ayçiçeği kabuğunu taşıyacağım diye uğraşıp duruyordu. Yalpalaya yalpalaya minik toprak tepeciklerini ya da bir çöp engelini aşmaya çalışırken, ‘ki, yoluna çıkan bu engeller onun boyutuna göre koca bir tepe, ya da yüksek bir duvardan atlamak gibi olmalı diye konuşmuştuk aramızda’ ağzından düşürüyor sonra dönüp, tekrar ağzına alıyor bu kez tersine sürüklemeye çalışıyordu.  Kıyamamış,  hem karıncayı hem de yükünü yuvaya kadar taşımak istemiştim ama annem yine uyarmıştı, onun hayatına karışma hakkımın olmadığı konusunda…  Şaşkın şaşkın bir sağa bir sola gidip gelen sonra dönüp başka tarafa giderek yuvadan iyice uzaklaşan, bir türlü  yolunu bulamayan ‘ya da belki de bize öyle gelmişti. Kimbilir belki de bambaşka bir nedeni vardı bu şekilde yürümesinin’ ona da yuvanın yolunu göstermek için yaptığım hamle Annemin uyarısıyla son bulmuştu. Karınca da sonunda yuvasına ulaşmıştı…

 

 

………………………………..

 

 

Ben karıncalara yardım etmek isterken onlara zarar verecebileceğimi düşünmemiştim.  Çoğu zaman, istemeden de olsa bizden başka canlıların yaşamlarını zora sokuyoruz.

 

 

En kötü en bencilce olanı ise; evrenin tek hakimi görüyoruz  biz insanoğlu kendimizi. Kendi çıkarlarımız uğruna diğer canlılara yaşam hakkı tanımıyoruz…

 

………………………………….

 

 

Nerden mi çıktı şimdi bu post..?

 

 

  Birkaç gün önce, James Cameron’ın son  bilimkurgu filmi AVATAR’ı izledim 3 boyutlu olarak...  İnanılmaz güzel bir gezegende yaşayan, 3 metre boyunda insana benzeyen, kötülük nedir bilmeyen  yaratıkların ve üzerinde yaşadıkları gezegenin, insanoğlunun bencilce ve  acımasızca, çıkarları için gözünü kırpmadan  yok edilişi anlatılıyor.

 

 

Filmin Konusu: Film 22. yüzyılda küçük bir gezegen olan Pandora'da geçen olayları anlatıyor.   Na'vi kabilesi olarak adlandırılan mavi tenli, dev hümanoidlerin le, insanlar tarafından üretilen hibrid insanların bulunduğu Pandora'ya gitmeye gönüllü olan felçli bir askerin müthiş hikayesini anlatıyor.

 

 

……………………………………….

 

 

Evrende başka canlıların da varolduğunu ve onların da, bizim kadar yaşam hakları olduğunu düşünmemizi sağlayan çok ama çok güzel bir filmdi.  Bunun dışında karıncalarla ilgisi yok:))